'Bu olmaz, bu olamaz, bu olmamalı..! Bir çare lütfen…'

''Oya hanımı İstanbul’da zor günler bekliyordu. Halden anlamaz ev sahibine mi dert anlatsın, sorunlarını nasıl çözsün bilemez. Sosyal yardım için gittiği Eyüp kaymakamlığındaki görevli kendisine, “Kardeşim burası ağlama duvarı değil” diyor. Yardım isteğiyle aradığı İHH’daki görevli “Kocan FETÖ’cüyken bu anı düşünseydi” deyip telefonu yüzüne kapatıyor, başvurduğu ne Aile Bakanlığı’ndan ne de sosyal dayanışma vakfından yüzde 80 hastalık puanına rağmen bir destek görebiliyordu''

SHABER3.COM

Kendisi de KHK mağduru olan insan hakları aktivisti Ömer Faruk Gergerlioğlu, kişisel internet sitesinde tutuklu polis memuru ve kanser hastalığıyla mücadele eden evladını yazdı...

Bu olmaz, bu olamaz, bu olmamalı..! Bir çare lütfen…

Bugün size çok üzücü bir durumu aktaracağım, üzücü bir tablo sunacağım. Üzmek istemezdim kimseyi ama gerçekler acıdır. Çok kişinin yükselen çığlıkları duymamak için kulağını tıkadığı günümüz Türkiye’sinde yine bir mazlumun hikâyesini anlatacağım size. İnsan olanın yüreğinin parçalanacağı bir hal bu. Bir KHK’lı ailenin dramını anlatacağım. Şimdiye kadar makalelerimde bazı vakalara değindim ama çok iyi biliyorum ki duymadıklarım, derdini söylemeyenler, aktardıklarımdan çok daha fazladır. 

Ender Özkul bir polis memuruydu, 15 yıl yurdun doğusunda, batısında fedakârca görev yapmış bir insandı. O, oldukça talihsiz bir çocukluk dönemi geçirmişti. Çocuk yaşta anne, babasını kaybetmiş, zorluklar içinde okumuş ve polis olmuştu. En son Zonguldak’ta görev yapıyordu ve 2 çocuğu vardı. 15 Temmuz darbe girişimi sonrası Eylül 2016’da “F..” ithamıyla açığa alındı. Ardından gözaltına alındı ve tutuklandı. 27 Kasım KHK’sıyla komiser yardımcısı olarak çalıştığı devlet memuriyetinden ihraç edildi. Anne Oya hanım bir anda neye uğradığını şaşırmıştı. Apar topar lojmandan çıkarılmış, yalnız başına taşınmıştı, ne yapacağını bilemez hale gelmişti. Bu yetmezmiş gibi kendisini suçlayan anne, babası ve kardeşleriyle ilişkileri bozuldu, sosyal dışlanmaya maruz kaldı. Maddi ve manevi şoku üstünden atmak amacıyla evinin eşyalarını satmaya başlamıştı.



Ailenin büyük oğlu 12 yaşındaki Muhammet Eray 7. sınıfa gidiyordu. Kendisi için bir kahraman olan babasının uğradığı bu muameleyi anlayamıyor, bir anlam veremiyordu. Okul başarısı düşüyor, duygusallaşıyor ve içine kapanıyordu. “Babamın da babası yokmuş, şimdi benim de yok artık” diyerek ağlıyor, babası için nitelenen “terörist” kelimesine çok içerliyordu. Muhammet Eray’ın gün geçtikçe iştahı kesiliyor, aralıklı ateşleri yükseliyordu. Oya hanım Zonguldak’ta 2.5 ay boyunca doktor, doktor dolaşıyor ama verilen ilaçlar derde derman olmuyordu. Hastanelerde kendisine “bir şey yok” deniyordu. Sonunda İstanbul’a gitmeye karar veriyor ve bir üniversite hastanesinde Lenfoma teşhisi konuyordu. “Oğlum üzüntüden kanser oldu Ömer bey, çok iyi biliyorum yavrumdur, o çok duygusal bir çocuktur, babası için çok üzüldü, yıkıldı o “diyordu bana Oya hanım. Mart ayından sonra okuluna da gidemeyen çocuğa öğretmenleri anlayış gösteriyor, 8. sınıfa geçiyordu.



Oya hanımı İstanbul’da zor günler bekliyordu. Halden anlamaz ev sahibine mi dert anlatsın, sorunlarını nasıl çözsün bilemez. Sosyal yardım için gittiği Eyüp kaymakamlığındaki görevli kendisine, “Kardeşim burası ağlama duvarı değil” diyor. Yardım isteğiyle aradığı İHH’daki görevli “Kocan FETÖ’cüyken bu anı düşünseydi” deyip telefonu yüzüne kapatıyor,  başvurduğu ne Aile Bakanlığı’ndan ne de sosyal dayanışma vakfından yüzde 80 hastalık puanına rağmen bir destek görebiliyordu. O, artık  hem bir kadın, hem bir anne, hem bir baba, hem bir eş, hem bir babaydı ve bu ağırlığın altında eziliyordu.

Hastalık haberini cezaevinde alan babanın halini anlatmak ise çok zor. Çaresizlik içinde kıvranan baba haberi aldıktan bugüne kadar 21 kilo kaybediyor ve stresten şeker hastalığı başlıyordu. Görüş günlerinde çocuğu üzülmesin diye o da saçlarını kazıtıyordu. Mart ayından itibaren defalarca mahkemeye dilekçeler gönderiyor, “beni tutuksuz yargılayın, yıllarca hizmet verdiğim ülkemden kaçacak değilim, ama eşim ve çocuklarımın bana çok ihtiyacı var” diyor. Ama dilekçeler hep cevapsız kalıyordu. 1 yıllık tutukluğunun sonunda ilk duruşmasına ancak geçtiğimiz cuma günü çıkıyor, ailelerin adliyeye bile alınmadığı duruşma sonucu ikinci duruşma ocak ayına veriliyordu.

Mart ayından itibaren 4 ay kemoterapi görüyor Muhammet Eray. Zonguldak’tan İstanbul’a taşınmak zorunda kalan aile için ikinci adres Okmeydanı hastanesi onkoloji bölümü oluyordu. Oldukça yoğun bir tedavi süreci sonrası ağustosta durumu tekrar kötüleşiyor, gittiği doktorlar bu sefer daha yoğun yüksek doz kortizon tedavisine alıyorlar ama sonuçta dün  'tedaviye cevapsız' diyorlardı, ilik nakli konusunda da çok umutlu konuşmuyorlardı.  

Beni öncesinde de tanıyan Oya hanım dün aradı “oğlum gidiyor, bir çare Ömer bey, ellerimin arasından gidiyor bu çocuk” diyordu ağlayarak. Sosyal medyaya attığım mesajlarla bir duyarlılık oluşturmaya çalıştım acilen, ehli vicdan mutlaka görecekti bu hali. “Aylardır perişan ve tükenmiş bu anneye elbette uzanacak eller vardır” diye düşündüm.

Yetkililer bilsin ki bu babanın tutuksuz yargılanması gerekir, devlet yargılamasını tutuksuz da yapar, ama dışarıda bir dram yaşanıyor, buna neden olmak vicdanen kaldırılamayacak bir durum. Bir aile düşünün ki  baba cezaevinde, 8 yaşındaki diğer çocuğunu komşulara emanet eden çırpınan bir anne ve hastalığı ilerleyen bir çocuk…

Tüm bunlardan sonra artık çaresiz, bitmiş bir anneden başkası kalır mı geride? Depresyon tedavisinde olan annenin günleri hastane, cezaevi arasında koşturmakla geçiyor. Muhammet Eray saçları dökülmüş, şiddetli ağrılar içinde bir çocuk. Annesinin bana gönderdiği fotoğraftaki  Muhammet Eray’ın yüz ifadesi aslında sadece kendisini değil, tüm ailenin dramını yansıtıyor. O acıları çok yakından biliyorum, yıllarca takip ettiğim yetişkin kanser hastalarının çektiği acıların daha ağırını yaşıyor bu çocuk. Aldığı yoğun kortizon tedavisinin izlerinin olduğu fotoğrafı karşısında “Bu nasıl haldir ki bu çocuk faturayı ödüyor” diyorum. “Hayır, olmamalı, bir devlet vatandaşını bu halden kurtarmalı, yargılama cezalandırma değildir” diye düşünüyorum. Hasta tutuklular ve bakmakla yükümlü olduğu kişiler ağır hasta olanlar tutuksuz yargılamanın ne kadar önemli olduğunu hepimize gösteriyor.

Adalet Bakanı’nı, olmadı Başbakan’ı, olmadı Cumhurbaşkanı’nı göreve çağırıyorum, bu drama el atın lütfen, bu olmaz, bu olamaz, bu olmamalı!.. Bu baba tutuksuz yargılanmalı, annenin, Muhammet Eray'ın ona çok ihtiyacı var. Babasını karşısında gören Eray'ın çok ihtiyacı olan moralle iyileşeceğini düşünüyorum. Yorgun annenin başını omuzuna yaslayacağı bir eş ne kadar büyük bir ihtiyaçtır, bilmez misiniz? T.C. 21. yüzyılda bu hali, bu perişan ailenin son durumunu  hiçbir mazeretle kabul etmemeli, buna bir çare bulun lütfen. 

Ömer Faruk Gergerlioğlu
www.omerfarukgergerlioglu.com
<< Önceki Haber 'Bu olmaz, bu olamaz, bu olmamalı..! Bir çare lütfen…' Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER