Cenâb-ı Hakk’ın tebessümüne vesîle bir hareket: “Muhâcire ikram”

İlahiyatçı- Yazar Prof. Dr. Muhittin AKGÜL artık yazılarıyla Samanyoluhaber.com'da

SHABER3.COM

Prof. Dr. Muhittin AKGÜL - Samanyoluhaber.com 

Muhâcir, her dönemdeki mü’minlerle özdeşleşen bir kavram. İnsanlık tarihi aynı zamanda bir hicret tarihi olmakla beraber, mutlak anlamdaki hicret ve muhacirlik, Son Nebi ile zirveye taşınmıştır. Tarihteki her peygamber ve onların arkasından giden bütün hak yolcuları, benzeri hicretleri yapmak mecburiyetinde kalmış ve ülkelerini terketmişlerdir.
Mekke’nin azgınları da, az sayıdaki Müslümana hayat hakkı tanımayınca, onlar da Mukaddes Belde Mekke’de derin hatıralar bırakarak, oradan ayrılmak zorunda kalmışlardı. Bütün mallarına gaspçılar el koymuş ve oldukça ağır ve zor şartlar altında hicret etmek mecburiyeti hâsıl olmuştu. 
Medine-i Münevvere, Mekke’den ayrılanların artık yeni vatanları olmuştu. Ancak muhacirler bütün varlıklarını geride bırakarak geldikleri için, barınma ve geçim imkânları zaman zaman onları zora sokuyordu. İffetin zirvesini yaşayan bu kutlular, asla iffet perdesini yırtıp da isteme durumuna gitmiyor; başta Allah Resûlü olmak üzere, ferasetli Ensar tarafından keşfedilerek ihtiyaçları çoğunlukla gideriliyordu. Zaman zaman keşfedilemeyen, bunun için de muhtaç olduğu farkedilemeyen muhacirler de vardı. Bunlar da en son âna kadar sabredip katlanıyor; ancak sıkıntıları, açlık ve ihtiyaçları dayanılmaz bir hâle gelince, Allah Resûlüne (s.a.s.) giderek, dertlerini açıyorlardı. Şefkat Peygamberi de hepsinin derdiyle ilgileniyor; çözebildiklerini başkasına bırakmadan bizatihi kendisi hallediyordu.
İlk hicret esnasında zaten Hz. Peygamber muhacirle ensar arasında kardeşlik ilan etmiş, ensar evlerini ve topraklarını ikiye ayırarak muhacirlerle paylaşmıştı. Hatta ilk senelerde aralarında kan bağı olmamasına rağmen miras bile cereyan etmekteydi.  
Ensar’ın muhacir kardeşlerine sahip çıkmaları o kadar candan ve isteyerek idi ki, zaman zaman kendi ihtiyaçlarını bile erteleyerek, muhacirleri kendilerine tercih ediyor ve bundan dolayı içlerinde onlara karşı menfi herhangi bir duyguyu da taşımıyorlardı. 
Ebu Hureyre (r.a.)’dan gelen bir rivayette, yaşanması gerçekten zor olan şu olay aktarılmaktadır. Resulullah (s.a.s)’e bir adam geldi ve: “Ya Resûlellah! Dayanamayacak kadar açım, açlıktan artık dermansız kaldım” dedi. 
Allah Resûlü (s.a.s.) eşlerine haber gönderdi fakat onların yanlarında hiçbir şey yoktu. Bunun üzerine Hz. Peygamber: “Bu kardeşinizi bu gece misafir edecek kimse yok mu? Ki Allah ona rahmet buyursun.” dedi. 
Derhal Ensâr'dan bir zât -ki Ebu Talhâ olduğu belirtilmektedir- ayağa kalktı ve: “Ben Ya Resûlullah" diye cevap verdi. Ve bu kişiyi alıp hemen evine götürdü. Sonra da hanımına “Resulullah’ın misafirine ikram et” diye tembihte bulundu. Hanımı, “Vallahi benim yanımda bir iki çocuğun yiyeceğinden başka bir şey yoktur.” dedi. 
Kocası da ona: “O halde çocuklar akşam yemeği istediklerinde onları uyut, kandili de söndürüver, karanlıkta bizi sanki yiyor zannetsin. Resûlullah'ın misafiri için biz bu geceyi aç geçiştiriverelim.” dedi. Ve gerçekten de söylediklerini aynen hayata geçirdiler. Ev sakinleri aç, misafirleri de tok olarak sabahladılar. 
Sonra misafir, Resûlullah’ın yanına gitti. Allah Resûlü (s.a.s.): “Bu gece Allah Teâla falan ve filandan (yani Ebû Talha ve eşinden) son derece hoşnut oldu ve onlara tebessüm etti.” buyurdular. Ve Allah Teâlâ da onlar hakkında şu âyeti indirdi:
“Bunlardan önce Medine’yi yurt edinip imana sarılanlar ise, kendi beldelerine hicret edenlere sevgi besler, onlara verilen ganimetlerden ötürü içlerinde bir kıskanma veya istek duymazlar. Hatta kendileri ihtiyaç duysalar bile o kardeşlerine öncelik verir, onlara verilmesini tercih ederler. Her kim nefsinin hırsından ve mala düşkünlüğünden kendini kurtarırsa, işte felah ve mutluluğa erenler onlar olacaklardır.” (Haşr Sûresi 9) (Buhârî, Tefsir).
Kur’ân, evrensel bir kitap ve hitaptır. Âyette haber verilen müjde de her zaman ve her coğrafya için geçerlidir. Aynı nitelik, kimler tarafından, nerede ve hangi zamanda yaşanırsa yaşansın, Allah (c.c.) o kişi/kişilerden memnun kalır; onlara tebessüm eder ve haklarında, belirtilen âyetin indiği kutlu kişilerden biri olur. 
İstemez misiniz yaptığınız işlerden Cenab-ı Hakk’ın memnun olup da, sizlere tebessüm etmesini?

<< Önceki Haber Cenâb-ı Hakk’ın tebessümüne vesîle bir hareket:... Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER