Ben Sizi Unutmadım

Okuma Süresi 10 dkYayınlanma Pazar, Aralık 28 2025
Ben Sizi Unutmadım


Ben Sizi Unutmadım

Gurbetteyim; yürek yakıcı bir yalnızlığın ortasında. 

Ama bu yalnızlık sağır değil. Rüzgârın uğultusu odaya kadar ulaşıyor. Rüzgâr, ince ince yağan yağmura türküler söylüyor. 

Ortalığı kaplayan bu yağmur musikisi, sanki üç ayların gelişini müjdeliyor.

Gecenin koyuluğunda usul usul düşen damlalar, sanki gökyüzünün yeryüzüne eğilip fısıldadığı bir dua gibi. Bulutlardan yeryüzüne bereket dökülürken; yollar, evler, sokaklar, parkta yeni dikilmiş ağaçlar biteviye yıkanıyor. Her şey ıslanıyor, arınıyor. İnsan, ister istemez kendi içini de bu arınma manzarasının bir parçası kılıyor.

Toprak yağmur kokuyor. 

Mis gibi.

Şimşekler karanlığı ışık kılıçlarıyla yarıyor. Yıldırımlar göğe sesleniyor. Gecenin içinden yükselen bu nida adeta ilahi bir teselli. 

 “Ben sizi unutmadım.”

Bütün ışıkları yakarak, karanlıkları yara yara yaklaşan bir transatlantik uzaklardan görünüyor; yavaş yavaş yaklaşarak insanın iç limanına demir atıyor. 

Her gelişinde olduğu gibi sessiz ama derin bir kapıyı aralıyor. Ne bir gürültü koparıyor ne de acele ediyor.

Kulları sabırla bekliyor. 

Seher vakti, dillerin uyanmasını bekliyor. 

Üç Aylar, insanın iç dünyasında bir koşu başlatıyor. Ama bu koşu telaşlı değil. Hedefi belli. Cennete doğru bir maraton bu. 

Günahlardan arınmaya, bağışlanmaya atılan adımlar… 

Bu ulu günler, bir zaman değişimi değil sadece; bir hatırlatma, bir silkiniş ve topyekûn bir iç muhasebe çağrısı.

Katıldığım bir okuma kampında pırıl pırıl bir öğrencinin sorduğu o can alıcı soru hala yankılanıyor zihnimde: 

"Bu asırda günahlardan nasıl korunabiliriz?"

Aslında bu soru, modern zamanın labirentlerinde yolunu bulmaya çalışan her dimağın ortak sızısı. Cevap ise yine irade ve fıtratın sesinde gizli. Günah; bir iç çöküntü, bir terslik ve fıtratla zıtlaşmadır. İnsanın geçip gittiği yollarda yığın yığın günahlar, birer kobra gibi pusuya yatmış bekliyor. Birinden kurtulsa, diğerine yakalanma riskiyle burun buruna kalıyor insanoğlu. İşte bu yolları aşmak için polat gibi sağlam bir irade gerekiyor.

Üç Aylar, bizi sakındırmak, uyandırmak ve arındırmak için bir rahmettir. Allah sevdiği kullar için günaha giden yolları kapatır. Ancak şeytanın hilesi çoktur; öyle ki Kur'an-ı Kerim, şeytandan Allah’a sığınmakla (İstiaze) başlar ve yine ondan sığınma dualarıyla (Muavvizeteyn) biter.

Ancak modern zamanlarda günah, pusuda bekleyen bir gölge gibidir. Büyük günahlar yılan gibidir; tıslar, ıslık çalar, varlığını hissettirir ve tedbir almanı sağlar gürültüyle gelir; fark edilir, sakınılır. Küçük günahlar ise akrep gibidir; sinsi ve sessizdir, bazen ruha heybetli bir yılandan daha fazla zarar verir. O kadar sessizdir ki, zehirlediğini geç anlarsın.

Bu çağda günahlardan korunmak, sadece kaçınmak değil; aynı zamanda uyanık kalmayı öğrenmektir. Bu yüzden bu yol, yalnızca bilgi değil irade ister, hatırlama ister.

Nitekim tarih, bu hatırlamanın ve iradenin en güzel örnekleriyle doludur. 

Bir anlık zayıflığa ebediyeti feda etmeyen gençler… Nefsini ateşle terbiye edenler… Gecenin karanlığında kalbini diri tutanlar… 

Onlar, ahlakın sadece söz değil, bir duruş olduğunu gösterdiler.

Ve bu duruş, bugün olduğu gibi dün de insanı ayakta tutan temel direk oldu.

İrade ve iffet denilince tarihin tozlu raflarından süzülüp gelen şu iki hadise, kalbi sarsacak cinstendir:

Mecmau'l-Enhur sahibi Muhammed b. Süleyman, talebelik yıllarında gece ders çalışırken kapısı çalınır. Karşısında yolunu kaybetmiş, çaresiz bir genç kız vardır. İstanbul tarihi yangınlarından birini yaşamaktadır. Kar kıştır. Kızı içeri alır ama nefsinin fısıltılarını susturmak için sabaha kadar parmağını yanan mumun alevinde tutar. Kendisine tek bir cümle söyler: "Nefsime; ateşe dayanabileceğin kadar günah işle, dedim." 

Bu asalet onu aziz kılar ve vezirin kızıyla evlenmesine de vesile olur.

Hazreti Ömer devrinde Peygamber mescidinin gülü, seccadesini gözyaşlarıyla ıslatan müttaki bir genç vardır. Kendisine musallat olan kadının tuzağına düştüğü o dehşetli anda, kalbinde bir ayet parıldar:

"Takva sahipleri, şeytanın bir vesvesesine uğrayınca birdenbire Allah'ı hatırlar, O’nu anarlar..." (A'râf, 201)

Allah korkusu ve hayâ o kadar kuşatır ki ruhunu, kalbi bu heyecana dayanamaz ve orada emaneti teslim eder. 

Hz. Ömer, gıyabında namazını kıldığı o gencin mezarı başında şu ayetle seslenir: "Rabbinin huzuruna çıkacağından korkan kimse için iki cennet vardır." (Rahmân, 46)

 Derken, kabirden bir ses yükselir:

 “Rabbim bana o ikisini birden verdi.’’

İşte bu asırda korunmak; bir mum alevinde nefsini dağlamak, bir ayetin nuruyla sarsılmak ve her şeye rağmen "iffet abidesi" kalabilmektir. Unutmamalı ki; yol çetin, düşman hilekar ama Allah’ın inayeti her zaman takva sahipleriyle beraberdir.

Bugün de bu çizgiyi sürdüren insanlar var. Dünyanın dört bir yanında, hayatın tam içinde ama ahiretin yörüngesinde yaşayanlar… Modern dünyanın parçası olup, bir derviş hassasiyetiyle yürüyenler. Kök saldıkları her yerde sadece bilgi değil, güven bırakanlar. Onları ayakta tutan şey, mesafelerini koruyabilmeleri. Günaha karşı koydukları o görünmez sınırlar.

Bugün 160 ülkede bulunan Hizmet insanlarının ortak başarısı sadece kaliteli eğitim değil, aynı zamanda sergiledikleri yüksek ahlaktır. Dünyanın dört bir yanında kök salmalarına vesile olan şey, günahlara karşı koydukları o aşılmaz mesafedir.

Yabancı bir ülkede, kendisine yakınlık gösteren genç bir kadına "Kardeşim, biz sizin iffetiniz için buradayız." diyebilen vakur duruş, asrın Yusufî tavrıdır. 

Sosyoloji profesörü Elizabeth Özdalga’nın, Hizmet Hareketi mensupları için kullandığı "seküler dervişlik" tabiri, bu asrın mümin modelini çok iyi tanımlıyor. Hem hayatın her alanında, modern dünyanın bir parçası olacaksın hem de bir derviş gibi ahiret yörüngeli yaşayacaksın.

İnsan, bu yolda yalnız olmadığını fark ettiğinde içindeki durgun göller hareketlenir. Aynı idealleri paylaşan yüzler, binler, on binlerce insanın varlığı, umudu besler. 

Arıları besleyen bahar çiçekleri gibi, her bir hayat diğerine can olur. Gözlerde binlerce bahar çağlar.

İşte o zaman, karanlık bir gecede, fırtınalı bir denizde yol alan bir gemi belirir ufukta. Hizmet gemisi. Bütün ışıklarını yakmış bir transatlantik; yıldızları sırtlanmış dev dalgaları yara yara karanlıkların içinde ilerliyor. Ne duruyor ne de yönünü kaybediyor. 

Çünkü istikameti bellidir.

Gurbetteyim; yürek yakıcı bir yalnızlığın ortasında. 

Ama bu yalnızlık sağır değil. Rüzgârın uğultusu odaya kadar ulaşıyor. Rüzgâr, ince ince yağan yağmura türküler söylüyor. 

Ortalığı kaplayan bu yağmur musikisi, sanki üç ayların gelişini müjdeliyor.

Pencereden dışarı bakıyorum. 

İnce bir yağmur yağıyor. 

Gecenin koyuluğunda usul usul düşen damlalar, sanki gökyüzünün yeryüzüne eğilip fısıldadığı bir dua gibi. Bulutlardan yeryüzüne bereket dökülürken; yollar, evler, sokaklar, parkta yeni dikilmiş ağaçlar biteviye yıkanıyor. Her şey ıslanıyor, arınıyor. İnsan, ister istemez kendi içini de bu arınma manzarasının bir parçası kılıyor.

Toprak yağmur kokuyor. 

Mis gibi.

Şimşekler karanlığı ışık kılıçlarıyla yarıyor. Yıldırımlar göğe sesleniyor. Gecenin içinden yükselen bu nida adeta ilahi bir teselli; 

 “Ben sizi unutmadım”


 


Bu haberler de ilginizi çekebilir