Deniz Ateş Bitnel: Ömrümün yarısı kadar hakemlik tecrübem var


Bu sezon yaptığı büyük çıkışla Merkez Hakem Kurulu'nun (MHK) vazgeçemediği isimlerden biri olan Deniz Ateş Bitnel, "Ömrümün yarısı kadar hakemlik tecrübem var." dedi.

MHK'dan art arda aldığı maçların altından kalkarak FIFA kokartı takmaya da hak kazanan Deniz Ateş Bitnel, Süper Lig'de çok tecrübeli addedilmese de 33 yıllık ömrünün 17 yılını hakemlikle geçerdi. Genç hakem, hedeflerini açıklarken, zorlu yollardan geçen kariyer hikâyesini Dünya Kupası finalini yöneterek taçlandırmak olarak açıklıyor.

"Eskişehir Anadolu Üniversitesi Halkla İlişkiler Bölümü'ne kayıt yaptırdım. Orada alacağım eğitimin hakemliğime de faydası olacağını düşünmüştüm. Bu arada her zaman gelişime açık olduğum ve sportif faaliyetlerle uğraştığım için fitness konusunda Gençlik ve Spor İl Müdürlüğü'nde eğitim aldım." diyen Deniz Ateş Bitnel, kendini tanımlarken ise şunları söyledi:

"Doğup büyüdüğüm şehir olan Tarsus'ta Akdeniz insanının sıcaklığı var. Bu nedenle ikili ilişkilerimin, saha içinde de futbolcularla diyaloğumun iyi olduğunu düşünüyorum. Diğer taraftan adalet duygumun da yüksek olduğu kanısındayım."

Hakem olarak ilk görevi, 2000 yılında 3. Lig'de yardımcı hakem olarak aldığını belirten Bitnel, "Ertesi sezon 3. Lig hakemi oldum. Devamında 4 yıl 2. Lig'de hakemlik yaptım. 33 yaşındayım ve yaşım genç olmasına rağmen ömrümün yarısı kadar hakemlik tecrübem var. Bu benim için büyük bir avantaj." diyerek, şöyle devam etti:

"Mentörlükte, müsabakayı dışarıdan izleyen bir göz hakeme objektif veriler sunuyor. Mentörlüğümü Sabri Çelik ve Serdar Çakır gibi çok tecrübeli ve hakemlik kariyeri üst düzeyde isimler yapınca, maç içerisinde çok farklı noktalara dikkat etmem gerektiğini öğrendim.

Bu sezon genç hakemlere büyük maç anlamında verilen şans benimle başladı. Her müsabakaya beni burada görevlendiren kişileri utandırmamak, başarılı olmak ve sahadan alnımın akıyla ayrılmak düşüncesiyle hazırlanıyorum. Şansım da yaver gidince benim için 'başarılı hakem' izlenimi oluştu."

FIFA ve UEFA'nın Türkiye'deki gözde hakemlerinden biri olan Cüneyt Çakır'la aynı dönemde hakemlik yaptığı için kendini çok şanslı bir jenerasyonun parçası olarak gösteren Deniz Ateş Bitnel, "Cüneyt Hoca ve ekibi çok üst düzeyde müsabakalar yönetiyor. Benim de hedefim onun yönetmediği müsabaka kalırsa o müsabakayı yönetebilmek veya en yükseğe çıktığı takdirde onun başarısını tekrarlamak." diyerek, şöyle devam etti:

"33 yaş FIFA hakemi olmak için çok genç bir yaş olmamakla beraber, tecrübe edinmiş biri için önündeki 12 yılı dolu dolu geçirebileceği bir zaman dilimi. Teorik olarak 5 yıl içinde Elit Kategoride yer alma ihtimalim var. Geriye kalan 7 yıl da Elit Kategoride çok uzun bir süre."

İstanbul hakemi olmanın, Anadolu'daki arkadaşlarına göre avantajları olduğunu da belirten Bitnel, "Klasmana aday olduğum 1999-2000 sezonunda özel maçlar, okul maçları, halı saha maçları dâhil 400-500 arasında maç yönettim. Anadolu'da hayatı boyunca belki bu kadar maç yönetmemiş hakem arkadaşlarımız vardır." dedi.

UEFA Konvansiyonu'na üyelikle başlayan CORE Kursu ve mentörlük olayının hakemliğe bakış açısını değiştirdiğini de belirten Bitnel, "Müsabaka geldiğinde oyuncuların ve takımların durumuna, müsabaka içerisinde daha önceki maçlarda yaşanan pozisyonlara ve başıma gelebilecek pozisyonlara hazırlanmaya başladım." diyerek, şunları söyledi:

"Müsabakamın olmadığı haftalarda amatör maç yönetmeye çalışıyorum. O müsabakalarda oluşan pozisyonlar diğer liglerdekilerden çok daha farklı ve çok daha hızlı gelişen pozisyonlar. Özellikle amatör müsabaka istiyorum ki, başıma daha sonra böyle bir pozisyon gelirse nasıl hareket edeceğimi bileyim.

Pierluigi Collina'nın futbolcularla diyaloğu, Anders Frisk'in fiziksel performansı ve beden dili, Markus Merk'in de otoritesi benim için hep örnek olmuştur. Bir de beni en çok etkileyen hakemlerden biri Lubos Michel'dir."

Türkiye Futbol Federasyonu Basın Departmanı'nın hazırladığı TamSaha Dergisi'nden Mazlum Uluç'a konuşan Deniz Ateş Bitnel'in röportajının detayları ise şöyle:

Hakemlik zor bir meslek. Sürekli hedefte duruyorsunuz. 10 maçı çok iyi idare etseniz bile bir maçta yaptığınız tek hata sizi bir anda istenmeyen adam haline getirebiliyor. Profesyonelliğe geçilmeden önce maddi olarak da çok tatmin edici bir yanı yoktu hakemliğin. Tüm bu olumsuz yanlarına rağmen neden hakem olmayı tercih ettiniz?
Her mesleğin bir zorluğu var. Hakemliğin de öyle. Göz önündesiniz, medyanın önündesiniz. Hakemlik yapabilmek için eleştiriye açık ve sabırlı olmalısınız. Bende bu iki yetinin olduğunu düşünüyorum. İsterseniz hakem olma sürecimi en baştan anlatayım. 1982 yılında Mersin Tarsus'ta doğdum ve 16 yaşına kadar orada yaşadım. Sonrasında ise babamın işi dolayısıyla ailemle birlikte İstanbul'a geldim. Tarsus'ta futbol oynuyordum ve sporun her branşıyla yakından ilgilendim. İlkokulda hentbol, ortaokulda basketbol ve lisede futbol oynadım ama futbol çok küçük yaştan itibaren hep hayatımın içindeydi. İstanbul'a taşındığımız zaman bir akrabamız hem kulüp bulmam hem de hakemlikle tanışmam konusunda bana yardımcı oldu. Manevi değerlere inandığım için ismini de vereceğim, Kadim Doğan.

Kadim Beyin hakemlikle ilişkisi var mıydı?
Allah rahmet eylesin, Kadim abi o dönemde hakemlik yapıyordu. C Klasmanı hakemiydi. İstanbul'da kulüp bulmama yardımcı olmaya çalıştı. Ancak transfer dönemi geçmişti ve kulüp bulma işi uzayacaktı. O sırada bir hakem kursu açılmıştı. Kadim abi, 'Hem futbol oynarken işine yaraması açısından kuralları öğrenirsin hem de istersen hobi olarak hakemlik yapabilirsin' diyerek beni hakem kursuna yönlendirdi. 1998'in Aralık ayında açılan hakem kursuna katıldım. Kursun ardından sınavda da başarılı oldum ve 1999'un Şubat'ında Kanlıca Stadı'nda bir A genç maçına yardımcı hakem olarak çıktım. Bir hafta sonra da hakemliğe başlamama vesile olan Kadim Doğan trafik kazasında vefat etti. Dediğim gibi, manevi değerlere inanırım… Bu vesileyle hakemliğe biraz daha bağlandım ve Kadim abi adına başarılı olacağıma dair kendi kendime bir söz verdim. Hakemliğe bu şekilde başladım.

Eğitim hayatınızı ne yaptınız bu arada?
Sportif faaliyetlerde çok iyi olduğum için Spor Akademisi sınavlarına girdim ama bazı şanssızlıklar yaşadım. Hazırlık devresinde çok iyi olabilirsiniz ama sınav ortamı çok daha farklı. Oradaki stres ve şanssızlıkları çok iyi yönetebilmek gerekiyor. Ama o yaşta bunu yönetebilmek de o kadar kolay değil. Sınavı kazanamayınca Eskişehir Anadolu Üniversitesi Halkla İlişkiler Bölümü'ne kayıt yaptırdım. Orada alacağım eğitimin hem ikili hem de toplu ilişkilerde hakemliğime faydası olacağını düşünmüştüm. Bu arada her zaman gelişime açık olduğum ve sportif faaliyetlerle uğraştığım için fitness konusunda Gençlik ve Spor İl Müdürlüğü'nde eğitim aldım. 1. Kademe Fitness Antrenörlüğü belgem var. Halkla İlişkileri bitirdikten sonra gelişimime devam etmek için Spor Yönetimi bölümüne kayıt yaptırdım ve oradaki eğitimimi de sürdürüyorum.

Bir hakem için şöhret sahibi olmak, saha içinde lider pozisyonda bulunmak ya da adaleti sağlamak gibi faktörler var. Bu faktörlerden hangisini kendinize daha yakın buluyorsunuz?
Doğup büyüdüğüm şehir olan Tarsus'ta Akdeniz insanının sıcaklığı var. Bu nedenle ikili ilişkilerimin, saha içinde de futbolcularla diyaloğumun iyi olduğunu düşünüyorum. Diğer taraftan adalet duygumun da yüksek olduğu kanısındayım.

1998'de başlayan hakemlik hayatınızın hangi noktasında 'Tamam, artık ben Süper Lig hakemi olabileceğim' diye düşündünüz? İlk Süper lig maçınızı ancak 2012-2013 sezonunun başında alabilmiştiniz değil mi?
Her insanın hayatında olduğu gibi benim hakemlik hayatımda da inişli-çıkışlı evreler oldu. Hakemliğe başladıktan çok kısa bir süre sonra, 2000 yılında 3. Lig'de yardımcı hakem olarak görev almaya başladım. Ertesi sezon 3. Lig hakemi oldum. Devamında 4 yıl 2. Lig'de hakemlik yaptım. 33 yaşındayım ve yaşım genç olmasına rağmen ömrümün yarısı kadar hakemlik tecrübem var. Bu benim için büyük bir avantaj. Ancak mecburi nedenlerden dolayı hakemliğe 2 yıl ara vermek zorunda kaldım.

Neydi o mecburiyet?
2007 yılında A Klasmanı hakemi oldum. Yani PTT 1. Lig'de maç yöneten hakemler arasına girdim. Ancak sezon sonunda yapılan bir talimat değişikliğiyle askerlik yapmamış olanların Üst Klasman hakemi olamayacağı şartı getirildi. Benim hedefim de Süper Lig hakemliği olduğundan hem hakemliğimi hem de okulumu dondurup askere gittim ve bu süreçte 2 yıl hakemlikten uzak kaldım. Döndükten sonra da hakemliğe bir kademe alttan başladım. Ama CORE Programı'na çağırılmam ve orada aldığım eğitimin yanı sıra edindiğim maç tecrübesiyle bir sezon sonra Süper Lig hakemi oldum. Dolayısıyla benim hakemlik hayatımı askerlikten önce ve askerlikten sonra diye ikiye ayırmak gerekiyor. Askerlikten önce Federasyon olarak UEFA Konvansiyonu'na üye değildik. Daha sonraki dönemde ise katıldığım CORE Programı sayesinde aldığımız eğitimler ve bize verilen desteklerle Süper Lig hakemi olabildim.

Son dönemdeki bütün MHK yönetimlerinin sizinle ilgili olumlu düşünceleri olduğunu ve destek verdiğini düşünüyorum, ne dersiniz?
Kendimi geliştirmem ve genç olmama rağmen müsabaka tecrübesine sahip olmam önemli bir faktör elbette. Burada Serdar Çakır Hocama ayrı bir parantez açmak isterim. Hakemliğe ilk başladığım yıllarda kendisi Merkez Hakem Kurulu üyesiydi. Genç hakemlere çok önem verdi. İstanbul'da onun yöneticilik yaptığı yıllarda altın bir jenerasyon yetişti. Ben de ucundan bu jenerasyonun bir parçası olma şansı yakaladım. Çok iyi eğitimler aldık. Saha uygulamaları, teorik eğitimler, fiziksel antrenmanlar çok üst düzeydeydi. Hepimiz çok şey öğrendik. O gün aldığımız sağlam temeller ve camia kültürü beni çok şükür bugünlere taşıdı. Aynı zamanda bana mentör olarak destek veren Sabri Çelik ve Yalçın Darıcı Hocalarıma da çok teşekkür ediyorum. Üzerimde büyük emeği olan Serdar Çakır Hocamız aynı zamanda mentörlüğümü de yaptı ve o dönemde de bana büyük katkıları oldu.

Bu mentörlük meselesini biraz açalım. Mentörlük öncesi Deniz Ateş Bitnel'le mentörlük sonrası Deniz Ateş Bitnel arasında nasıl farklar var?
Mentörlükte, müsabakayı dışarıdan izleyen bir göz hakeme objektif veriler sunuyor. Mentörlüğümü Sabri Çelik ve Serdar Çakır gibi çok tecrübeli ve hakemlik kariyeri üst düzeyde isimler yapınca, maç içerisinde çok farklı noktalara dikkat etmem gerektiğini öğrendim. Daha önce kendi analizimi yaptığım dönemde dikkat ettiğim şeylerle mentörlük sonrası dikkat ettiğim şeyler, maça bakış açısı, oyuncularla diyalog, pozisyon analizi çok farklı. Bunlar da gelişimime büyük katkı sağladı. Her iki hocama da yeniden çok teşekkür ediyorum.

Bu zorlu kariyer sürecinde hiç bırakma noktasına geldiğiniz anlar oldu mu?
Hakemlik sevmeden yapılacak bir iş değil. Sevmeden yaparsanız zaten bir-iki sene sonra bırakma noktasına gelirsiniz. Hakemliğe, işinizi sevdiğiniz sürece devam edersiniz. Ben bırakma noktasına hiç gelmedim. Allah da getirmesin. Eğer bir gün 'artık bu işi yapamayacağım' diye düşünürsem bu mesleği bırakırım.

Bu sezonun başından itibaren müthiş bir çıkış yaşadığınızı söyleyebiliriz. Çok sayıda maç aldınız, Fenerbahçe, Beşiktaş ve Trabzonspor'un maçlarına çıktınız, Fenerbahçe-Trabzonspor maçı yönettiniz ve FIFA kokartı takmanıza karar verildi. Adeta bir patlama olarak değerlendirilebilecek bu yükselişi siz nasıl yorumluyorsunuz?
Merkez Hakem Kurulu Başkanı Kuddusi Müftüoğlu Hocamıza, başkan vekili Bünyamin Gezer ve tüm kurul üyelerimize bu vesileyle teşekkür etmek istiyorum. Genç hakemlere verilen şans bu sezon çok ön plana çıktı. Genç hakemlerle tecrübelileri harmanlayarak görev dağılımı yapmaya çalışıyorlar. Bu sezon içerisinde genç hakemlere büyük maç anlamında verilen şans benimle başladı. Ben de her müsabakaya beni burada görevlendiren kişileri utandırmamak, başarılı olmak ve sahadan alnımın akıyla ayrılmak düşüncesiyle hazırlanıyorum. Maça bu düşünceyle çıkınca, şansım da yaver gidince benim için 'başarılı hakem' izlenimi oluştu. Ben hakem şansına çok inanırım. Pozisyon şansı, görüntü şansı, açı şansı gerçekten de önemlidir. Tabiî bunda çalışmalarımın katkısı, yöneticilerimizin verdiği destek de yadsınamaz.

Kuddusi Müftüoğlu MHK'sı farklı bir çizgi izliyor ve daha önce fazla şans bulamamış hakemlere de Süper Lig'de görev veriyor. Bu politikanın nasıl sonuçlar doğuracağını düşünüyorsunuz?
Yeni MHK göreve 4 yıllık planlamayla geldiğini en başından açıklamıştı. Bu durumda gelecekle ilgili adımlar atacakları da belliydi ve bu doğrultuda genç hakemlere şans tanıdılar. Geleceğin Cüneyt Çakır'ları, Fırat Aydınus'ları, Bülent Yıldırım'larını yetiştirme projesinin içinde biz de bulunduğumuz için şanslıyız. Daha önce de belirttiğim gibi Başkanımız Kuddusi Müftüoğlu'na, Bünyamin Gezer'e ve başta İstanbul üyelerimiz Sadettin Güler, İsmet Cengiz, Erdal Güleç olmak üzere MHK üyelerimize bana bu yıl verdikleri müsabaka görevlerinden dolayı teşekkür ediyorum. Ben de verilen şansı en iyi şekilde kullanmaya çalıştım.

CÜNEYT ÇAKIR VE EKİBİ TÜRK HAKEMLİĞİNİN ÇITASINI ÇOK YUKARILARA TAŞIDI

Türk hakemliğinin dünya klasmanındaki yeri Cüneyt Çakır'la yapılan çıkışa kadar Türk futbolunun gerisindeydi. Ancak bugün bakıldığında Şampiyonlar Ligi finali yöneten, Avrupa Şampiyonası ve Dünya Kupası finallerinde yarı final maçlarında düdük çalan bir Cüneyt Çakır gerçeği var. Türk hakemliğinin yaptığı bu sıçrama Cüneyt Çakır'ın şahsıyla mı sınırlı yoksa bugün maç yöneten çok sayıda genç hakeme bakarak, Türk hakemliğinin genel olarak bir çıkışta olduğu değerlendirmesi yapılabilir mi?
Bir kere Cüneyt Çakır gibi bir hakemle aynı dönemde hakemlik yaptığımız için çok şanslı bir jenerasyonuz. Cüneyt Çakır ve ekibi Türk hakemliğinin çıtasını çok yukarılara taşıdı. Öncelikle onların bize açtığı bu yolda ilerlemek ve bayrağı da mümkün olduğunca daha da ileri taşımak istiyorum. Cüneyt Çakır'ın bu konuma gelmesi tabiî ki çok çalışmasından kaynaklanıyor. Ben de onu örnek alarak çalışmalarıma devam etmek düşüncesindeyim. Cüneyt Hoca ve ekibi şu anda çok üst düzeyde müsabakalar yönetiyor. Benim de hedefim onun yönetmediği müsabaka kalırsa o müsabakayı yönetebilmek veya en yükseğe çıktığı takdirde onun başarısını tekrarlamak.

Cüneyt Çakır'la aynı dönemde hakemlik yapmanın sizin için neden bir şans olduğunu biraz açar mısınız?
Bir kere Cüneyt Çakır bizim için bir lokomotif. Türk hakemliğinde 40 yıldır başarılamamışı başarmış bir hakem. Saha içinde ve saha dışındaki tavır ve davranışlarıyla örnek bir hakem. Özellikle hakemlik disiplini, maç içinde oyun kurallarını yorumlayabilme kabiliyeti ve ayrıca maç sonrası analizlerinin eğitimlerde bize sağladığı katkılarla üst düzeyde bir performans sergiliyor.

Cüneyt Çakır'ın hakemler için bir de eğitici rolü var öyle mi?
Zaten en büyük özelliklerinden biri bu. Genç hakemlere değer veriyor, onların gelişimlerine katkı sağlıyor.

Siz de artık FIFA kokartı takmaya hak kazandınız. 33 yaş, FIFA hakemi olarak ilerleyebilmek için bazılarınca geç bir yaş olarak değerlendiriliyor. Sizin bu konudaki fikriniz nedir?
33 yaş FIFA hakemi olmak için çok genç bir yaş olmamakla beraber, tecrübe edinmiş biri için önündeki 12 yılı dolu dolu geçirebileceği bir zaman dilimi. FIFA hakemliğinin yükselme kriterleri belli. 3. Kategoriden giriyor, 2. Kategori, 1. Kategori ve nihayetinde ulaşabilirseniz Elit Kategoriye ulaşıyorsunuz. Bunlar için de her 6 ayda bir FIFA klasman belirlemesi yapıyor. Ya da senede bir kategori atlayabiliyorsunuz. Benim de hedefim Cüneyt Çakır'ın bulunduğu Elit Kategoride yer alabilmek. Teorik olarak önümüzdeki 5 yıl içinde Elit Kategoride yer alma ihtimalim var. Geriye kalan 7 yıl da Elit Kategoride çok uzun bir süre. Dolayısıyla 33 yaş için geç kalınmış denilemez. Kaldı ki 33 yaş Türk hakemliği için genç sayılacak bir yaş. Benim yaşadığım tecrübeyle 33 yaşında FIFA hakemi olabilmenin de bir kazanım olduğunu düşünüyorum.

Bu tecrübe konusunu sık sık vurguladınız. Aslında Süper Lig'de çok fazla maç yönetmeden FIFA hakemi oldunuz ama bir de 'Ömrümün yarısı kadar hakemlik tecrübem var' söyleminiz var. Bu tecrübe konusunda kamuoyunu aydınlatmanın faydalı olacağını düşünüyorum.
Dediğiniz gibi Süper Lig'deki 17. maçımda FIFA hakemi oldum. Sözünü ettiğim tecrübe konusunu ise örneklerle anlatayım. İstanbul hakemi olmanın, Anadolu'daki arkadaşlarımıza göre avantajları var. Bir hakem ne kadar çok maç yönetirse o kadar fazla tecrübe ediniyor. Bu amatör ligden Süper Lig'e kadar bu şekilde. Ben amatör ligde müsabakalara başladıktan sonra klasmana aday olduğum 1999-2000 sezonunda özel maçlar, okul maçları, halı saha maçları dâhil 400-500 arasında maç yönettim. Anadolu'da hayatı boyunca belki bu kadar maç yönetmemiş hakem arkadaşlarımız vardır. Tecrübe derken maç tecrübesinden bahsediyorum. Bu çok basit bir örneği. Bunun dışında 3. Lig'de, 2. Lig'de ve PTT 1. Lig'de çıktığım müsabakaları da katarsak gerekli maç tecrübesini kazanmış olduğumu düşünüyorum. Ulusal hakemlik yaptığım dönemde performansımdan dolayı bir üst klasman olan PTT 1. Lig'de 2 maçta hakem olarak görevlendirildim. Işığı orada görmüştüm. Toplamda 3. Lig'de 28, 2. Lig'de 54, PTT 1. Lig'de 43 maçta hakemlik yaptım. Bu müsabakalarda yaşadığınız olumlu ya da olumsuz olaylar da sizin gelişiminize çok büyük katkı sağlıyor.

Olumsuz olaylar nasıl katkı sağlıyor? Bu konuda örnek verebilir misiniz?
Olumsuz olaylar, siz zirve noktasındayken karşınıza çıkarsa hakemliğinizi geriye götürebilir. Ama bu olayları hakemliğinizin başlangıcında yaşarsanız mutlaka ve mutlaka size tecrübe ve artı olarak geri döner. Başlangıçta başıma bu tip olaylar çok geldi. Saha içinde futbolcularla diyaloğum çok iyidir. Futbol oynamış olmanın da verdiği avantajla futbolcularla nasıl diyalog kurabileceğimi, nasıl empati yapabileceğimi iyi biliyorum. Bu arada şunu da söyleyeyim; ayda iki-üç kez arkadaşlarımla futbol oynuyorum ki futbolcuların saha içinde neler yaşayabileceğinin üzerinden bir kez daha geçebileyim. Aynı zamanda da spor yapmış oluyorum. Yaşadığım olumsuz olaylardan bir örnek vereyim… Bir 2. Lig maçında oyuncu taç atışı kullandı. Arkadaşı da topu kalecisine oynadı ve kaleci topu eliyle tuttu. Ben de endirekt serbest vuruş çalarak kaleciye doğru gittim. O ana kadar maçın kontrolüm altında olması ve oyuncularla diyaloğumun çok iyi olmasından dolayı kimseden bir itiraz gelmedi. Ama kalecinin yanına gidince, "Hocam ne yaptın sen?" diye sordu. "Gelen pası elinle tuttun" dedim. "İyi de topu bana atan rakip oyuncuydu" karşılığını verdi. Centilmenlikten dolayı oluşan bir durum vardı ortada. Olayı anlayınca topu aldım ve hakem atışıyla oyunu başlattım. Rakip oyunculardan bir itiraz gelmedi, seyirciler de bu kararı alkışlarla destekledi. Bu olay oyunun her anında maçın içerisinde olabilmek ve konsantrasyonunu hiç bir zaman kaybetmemek adına önemli bir tecrübeydi. Tabiî o duruma gelmeden meseleyi çözmek gerekiyor ama daha sonra çözmek de ekstra bir tecrübe kazandırıyor.

Bir hakem yanlış karar verdiğini anladığı anda bu kararını düzeltmeli mi yoksa otoritesini korumak adına kararının arkasında mı durmalı?
Aslında işi o noktaya getirmemek, doğru açıda, doğru yerde durup, doğru görmek ve doğru kararı vermek gerekiyor. Süper Lig'e çıktığım ilk sezon başıma böyle bir olay geldi. Bir PTT 1. Lig müsabakası yönetiyordum. Maç benim adıma çok iyi gidiyordu, oyuncularla diyaloglarım çok iyiydi. Bir pozisyonda açım gereği kalecinin oyuncuyu düşürdüğünü gördüm ve penaltıyı çaldım. Ama düdüğü çalar çalmaz benim açımdan bu kadar net bir penaltıya on bir oyuncu neden itiraz eder diye düşündüm? Çünkü olağandışı bir durum vardı ve herkes itiraz ediyordu. Düşürülen oyuncuya baktığım anda onun da bir penaltı beklentisi olmadığını gördüm ve yardımcı hakemime telsizden 'Penaltı değil mi?' diye sordum. Kalecinin topa vurduğunu ve penaltı olmadığını iletti. Rakip oyunculara durumu anlatıp kararımı değiştirdim ve oyunu hakem atışıyla başlattım. Ama başta söylediğim gibi böyle bir durumla karşılaşmanız hakemlikteki gelişiminizi olumsuz etkiliyor.

Önemli olan vicdanen rahat olmak değil mi? Hakemlik gelişiminizi olumsuz etkilese bile sonuçta doğru kararı bulmak vicdan ve adalet açısından bakıldığında daha önemli gibi geliyor bana.
Bu da benim için önemli bir ders oldu elbette. Birebir bu olaya bağlayamam ama benim çalışma ve analiz şeklimi değiştirerek maçlara daha iyi hazırlanmamı ve daha başarılı olmamı sağladı.

İyi bir noktaya geldik. Maçlara hazırlanma konusu önemli. Cüneyt Çakır'ın takım ve oyuncu analizleri üzerine ne kadar emek verdiğini biliyorum. Siz bu konuda nasıl bir metot izliyorsunuz?
Askerlik öncesi ve sonrası demiştim ya… Askerlik öncesi hiçbir zaman analiz yapmazdım. Tembel değildim ama müsabaka öncesi herhangi bir ön hazırlık yapmazdım. Böyle bir çalışma yapmanın hakemliğime bir şey katacağını da düşünmüyordum. Askerden döndükten sonra UEFA Konvansiyonu'na üyelikle başlayan CORE Kursu ve mentörlük olayı benim hakemliğe bakış açımı değiştirdi. Müsabaka geldiğinde oyuncuların ve takımların durumuna, müsabaka içerisinde daha önceki maçlarda yaşanan pozisyonlara ve başıma gelebilecek pozisyonlara hazırlanmaya başladım. Kendi maçlarımı kaydettirip mentör eşliğinde izlemeye başladım. Müsabakada yaptığım hatalar değil, yaptığım hareketler veya verdiğim kararlar nedeniyle daha sonra başıma gelebilecek olayların neler olabileceğini düşündüm.

Nasıl yani? Örnek verebilir misiniz?
Proaktif düşünmeye çalıştım yani. Mesela bir faul pozisyonunda 'faul çalınması mı daha iyi olur, avantaja bırakılsa mı daha iyi olur'u çalışmaya başladım. 'Avantaja bırakılırsa yerde kalan oyuncuyla faulü yapan oyuncu arasında bir aksiyon yaşanabilir mi?' diye düşündüm. Ya da avantaja bırakılırsa oyunun akışı daha zevkli mi olur diye hesaplamaya başladım.

İzleyerek kendini geliştirmek de bir öğrenme metodu. Siz de çok maç ve hakem izler misiniz?
Futbolcuları örnek verelim; ne kadar çok maça çıkar ne kadar çok pozisyon analizi yaparlarsa o kadar başarılı olurlar. Hakemlik de bu şekilde… Ne kadar çok maça çıkar, ne kadar çok kendi müsabakamızı izler veya ne kadar çok başka bir hakemin müsabakasını hakem gözüyle izlersek başarımız artar. Belki biraz konu dışı ama ben 'ne kadar çok maç yönetirsek o kadar başarılı oluruz' konusunda bir örnek vermek istiyorum. Müsabakamın olmadığı haftalarda İl Hakem Kurulu'yla diyalog kurup genellikle amatör maç yönetmeye çalışıyorum. Amatör müsabakalarda oluşan pozisyonlar diğer liglerdekilerden çok daha farklı ve çok daha hızlı gelişen pozisyonlar. Özellikle amatör müsabaka istiyorum ki, başıma daha sonra böyle bir pozisyon gelirse nasıl hareket edeceğimi bileyim.

Futbolcularla diyaloglarınızın iyi olduğundan söz etmiştiniz. Maçlarınızı izleyen biri olarak sizi çok fazla gülümseyen bir hakem olarak hatırlamıyorum.
Beden dili çok önemli. Bunun da çalışmasını yapmak gerekiyor. Beden dilinizle sadece sahadaki 22 futbolcuyu idare etmiyorsunuz. Aynı zamanda kulübeye, tribünlere ve ekranda maç izleyenlere de bir şekilde mesaj veriyorsunuz. Baştan da söylediğim gibi eğitime, öğrenmeye ve gelişmeye açım. Aldığım eğitimlerden biri de beden dili eğitimiydi. Futbolcuya ne zaman güleceğinizi ne zaman nötr kalacağınızı veya ne zaman sert duracağınızı çok iyi bilmeniz gerekiyor. Çünkü yapacağınız en ufak bir ters mimik oyuncunun sinirlenmesine ve sizi yanlış anlamasına yol açabilir. Dolayısıyla çok gülmek ya da çok somurtmak yerine dengeyi iyi kurmak gerekiyor. Bu konuda eğitim almış olmama rağmen Cüneyt Çakır Hocamı da iyi bir örnek olarak dikkatle izliyorum. Çünkü nerede nasıl hareket etmesi gerektiğini çok iyi biliyor, beden dilini çok iyi kullanıyor. Bazı örnekleri ondan bazı örnekleri de Fırat Aydınus Hocamdan alıyorum. Benim hareketlerimi, jest ve mimiklerimi Fırat Aydınus'a benzetiyorlar. Her ikisinin ortasında kalmaya çalışıyorum.

Hakemliğe başlarken örnek aldığınız, beğenerek izlediğiniz hakem ya da hakemler kimlerdi?
Hakemliğe başladığımda, Cüneyt Çakır 2. Lig'de maç yönetiyordu. O dönemde Cüneyt Hocayı bize, 'Çok iyi hakem olacak, dikkatle izleyin' diye lanse etmişlerdi. Beylerbeyi ve Bakırköy statlarında Cüneyt Hocanın çok maçını izlediğimi biliyorum. Sırf nasıl davrandığını, saha içinde nasıl yer aldığını öğrenebilmek için… Fırat Hocamla birlikte çok fazla müsabakaya çıktım. Onun 2 ve 3. Liglerde görev aldığı yıllarda yardımcı hakemliğini, Süper Lig'de ise dördüncü hakemliğini yaptım. İstanbul'da Hüseyin Göçek, Mete Kalkavan, Süleyman Abay gibi tecrübeli hocalarımdan da çok şey öğrendim. Tabiî başladığım yıllarda çok tecrübeli Süper Lig hakemlerimiz de vardı. Serdar Çakır, Muhittin Boşat, Orhan Erdemir gibi… Mesela Metin Seval'in koşu stili çok iyiydi. Şimdi benim de koşu stilimin iyi olduğunu söylüyorlar. Bunu ekstra çalışmalar yaparak düzelttim. Kendime Orhan Erdemir ve Metin Seval'in koşu stillerini örnek almıştım. Muhittin Boşat futbolculuk geçmişinden dolayı oyuncularla iyi diyalog kurardı. Cüneyt Hocanın oyunculara yaklaşımı ve Fırat Aydınus'un beden dili de bende çok büyük etki bırakmıştır.

Yabancı hakemlerden sizi etkileyenler var mı?
Pierluigi Collina'nın futbolcularla diyaloğu, Anders Frisk'in fiziksel performansı ve beden dili, Markus Merk'in de otoritesi benim için hep örnek olmuştur. Bir de beni en çok etkileyen hakemlerden biri Lubos Michel'dir. Galatasaray'ın deplasmanda oynayacağı Leeds United maçına verilmişti. Böylesine kritik bir maça bu kadar genç bir hakemin atanması çok tartışılmıştı. Böyle bir ortamda üst düzeyde bir performans sergilemesi beni de çok etkilemişti. O yaşta böyle zor ve kritik bir müsabakayı yönetebilmek çok önemliydi. Genç hakemlerin de başarılı olabileceğini göstermesi açısından oluşturduğu bu örnekle Lubos Michel'in de kariyer gelişimimde bir yeri var.

Bugüne kadar sahada yaşadığınız en kötü olay hangisiydi?
Bu olaya pozisyon açısından değil de farklı bir açıdan yaklaşıyorum. Futbolun temel unsurlarından birisi de futbolcu sağlığını ön planda tutmak. Yaşadığım kötü olaylar, bıraktığı etkiler açısından futbolcuların yaşadığı talihsiz sakatlıklardır. Mesela bir maçımda topu süren oyuncunun, rakibinin ufak bir müdahalesiyle dengesiz düştüğü için kolunun ters dönmesine şahit oldum. Böyle sakatlıkları içim kaldırmaz açıkçası. Futbolcu sağlığı açısından düşünürsek, başıma gelen en kötü olay bu olmuştur.

FIFA hakemi deyince yabancı dil bilmek çok büyük önem kazanıyor. Bu konudaki eğitiminizden söz eder misiniz?
Yabancı dilin sınırı yok. Eğitime sürekli devam etmeniz gerekiyor. 2001'de C Klasman Yardımcı Hakemi olduğum dönemde, MHK üyesi ve bölge sorumlumuz Serdar Çakır, gelecekte hakemliği düşünenler için yabancı dilin önemini vurgulamıştı. Dernek yönetimimizin yaptığı bir anlaşmayla sadece hakemlere özel bir İngilizce hocasından 2 yıl kurs aldık. Daha sonra yurtdışına seyahatlerim oldu ve o seyahatlerde de bir yandan farklı kültürleri tanımaya bir yandan da lisanımı geliştirmeye çalıştım. 2010'da katıldığım CORE Kursu'nda ise İngilizcenin önemini iyice anladım. Çünkü eğitimin bitiminde bize İngilizce bir video izlettiler. Kursa Ali Palabıyık'la birlikte katılmıştım. O zaman kendi kendimize İngilizcemizi geliştireceğimize dair bir söz verdik… Ve döner dönmez daha kapsamlı bir İngilizce eğitimine başladım. İki yılın ardından "upperintermediate" seviyesine ulaşacak programı tamamlayıp uluslararası geçerliliği olan bir mezuniyet sertifikası aldım. Yine kendimi geliştirmek için yurtdışı seyahatlerimi artırdım. Arkadaşlarımla İngilizce yazışmaya başladım ve şu anda da anadili İngilizce olan bir eğitmenden özel ders almaya devam etmekteyim.

Profesyonel hakemliğin Türk hakemliğine neler kazandıracağını düşünüyorsunuz?
Türk hakemliğinin en önemli projesi bu. Emeği geçenlere, öncülük eden hocalarımıza çok teşekkür ederim. Burada bu işi ilk başlatan Yusuf Namoğlu'na ve bu konuda çağdaş bakış açısıyla devrim yapan Federasyon Başkanımız Yıldırım Demirören'e tüm hakemler adına teşekkür ederim. Üst düzey bir hakem olmaya başladıysanız kendinize ait bir başka hayat yaşama şansınız yok. Buna zamanınız yok. Kadroda çok değerli hocalarımız var. Onlarla birlikte antrenman, pozisyon analizi hatta hakemlik sohbeti yapmak bile hayal kadar güzel. Onlardan ben dâhil tüm hakem arkadaşlarımızın öğreneceği çok şey var. Her biri Türk hakemliğinin son 10 yılına damga vurdu. Ben de bu güzide kadronun bir parçası olmak isterim.

Hakemlik kariyerinizdeki hedefleriniz neler?
Bu işe başladığım zaman kısa ve uzun vadeli hedeflerim oldu. Zaten bir işe hedef koymadan başlıyorsanız bir yere gelebilmeniz de mümkün değil. Kısa vadeli hedeflerim hep bir sonraki müsabakama iyi hazırlanıp başarılı olmak, daha sonra bir üst klasmana terfi etmekti. Uzun vadeli hedefim ise en üst klasmana çıkmak ve FIFA hakemi olmaktı. Şu anda bütün bu hedeflerimi gerçekleştirdim. En büyük hedefim Cüneyt Çakır'ın izinden gidip onun yönetmediği müsabaka kalırsa o müsabakayı yönetebilmek. Hakemliğe ilk başladığımda hedefim Dünya Kupası finali yönetebilmekti. Şu anda bu hedeften bir sapma yok. Bu yönde çalışmalarıma devam edeceğim. Dünya Kupası finali yönetebilirsem ve Cüneyt Hocamın başardığı gibi Şampiyonlar Ligi finalinde düdük çalabilirsem hedefime ulaşmış olacağım.

Dünya Kupası finallerinden değil, direkt finalinden söz ediyorsunuz değil mi?
Evet, evet… Dünya Kupası'nın final maçından söz ediyorum. Türk hakemliği bunu kısa süre içinde başaracaktır. Cüneyt Hocamın bunu başarabileceğini düşünüyorum. Sonrasında tekrarını getirebileceğimize de inanıyorum.

Hakemlik dışındaki hayatınızda neler var?
2007 yılında evlendim ve evliliğimin bana uğur getirdiğine inanıyorum. Eşimle 2005 yılının ilk aylarında tanışmıştık. Bir gün ona, telefon konuşmamız sırasında 'Takvime bakar mısın, 07.07.2007, Cumartesi gününe mi geliyor' diye sordum. 'Evet' cevabını alınca da 'O zaman seninle o gün evlenebiliriz' dedim. Garip bir evlenme teklifi gibi oldu ve söylediğim tarihte evlendik. O yılın sonunda da A Klasman hakemi oldum. Askerden döndükten sonra 2010 yılında oğlumuz Rüzgâr Ateş, 2012 yılında da kızımız Deniz Ada dünyaya geldi. Bu isimlerin de bir hikâyesi var. Karşılıklı tanışmadan önce eşim, o dönemde görev yaptığım şirketin personel kayıtlarında ismime rastlamış ve 'Deniz Ateş' ismi çok ilgisini çekmiş. Deniz ve Ateş ismini çocuklara vermek evlenmeden önce eşimin aldığı bir karardı. Yoksa konu benim megalomanlığım değil (gülüyor). 2010'da Rüzgâr Ateş doğdu ve ben o yıl askerden dönüp iyi müsabakalar çıkartarak CORE Kursu'na katıldım. 2012'de Deniz Ada dünyaya geldiğinde de Süper Lig'e terfi ettim. Bana uğur getirdiklerine inanıyorum. Eşimin hakemlik kariyerime verdiği destek çok büyüktür. Dışarıda yaşam koçluğumu üstlendiğini de söyleyebiliriz. Ben de hakemlik hayatından kalan zamanlarımda ailemle çokça vakit geçirmeye gayret ediyorum. En sevdiğimiz şey sinemada çocuk filmleri izlemek. Bir de sahile inip ailece bisiklete binmekten çok keyif alıyoruz. Seyahat etmekten de çok hoşlanıyoruz. Yurtdışı seyahatlerine eşimle gidiyorum. Çocuklarımla ise yurtiçi seyahatleri yapıyoruz. Arabaya atlayıp yolun götürdüğü yere gitmeyi seviyoruz. Birlikte yolculuk yapmaktan büyük keyif alıyoruz. Bunların dışında müzik dinlemek de çok hoşuma gidiyor. Yerli, yabancı, pop, arabesk her tür müziği dinliyorum. Hakemliğe başlamadan önce Tarsus'ta korodaydım. Bağlama kursuna gidiyordum. Zaten türkülerle büyümüştüm. Dinlemeyi de söylemeyi de severim. İki abim de bağlama çalar ve bir araya geldiğimiz ortamlarda mutlaka bağlama çalınır, türküler söylenir. Geniş aile toplantıları ve bir arada olabilmek bizim için çok değerlidir.
CİHAN
<< Önceki Haber Deniz Ateş Bitnel: Ömrümün yarısı kadar hakemlik tecrübem... Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER