Eski Başkan'dan çok sert sözler

Türkiye Barolar Birliği eski Başkanı Vedat Ahsen Coşar, 17 Aralık’ta haklarında soruşturma yürütülenlerin yargılanması gerekirken, görevlerini yapan savcıların başına gelmeyenin kalmadığını söyledi. Coşar, “Bu durum hukuk devleti olmadığımızı, emirname devleti olduğumuzu gösterir” dedi

Eski Başkan'dan çok sert sözler

Özdemir Özok'un vefatının ardından 2010-2013 yılları arasında Türkiye Barolar Birliği Başkanlığı yapan Vedat Ahsen Coşar, Türkiye'de hiç kimsenin hukuk güvenliğinin kalmadığını söylüyor. Coşar,  "Hukuk değil emirname devleti olduk" diyor.

ÖZGEÇMİŞ

Vedat Ahsen Coşar, 1967 yılında Konya Maarif Koleji’nden, 1974 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu. 1975 yılından bu yana Ankara Barosuna kayıtlı olarak serbest avukatlık yapan Coşar, 2004-2010 tarihleri arasında Ankara Barosu Başkanlığı yaptı. Coşar, 2010-2013 tarihleri arasında da Türkiye Barolar Birliği Başkanlığı görevini üstlendi. Ahsen Coşar ayrıca, Ankara Barosu Yönetim Kurulu, Türk Hukuk Kurumu Yönetim Kurulu, Türkiye Futbol Federasyonu Disiplin Kurulu ve Hukuk Kurulu üyeliği ile Şike Tahkik Kurulu Üyeliği ve Başkanlığı yaptı.


DEVLETİN MEMURU SİYASAL İKTİDARLA BÜTÜNLEŞTİ

*Son dönemde Türkiye’de belki de en fazla tartışılan konu ‘hukuk’ ve ‘adalet’ kavramları. Hukukun ‘kaotik’ bir süreçten geçtiği düşüncesine katılır mısınız?

Türkiye sadece hukuk yönünden değil, güvenlik yönünden de, yönetim ve siyaset yönünden de, ekonomik yönden de kaotik bir süreçten geçiyor. Yöneten, devlete, devletin sınırlarına, insanına sahip çıkan, başta anayasası olmak üzere yasalarına saygılı, hukukun evrensel kurallarına uygun davranan, yargı kararlarına uyan bir iktidar yok. Tek parti döneminde olduğu gibi, devletin emrinde olması, anayasanın, yasaların çizdiği sınırlar içinde devletin ve yurttaşların menfaatlerini koruması gereken devletin memuru siyasal iktidarla bütünleşmiş durumda.

SÜREÇ KAOTİK

En küçük memurdan, en yüksek bürokrata kadar devlette görev yapanların neredeyse tamamı kendisini devletin, halkın menfaatini değil, siyasal iktidarın menfaatini korumakla görevli sayıyor. Hukuk da, yargı da bundan  payına düşeni almış durumdadır. O nedenle Türkiye’nin hukuk alanında da kaotik bir süreçten geçtiğini söylemek mümkün. Hukuk bitmiştir demek istemiyorum. Zira bu görevini hakkıyla yapan yargıçlara, savcılara haksızlık olur. Ama şunu söyleyebilirim, ister yurttaş, isterse şirket, dernek, vakıf veya meslek kuruluşu olsun ülkede hiç kimsenin hukuk güvenliği yoktur.

BAŞBAKAN'IN SARAY'A TEPKİSİZ KALMASI HAZİN

Türkiye’de yasama, yürütme, yargı erkinin acizlik içinde olduğu, hukukun nasıl bir savrulma yaşadığı, Cumhurbaşkanı’nın ‘Türkiye’nin yönetim şekli fiilen değişmiştir’ demesiyle daha da somutlaşmıştır. Bu ifade anayasa, yani hukuk rafa kaldırılmıştır demektir. Bu anlayışın, günümüzden 226 yıl önce tahtından indirilen Fransa Kralı On Dördüncü Louis’in ‘Devlet benim’ demesinden farkı; kralın öyle ya da böyle bunu söylemeye yetkili olması, anayasa ‘de facto’ olarak, yani fiilen değişmiştir diyen Cumhurbaşkanı’nın bunu demeye hakkının da, yetkisinin de olmamasıdır. O Anayasa’ya göre yemin etmiş bir Cumhurbaşkanı’nın bunu söylemesi, söyleyebilmesi, yetkisini, meşruiyetini o Anayasa’dan alan Başbakan’ın, Bakanların, iktidar partisi milletvekillerinin buna tepkisiz kalması hazindir, dramatiktir, trajiktir.

İKTİDAR, HUKUKU EĞİP BÜKÜYOR

*Türkiye neden hukuk ve adalet kavramlarını tam anlamıyla ve sorunsuz çalıştıramıyor ya da uygulayamıyor?

Bunun elbette tarihsel, toplumsal, siyasal, ekonomik, psikolojik pek çok nedeni vardır. Bunlar benim uzmanlık alanımın dışında. Ama bence en önemli neden insan malzemesindeki kalite bozukluğudur. Her toplumda ve her alanda en önemli ham madde insandır. Zira insan toplumdan gelir, topluma gider. Türkiye pek çok konuda 40 yıl, 50 yıl önceki Türkiye değil. Önemli ilerlemeler kaydetmiş, potansiyeli olan bir ülke. Pek çok alanda ilerleme kaydeden Türkiye, ne yazık ki insan malzemesi bakımından geriye gitmiştir.

İNSAN MALZEMESİ BOZUK

Nedeni, Türkiye’de insana yatırım yapılmamış olmasıdır. Buna bağlı olarak insanlar şartları, şartlar da insanları bozmuştur. Ekonominiz kötü olabilir, siyaset kurumunuz, demokrasiniz, hukuk sisteminiz sağlıklı işlemiyor olabilir. Yarın bir iktidar gelir, bunları düzeltir.
Ama bozulan insan malzemesini düzeltmek o kadar kolay değildir, uzun yılları gerektirir. Hukuka saygı konusunda sade vatandaşın olumsuz bir tavrı yok aslında. Yurttaşların büyük kısmı hukuka, yasalara karşı saygılı.

Sorun olan, sorunlu olan, en makro düzeyden, en mikro düzeye kadar iktidar sahipleridir. Hukuku sevmeyen, hukuku tanımayan, hukuku işine geldiği gibi eğip büken onlardır.

YARGI, SiYASi BASKILARLA  BiÇiMLENDiRiLiYOR

*Siyaset ile hukukun bir çatışması söz konusu mudur? Dünyadaki tablo ile karşılaştırırsak nasıl bir sonuç çıkar?

Hukuk anlayışı esas itibariyle liberal öğretiden türemiştir. Bu öğreti, büyük ölçüde sosyal sözleşme kuramından yararlanmak suretiyle hukuku, sivilleşmiş ve düzene sokulmuş bir varoluşun güvencesi olarak görür. Buna göre hukukun koruyucu bir işlevi vardır. Bu koruma, toplumu, bireyleri kapsadığından, yani hukuk önünde herkes eşit olduğundan hareketle liberal öğreti, hukukun tarafsız olduğunu iddia eder.

SİYASET DIŞI OLMALILAR

Bu iddiaya göre hukuk, ideolojinin de, siyasetin de üstündedir. Hukukun bu işlevini yerine getirebilmesi için kuvvetler ayrılığının olması gerekir.Bu yaklaşım, kişiler arasında çatışma çıktığında, hukuku yorumlamakla, hüküm vermekle görevli yargıçların mutlak olarak bağımsız ve siyaset dışı aktörler olmalarını öngörür. Ama durum pratikte böyle değildir.

SİSTEM ETKİLERE AÇIK

Türkiye bağlamında yargı kararlarının siyasi kaygılar ve baskılarca biçimlendirildiği rahatlıkla söylenebilir. Bunun yaşanmış pek çok örneği vardır. Türkiye’deki sistem kuvvetler ayrılığının sulandırılmış şekli olan kuvvetlerin işbirliği ilkesidir. Yargı bağımsızlığının, yargıç güvencesinin bekçisi olması gereken HSYK’nın başkanı Adalet Bakanı'dır, Adalet Bakanlığı Müsteşarı Kurul'un doğal üyesidir. Sistem her alanda siyasi tercih ve etkilere açıktır.



BAZI GÜZEL YARGI KARARLARI İŞ KAZASI

*Siyasetin şu anda hukuku etkileme gücü ne orandadır?

Hukuk da, yargı da siyasetin tam olarak kontrolü altındadır. Yargının ara sıra yüzümüzü güldüren kararlar vermesi bizi yanıltmasın. O kararların bir kısmı iş kazasıdır, bir kısmı dostlar alışverişte görsün kararıdır, bir kısmı da işini, görevini iyi yapan yargıçların kararıdır.       

17-25 ARALIK’TAN SONRA UMUDU KAYBETTiK

*Bilindiği gibi 17 Aralık 2013’te başlatılan soruşturmayla birlikte yargı ile ilgili sarsıcı tasarruflarda bulunuldu. Görevden almalar, ihraçlar ve tutuklamalar… Bu süreci nasıl karşılıyorsunuz?

Biz hukuk herkese dokunur diye biliyorduk, öyle olmadığını gördük. Bir ülkede mahkemelerin, yargıçların olmasının adaletin gerçekleşmesi, hukukun işlemesi anlamına gelmediğini, sadece o ihtimalin, o umudun varlığına yeteceği anlamına geldiğini biliyorduk. 17/25 Aralık sonrasında olanları gördükten sonra o umudu da, o ihtimali de kaybettik. George Clooney’in yönettiği ‘İyi Geceler, İyi Şanslar’ isimli filmde gazeteci Edward R.Murrew’un bir cümlesi var, hatırlayabildiğim kadarıyla şöyle diyor:

‘Muhalefetle ihaneti karıştırmamak lazım. Suçlamanın sadece bir iddia olduğunu, kanıt olmadığını hepimizin bilmesi gerekir. Hükmün, hukuk çerçevesinde edinilmiş delillere bağlı olduğunu da hepimizin bilmesi gerekir.’ Bunların hepsi, yani suç var mı, yok mu, iddianın dayanağı olan deliller iddiayı kanıtlamak için yeterli mi, bu deliller hukuk çerçevesinde elde edilmiş deliller mi, bunlar yargılama sonunda ortaya çıkacak şeylerdi.

SAVCILAR GÖREViNi YAPTI

Yargılama yapılmadığı, yapılamadığı için bunları öğrenemedik.  Paralel denildi, haşhaşi denildi, hain denildi, darbe denildi ortalık toz duman oldu. Haklarında soruşturma yürütülenlerin yargılanması gerekir iken, onlar yargılanmadı, yargılanamadı, soruşturmayı yürüten, yani görevlerini yapan savcıların başına ise gelmeyen kalmadı. Bunlar hukukun üstün olduğu bir ülkede olacak şeyler değildir. Eğer olmuş ise ki oldu, bu hukuk devleti olmadığımızı, emirname devleti olduğumuzu gösterir.

YENi DERSHANE YASASINA GEREK YOK

*Anayasa Mahkemesi’nin kararlarıyla ilgili siyasetin zaman zaman çıkışları oluyor. Son olarak ‘Dershane Yasası’ ile ilgili kararın yerine getirilmemesi söz konusu. Neler söylersiniz?

Buraya kadar söylediklerimi söylerim. Hukukun üstün olduğu, yönetenlerin hukuk terbiyesine sahip bulunduğu ülkelerde yargı kararlarına uyulur. Hukuka saygı, hukuktan, yargıdan korku yoksa uyulmaz. Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararı sonrasında yeni bir yasa yapılmasına ihtiyaç olmadığı halde, yeni yasa yapılması gerekir diyen hukukçular çıktı ortaya, Anayasa Mahkemesi kararına aykırı yönetmelik yapmak suretiyle hukuku, yargıyı, yargı kararını dolanan bir bakanlık var ortada. Ve biz, iyi yetiştirsinler, hukuka, başkalarının haklarına saygılı evlatlar yetiştirsinler, ülkemize, yurttaşlarımıza, insanlığa hizmet edecek nesiller yetiştirsinler diye çocuklarımızı onlara emanet etmişiz. Ört ki ölem..!

‘MAKUL ŞÜPHE’ KÖTÜYE KULLANILDI

*‘Makul Şüphe’ kavramı getirildi. Bu doğru bir hamle midir? Adalet mekanizmasının işlemesi için riskleri nelerdir?

CMK'da daha önce de yer alan makul şüphe kavramının yerine önce somut delillere dayalı kuvvetli suç şüphesi kavramı getirildi. Daha sonra makul şüphe kavramına geri dönüldü. ‘Somut delillere dayalı kuvvetli şüphe’ ilkesi pek çok Avrupa ülkesinde uygulanan bir ilkedir. Bu ilkeden geri dönülerek makul şüphe ilkesinin getirilmiş olması yanlıştır. Zira makul şüphe kavramı soyut ve sübjektiftir. İstismara, kötüye kullanılmaya son derece elverişlidir. Nitekim böyle kullanıldığına da tanık oluyoruz.

TÜRKiYE BÜYÜK BiR  HAPiSHANE OLDU

*Bazı gazeteciler şu anda haberlerinden dolayı ya cezaevindeler ya da haklarında dava ve soruşturma mevcut. Bu durumu medya ve hukukun bağımsızlığı açısından değerlendirmenizi istesem?

Demek ki medya da, hukuk da bağımsız ve özgür değil. Demokrasi sadece özgür ve adil biçimde yapılması gereken seçimlerden ibaret bir rejim değildir. Çok daha fazla bir şeydir. Demokratik bir toplumda, devletin temel işlevi ve görevi, her bir bireyin, başta ifade ve örgütlenme özgürlüğü olmak üzere, diğer bütün temel hak ve özgürlükleri, sadece tanımakla sınırlı olmayıp, bu hak ve özgürlüklerin önündeki engelleri kaldırmak, bu hak ve özgürlüklerin kullanılmasını sağlamak, bunları güvence altına almaktır.

Hal böyle iken Türkiye’de durum tam aksi yöndedir. Yazılı, görsel medyanın büyük bir kısmı, havuz medyası denilen medya hükümetin kontrolü altında. Ne demek gerekir? ‘Ozanını tutuklayan toplum kendisini de tutuklar, bir büyük hapishanedir artık orası, devlet adamı da tutukludur orada bir bakıma, Muş ovasında ot biçen bir köylü de’  diyor şair.  Bundan hareketle demek gerekir ki; gazetecisini, aydınını susturan, tutuklayan toplum kendisini de susturur, kendisini de tutuklar. Böyle bir toplum da sadece gazeteciler, aydınlar değil,  devlet adamları da, siyasetçiler de, yargıçlar da, savcılar da, yurttaşlar da tutukludur. Bir büyük  hapishanedir artık orası. Bilmem anlatabildim mi?

SOSYAL MEDYA SORUŞTURMALARI KORKU AMAÇLI

*Özellikle sosyal medya üzerinden gözaltılar ya da tutuklamalar yaşanmaya başladı. Özgürlükler açısından bu durumun doğuracağı sorunlar nelerdir?

Korku bir yönetme tekniğidir. Korkuyu yaratır ve yayarsanız toplumu kolay yönetirsiniz. Sosyal medya üzerinden gözaltılar ve tutuklamalar yapılması korku yaratmak amaçlıdır. Nitekim bu korku yaratılmıştır. Özgürlük hissedilen bir şeydir. Korktuğunuzu hissediyorsanız özgür değilsiniz demektir. Bu durumda  konuşamaz ve yazamazsınız. Yani tutuklama ve gözaltıların oluşturduğu en önemli sonuç bireylerin özgürlük kaybına uğramaları ve düzenin bozulması olmuştur. Bozulan düzeni ceza korkusu ile düzeltemezsiniz. Zira korku baskıyı, baskı nefreti besler. Nefret istikrarı sadece tehdit etmez, yok eder. Bu durumda ihtiyaç duyulan şey, daha fazla özgürlük, daha fazla hukuk, daha fazla diyalog, daha özgürce tartışma zeminini tesis etmektir. Türkiye kaybettiği bu zemini süratle tesis etmek zorundadır.

HAKiMLERiN TUTUKLANMASI TOTALiTER ÜLKELERDE GÖRÜLÜR

*Türkiye’de son dönemde bazı ilkler yaşandı. Bunlardan biri de hâkimlerin verdiği kararlardan dolayı tutuklanması. Bu durumun nasıl okunması gerekir?

Hukuk diğer bilimlerin aksine hata yapılabileceğini peşinen kabul eden bir bilimdir. Hataların giderilmesi için de bazı mekanizmalar geliştirmiştir. Mahkeme kararına karşı itiraz gibi, temyiz gibi, karar düzeltme gibi, yargılamanın iadesi gibi. Mahkemenin kararı yanlış ise bu yollara başvurursunuz. Yanlış karar verdi diye yargıcı, yanlış soruşturma yaptı diye savcıyı tutuklayamazsınız. Kararlarından dolayı yargıçları, yürüttükleri işlemler yönünden savcıları tutuklamak hukuki olmadığı gibi, hukukun olağan göreceği, bağışlayabileceği bir şey de değildir. Bunun örneklerini hukuk devletlerinde değil, sadece ve sadece totaliter ülkelerde görürsünüz.

iKTiDAR YAŞANANLARI iYi OKUMALI

*Bugün yaşanan hukuk anlayışı ile Türkiye’nin bir sağlıklı bir adalet anlayışını geliştirebilmesi mümkün müdür?

Bugünkü tabloya göre bu oldukça zor görünüyor. Ama imkânsız değildir. Türkiye’nin bunu yapabilecek gücü, iyi yetişmiş hukukçuları var. Dün yaşanan, bugün yaşanan hukuksuzluklar, farklı görüşte olanlar, yargıçlar, savcılar da dâhil pek çok kişiye hukukun hepimizin ortak güvencesi olduğunu göstermiş olması gerekir. Dün hukuk tanımayanlar, bugün hukuka ihtiyaç duyar hale geldiler. Herkesin, hepimizin bunu iyi okuması, bunlardan ders alması gerekir. En başta da siyasi iktidarın.

Bugün
<< Önceki Haber Eski Başkan'dan çok sert sözler Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER