Can Dündar yazdı

Okuma Süresi 3 dkYayınlanma Pazar, Nisan 21 2019
Türkiye’deki yerel seçim, bir rejim sorununa dönüştü. Önümüzdeki yakıcı soru şu: Seçimle gelen bir baskı rejimi, seçimle gider mi?
Hatırlayacaksınız; Tayyip Erdoğan’ın demokratik yollardan iktidara gelmesi, Ortadoğu ve İslam dünyasına bir örnek olmuştu. İslam coğrafyasında laik orduların yaptığı askeri darbelerin, İslami akımları önlemek şöyle dursun, daha da güçlendirdiği, radikalleştirdiği görülmüştü. Liberal düşünürler, bu mücadelenin demokratik alana taşınmasını savunuyordu. Böylece giderek politikleşen İslam, yeraltına itilmek yerine "sistem içine" çekilecek, iktidara ortak oldukça, pastadan pay aldıkça yumuşayacak, hatta belki de demokratikleşecekti. Bir başka hayırlı ihtimal de iktidarda yapacakları hataların, "İslam modeli" efsanesine son vermesiydi.

Amerika’da adına "ılımlı İslam" denen bu senaryo, Türkiye’de denendi. İslamcı partileri birkaç kez kapatan askerler, sonunda yoldan çekildi; Erdoğan ekonomik bir yıkımın ardından, özgürlükçü vaatler ve büyük oy çoğunluğuyla iktidara geldi. İlk yıllar, Batı dünyasının ve ülke içindeki liberallerin açtığı kredi ile bir atılım dönemi yaşadı. Dışarıya karşı, "Avrupa’ya açık bir Müslüman demokrat" görüntüsü verdi. Her seçimde biraz daha güçlendi, ama zamanla gücünden zehirlendi. Avrupa’ya da kendisini destekleyen liberallere de ihtiyacı kalmadığını düşündü; yeni yaptırdığı saraya taşındı; Sultan rolüne büründü. Sonra da kendisini iktidara taşıyan demokrasinin en temel kolonlarını sarsmaya başladı:

İnsan haklarını, kuvvetler ayrılığını, yargı bağımsızlığını, laikliği, basın-ifade-örgütlenme özgürlüğünü…

Kamu kaynaklarını, devlet olanaklarını, kendisine, ailesine, destekçisi işadamlarına aktardıkça, bunları eleştirenleri düşman haline getirip hapsettikçe bir despota dönüştü. Siyasal İslam’ın ilk iktidar deneyimi, dinle siyasetin asla birarada olmaması gerektiğini savunanları haklı çıkaran bir karanlık dönem olarak tarihe geçti.

Bu haberler de ilginizi çekebilir