‘Devlet içerisinde sürekli bir dalaşma, bir iç savaş var, daha da sertleşecek’

Yektan Türkyılmaz: Çok önemli kırılma noktası 15 Temmuz. Tek adam rejiminde ardı arkası gelmez rejim içi devlet içi savaş var. Bu rejim Haziran 2023'e kadar ayakta kalacak mı bilmiyoruz. Rejim blokunda bir çatırdama olmazsa, bu iktidar seçime gitmez. İç savaş daha da sertleşecek.

SHABER3.COM

Kronos34.news'ten Mehmet Şahin'in Yektan Türkyılmaz'la gerçekleştirdiği röportajdan bir kısmını yayınlıypruz. Tamamını okumak için lütfen tıklayınız,

Central European University’den akademisyen Yektan Türkyılmaz ile Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Sezen Aksu hakkındaki dil koparma söyleminden neden geri adım attığı ve bu geri adımın devlet içi kavgada ne anlama gelebileceği üzerine konuştuk. Doğal olarak konuşma Erdoğan rejiminin geleceğine ve Kürt siyasetinin bu gelecekte oynaması muhtemel rolüne geldi. Türkyılmaz sözünü esirgemedi…

Cumhurbaşkanı Erdoğan, ‘hitabım Sezen Aksu’ya değildi’ dedi. Biz mi yanıldık yoksa Erdoğan Davos ve Mavi Marmara’da olduğu gibi geri adım mı attı? Ne diyorsunuz?

Aslına Erdoğan açısından baktığımız zaman siz Davos ve Mavi Marmara’yı söylediniz, örnekler çoğaltılabilir. Çok gerilere gidilerek çoğaltılabilir. Ama burada geri adım atmak yerine bir U dönüşünden bahsedebiliriz. 180 derece farklı bir yere döndü. İşte dilini kesmekten, dilini koparmaktan bahsederken bir yanda müziğimizin önemli saygı değer bir siması olarak sundu. Tabii bunun mimarisine bakmak lazım. Bu durum nasıl geliştir. Çünkü bu krizin gelişme mimarisi bize rejiminin işleyişi ile ilgili oldukça kıymetli doneler veriyor.

Ne gibi doneler veriyor?

Türkiye’de nasıl bir rejim var konusunda oldukça çarpıcı bir fikir veriyor. Biz Sezen Aksu’yu neden konuşmaya başladık. Malumunuz Milli Beka Hareketi denilen bir gruptan çıktı. İsmi yakın zamanda duyulmaya başlandı. Nasıl kişiler olduklarına ilişkin…  İçinde tehditler olan, çok burada dile getirmek istemediğim tehditler olan konuşmalar da yapıyorlar. Oradaki şekillerine de baktığınız zaman nasıl bir grup olduklarını anlarsınız. Böyle dinle diyanet ile ilişkisi olan, İslami gelenekten gelen bir grup değil ve rivayet odur ki, o yönde de kuvvetli deliller var, Süleyman Soylu’ya yakında bir isim bir çevreymiş.

ERDOĞAN KUDRETLİ TEK ADAM AMA SOYLU’YU GÖREVDEN ALAMIYOR, NEDEN?

Soylu’ya yakın olmaları neden önemli sizce?

Şimdi Türkiye’ye dışarıdan baktığınız zaman çok kuvvetli bir liderin kontrolünde bir ülke gözüküyor. Güçlü liderler aslında hiçbir zaman o kuvvette değillerdir. Bunun tarihte çok örnekleri var. Mesela Stalin çok iyi bir örneğidir. Başka örnekler de verilebilir. Ancak Erdoğan’ın kuvvetle ilişkisi veya kudretle ilişkisi çok sorunlu. Şunu unutmamak gerekiyor ki Erdoğan kişi kültürü veya Erdoğan tek adamlığı bir ittifaklar üzerine yükselen bir liderlik, bir tek adamlık. Erdoğan siyasi kariyeri boyunca aslında hep bir ittifak siyaseti güttü. Ama özellikle 2014 sonrası, 2015 sonrası geliştirdiği ittifaklar çok yüksek maliyeti olan ittifaklar. Öyle ki Erdoğan yakın zamanda İçişleri Bakanı’nı 2 kere görevden almak istedi, ikisinde de başarısız oldu. Bir tek adam var ama tek adam bir bakanı görevden alamıyor. O bakan da bir emniyet müdürünü görevden alamadı. Böyle bir karmaşık, ilginç bir görüntü arz eden bir sistem var. 2014’ten bu yana gelen bir süreç bu, belki biraz daha da geriye götürebilir. Ama çok önemli kırılma noktası 15 Temmuz 2016. Bir yandan bir tek adam rejimi kurulurken öte yandan da iflah olmaz ardı arkası gelmez bir iktidar içi rejim içi devlet içi savaş söz konusu. Yani tabiri caizse devletin iç savaşı söz konusu ve bu bitmiyor.

DEVLET İÇİNDE İÇ SAVAŞ VAR, SÜREKLİ BİR DALAŞMA İÇERİSİNDELER

Güç savaşı mı hocam?


İç savaş dedim. Tabii ki bir güç savaşı da. Ama en nihayetinde güç için yapılan bir savaş. Ama varlık yokluk savaşı her grup açısından da. Çünkü bir yandan bu rejimin muhteviyatı, aldığı şekil, normalde mesela var olamayacak, normalde ulaşamayacakları güçlere, imkanlara ulaştırdı belli kesimleri. Bugün özellikle 15 Temmuz sonrasında devlet gücünü, devlet olanaklarını paylaşan gruplara bakarsanız, bunların Türkiye tarihindeki herhangi bir noktada o olanaklara ulaşmaları mümkün değildi. Kendilerine haksızlık edildiği için değil, düşlerinden bile geçemeyecek, çünkü ona kifayet edemeyecek oldukları için. Şimdi şunu görüyoruz devletin iç savaşı dediğimiz zaman, bu ittifak, rejim ittifakı çok parçalı bir tablo ve bu parçalı tablo. Bir yandan Erdoğan’ı yükseltirken, diğer yandan da sürekli bir iç dalaşma içerisinde, iç kavga içerisinde. Bir klanlaşma söz konusu. Bu grubun Süleyman Soylu’ya yakın olduğu söyleniyor ama benzer bir şekilde Metin Külünk’e yakın gruplar olduğu söyleniyor. Bilemiyoruz çünkü bir korku rejimi ve bürokrasi ile ilgili siyaset koridoru ile ilgili bilgi akışında sorun var. Bunları kamuoyuna düşmüş bilgi parçacıklarından bu sonuçları çıkartıyoruz.

REJİMİN BLOKLARI DÜŞMAN ÜRETME VE SARAY’A SUNMA REKABETİ İÇİNDELER

Bu güç savaşından kaynaklanan bilgi parçacıkları. Yani kendi aralarındaki mücadeleden kasıtlı olarak zaman zaman sızdırdıkları bilgiler.

Kesinlikle. Zaten son zamanlardaki sızmalara bakarsanız bunların hiçbiri dışarıdan bulunmuş şeyler değil. Kendi rejim içerisindeki o savaşın çatırdama sonucu çıkmış, işte en güzel örneği Sedat Peker. Benzer çok sayıda irili ufaklı örnekler var. İstanbul Grubu deniyor başka bir grup var. MHP’nin ayrı grupları var. Bir tek bürokrasi içerisinde, bir tek polis içerisinde, bir tek sağlık bakanlığı içerisinde değil, sokakta da bunlar birbiri ile kavga edilebiliyorlar. Çünkü sokak uzantıları da var. Bu gruplar birbirleri ile rekabet halindeler. Ne için rekabet halindeler. Rejimin en tepesine bir mal üretme rekabeti içerisindeler. Bu mal nedir? Eğer Türkiye’nin son 6-7 yılda nasıl yönetildiğine bakarsanız, bu mal şudur esas itibariyle; bir düşman üretme rekabeti içerisindeler ve bu düşman üretip rejimin tepesine sunma iddiasındalar.

TÜRKİYE’NİN DUYGUSAL TARİHİNE DERİN İZLER KAZIMIŞ BİR İSİM SEZEN AKSU

Sezen Aksu’dan önce Tarkan’ı düşman ilan etmişlerdi.

Evet, Sezen Aksu’dan 1 hafta veya en fazla 10 gün önce, bir cuppa cuppa üzerinden Tarkan’ı hedef göstermeye çalıştılar. Cuppa cuppa diyerek aslında cunta cunta demeye çalıştığı filan. Bu günlük geçildi büyük ölçüde ama arkasından bu büyük bombayı patlattılar. Sezen Aksu bombasını patlattılar. Sezen Aksu tabii biraz daha farklı bir figür. Çünkü Sezen Aksu, Türkiye’nin duygusal tarihine çok derin izler kazımış birisi, bir müzisyen. Hatta bir sosyal medya paylaşımında görmüştüm. Acaba hangi birimiz Sezen Aksu şarkıları ile aşk acısı çekmedik diye. Böyle bir isimden bahsediyoruz ve bu ismin dine hakaret veya kutsallara hakaret iddiası çıktıktan sonra bu cuppa cuppa gibi olmadı. Bunun bir karşılığı olduğu görüldü ve işte o farklı isimler işte din diyanet isimleri ve en kritiği de Bahçeli. Grup toplantısında Sezen Aksu’yu bizzat hedef aldı Minik Serçe diyerek. İşte kuzgun olma serçe ol vs.

Kuzgunluğa soyunma dedi, minik serçe ise minik serçe ol diyerek.

En nihayetinde de hiç koreografisi yapılmadan Çamlıca Camii’nde Erdoğan çok agresif bir dilde ilan etti. İlginçtir oradaki cemaatten de çok da olumlu, cemaat bile şaşkınlığı içerisinde dikkat ettiyseniz. Olumlu veya olumsuz bir tepki göstermek yerine bir donma hali vardı sanki. Büyük bir sessizlik ile dinlediler.

REJİM BLOKU İÇİNDE BİR KESİM BASTIRDI ERDOĞAN U DÖNÜŞÜ YAPTI

İrkiltici bir dil çünkü. Neticede camidesiniz ve dil koparmaktan söz ediyorsunuz. Neden geri adım attı? Sezen Aksu’nun toplum üzerindeki gücü nedeniyle mi?


Tabii o kısmı var ama.. Kamuoyuna da düştü ve bu konuşma olduktan sonra iletişim başkanı Fahrettin Altun basına düşmemesi konusunda elinden ne geliyorsa yapıyor ancak bu olmadı. Sızdı bir şekilde o görüntüler. Bir anda Türkiye gündeminin 1 numarası haline geldi bu konu. Şimdi Erdoğan için tabii çok büyük bir öncelik sürekli güçlü olduğunu göstermek. Erdoğan’ın siyaset yapma biçim tarzına bakarsak, iktidar ortaklarını memnun etmeyi öncelediğini düşünüyorum. Bu U dönüşünde ilginç olanı ise, iktidar rejim bloku içerisindeki bir kesimin, diğer kesim rağmına Erdoğan’ın pozisyonunu değiştirebiliyor olması. Bu başlı başına Erdoğan’ın kendi tabanına, taban derken rejim bileşenlerini diyorum, vermek istemediği bir görüntü ve Erdoğan bu görüntüyü vermek zorunda kalmış olması, kendi başına rejim içerisindeki işlerin nasıl bir seviyede olduğunu gösteriyor.

Şimdi nasıl geri adım attı konusuna gelirsek; Sezen Aksu başka isimlerle karşılaştırılabilir bir isim değil. Türkiye müzik tarihinde de sanat tarihinde de çok az isimle belki karşılaştırılabilir. Toplumun farklı kesimlerini kesen bir isim. Siyaseten çok kritik anlarda, 80’lerde 90’larda değil mi, diyelim ki bir Ceylan Özkul’du bir askeri saldırıda veya bir bomba patlamasından ölmüş bir çocuğa da günü gelip şarkı yapmış. 80’lerde Son Bakış hiç unutulmaz bir şarkıdır. Esas itibariyle siyasi bir kişi değil, bir kimlik değil. Bunun etrafında gelen büyük bir tepki kesinlikle etkili oldu.

MUHALEFET PARTİLERİ SEZEN AKSU’NUN ERDOĞAN’A TEPKİSİNİ ÖRNEK ALMALI

Verdiği cevap da çok konuşuldu, paylaşıldı


Evet, bence çok kritik bir etki Sezen Aksu’nun Avcı ile verdiği cevap. Muhalefet açısından da örnek alınacak bir cevaptı bu. Çünkü rejimi olan bitenin normalliğini değil sıradışılığını, düzeltilemezliğini ve bir yandan da buna karşı yapılacak olanın taviz vermemek olduğunun altını çizen bir şarkı. Sen avcısın diyor ben de avım diyor. Bizim aramızdaki ilişki bu diyor. Ama ben de, evet sen güçlü konumdasın, benim de marifetlerim var. Çünkü benim de dilim var, sözüm var ve sen bunları ne anlayabilirsin, ne kesebilirsin. Şimdi dikkat ederseniz burada sen güçsüzsün demiyor veya yapma etme de demiyor. Sen zaten konumun bu diyor. Ama sen de şunu bilmelisin ki ben de bu gibi bir metot ile , bu gibi bir üslup ile, bu gibi bir siyaset ile ortadan kaldırılabilecek, tabiri caizse her kuşun eti yenmez dedi.

Bir meydan okuma da var. Kim yolcu kim hancı dur bakalım. Yapabileceğin bu en fazla ama ben sanatımla hep var olacağım dilimi ezemezsin mesajı çok net.

Çok. Ve bence çok kritik bir nokta da bunun değişmeyeceğini vurgulaması. Bir sabit kimlik atfediyor ona. Sen şusun diyor ve yapma etme diyen bir söz de yok. Sen rolünü oynuyorsun ama ben de kendi imkanlarımla buna boyun eğmeyeceğim dedi ve bence bunun da etkisi var. Sonuçta Erdoğan için bence çok büyük bir kamuoyu nezdinde olmasa bile kendi rejim bloku içerisinde büyük bir itibar kaybı.

ERDOĞAN GEZİ’DEN BU YANA KENDİSİNİ SİYASETEN GÜVENDE HİSSSETMİYOR

Erdoğan Gezi’den itibaren, bilinçli, kasıtlı, sistematik şekilde ötekileştiren, aşağılayan bir dil kullanıyor. Bu siyaset yapma tarzının gereği mi? Bu bir mücadele aracı mı?


Türkiye’deki rejimin şu anki şekillenişinde çok önemsememiz gereken bir nokta var; Rejimin tepesinde kimin olduğu ve onun psikolojisi. Onun psikolojik tarihi, onun psikolojik şekillenişi bugün Türkiye’deki siyasete çok büyük etkisi var. Bunu göz ardı edemeyiz. Doğal demeyeceğim de böyle bir psikolojik tabandan geliyor. Türkiye’de siyasetin dili sokağın diline bu kadar herhalde hiçbir zaman yaklaşmamıştı. Bir sosyolojik tabanı da var. Doğal diyemeyeceğim ama sosyolojik ve psikolojik temelini böyle görmek lazım. Çünkü bir kişi kültü kuruldu Türkiye’de. Son özellikle 10 yılda ve bu kişi kültünün kurulma süreçleri ve kurulmuş olması, kişinin psikolojisini ve sosyolojisini önemsememizi gerektiriyor. İşin esasının siyasi olduğunu, siyasal olduğunu unutmamak gerekiyor. Burada siyasal derken de 2 noktanın altını çizeceğim. Birisi çok yaygınca söylenen, vurgulanan bir nokta. O da şu ki, Erdoğan’ın büyük ölçüde diğer çağdaş dönemde otoriter rejimlerde olduğu gibi bir kutuplaştırma, düşmanlaştırma, karşı karşıya getirme siyaseti olduğu ve bunun için de hedef göstermeler, parmak sallamalar, kategorik olarak kötü ilan etmeler ve ahlaki üstünlük ve ahlaksızlık üzerinden, moral üstünlük ve moral değerlerden mahrum olmak üzerinden, bunlar çok kuvvetli ve keskin düşmanlaştırma kategorileri oluşturduğu. Ve şurada çok haklısınız. Gezi çok önemli. Çünkü Gezi, Erdoğan için de bir kırılma noktası. Hem kendisini siyaseten daha az özgüvenli hissettiği bir nokta. Bunun tabii çevresel de koşulları var. Mısır’da olup bitenler. Tabii Mısır’da olan AKP iktidarı ile ilişkilerini düşünürsek bunun ne kadar kritik olduğunu hatırlayacağız.

REJİM MEŞRUİYETİNİ SANDIK DEĞİL 15 TEMMUZ’DA DÖKÜLEN KANDAN ALIYOR

Ve tabii ki 15 Temmuz…


Evet, diğer bir siyasal nokta 15 Temmuz’dur.15 Temmuz’u çok önemsememiz gerekiyor. Çünkü 15 Temmuz, Türkiye’deki siyasetin parametrelerini ya tümden değiştirdi ya da büyük ölçüde yeniden şekil verdi. 15 Temmuz itibariyle biz iktidar yapısında şöyle bir değişim görüyoruz. Artık meşruiyetini geçici ve sandıktan aldığı bir meşruiyet olarak görmeyen bir iktidar var. Meşruiyetini milletten, daha doğrusu kendi taraftarı olan unsurları, sokakta o gece döktükleri kandan aldığını varsayan bir iktidar var. Bu noktada da kendisini devrimci gören bir iktidar var. Şimdi devrimci ifadesinden kastım, toplumu, siyaseti, kültürü kökünden ve kendi tahayyülüne göre değiştirme hakkını kendinde bulan bir rejim var. Dolayısı ile kullanılan dil, tarif etme dili, lanetleme dili. Aynı zamanda o kişileri, o grupları, o kesimleri, kendisinde değiştirme hakkı görmesi ile de ilgili. Teknik literatürde olumlu anlamda kullanılıyor. Benim kullandığım daha böyle siyaset bilimde, sosyolojideki tarifi. Yani kendisinde sorgulanamaz dönüştürme kuvveti, kurma ve bozma hakkı görmeyi çerçeveleyen bir kavram olarak kullanıyorum. Dolayısı ile bu şekil bir kendilik imajı da o dili bence belirliyor.

O dil artık sıklıkla İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı İmamoğlu’na karşı kullanılıyor?İstanbul’daki son kar krizinden sonra özellikle.

Ne olup ne bittiğinden çok hep algı deniyor ya ben o ifadeyi kullanmaktan imtina etmeye çalışıyorum. Algı ve algı yönetimi. Hatta kimileri mühendislik de diyor. Şimdi algı yönetiminde kazanmak gibi bir eğilim var. Yoksa sokaktaki duruma bakarsak özellikle yeni inşa edilen havaalanında yaşanan skandal, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin yetki alanının, sorumluluk alanının dışındaki yerlerdeki durumlara bakarsak İBB’nin çok başarısız olduğunu söylemek mümkün değil. Ama Türkiye siyasetleri öyle bir hal aldı ki iktidarın her hangi bir kusuru yok ki makul görülmüyor veya bir şekilde açıklanamıyor olsun. Bugün ilk 1 saatlik yemekten bahsediyoruz. Bugün bakanlık koltuğunda oturan insanlarla ilgili çok somut iddiaları düşünün ki, suç örgütleri ile ilişkiler, kimi cinayetlere isimlerinin geçmesi, yolsuzluklar vs. bunların hepsinin bir şekilde dış güçler, iç güçler, komplolar, montajlar vs. hepsi makul görülebiliyor. Öte yandan muhalefetin yükümlülüğü pürüzsüz ve mükemmel olmak.

ERDOĞAN İSTANBUL YENİLGİSİNİ HİÇBİR ZAMAN İÇİNE SİNDİREMEDİ

Erdoğan’ın kişisel hesabı var sanki bir taraftan da…


Tabii Erdoğan için 31 Mart seçimi 2019 ve arkasına 23 Haziran İstanbul’un kaybı çok önemli. Psikolojik olarak da çok önemli. AKP için örgütsel olarak çok önemli. Çünkü onu görüyoruz AKP’nin kendi örgüt ağının nasıl İstanbul Belediyesi etrafında canlı tutulduğu, beslendiğini çok artık net görüyoruz. Özellikle Ekrem İmamoğlu başkanlık koltuğuna oturduktan sonra. Erdoğan için psikolojik kısmından bahsettim. Psikolojini önemsemeliyiz diye.

Neden önemsemeliyiz Erdoğan’ın İstanbul psikolojisini?

Çünkü çok büyük bir belki de hayat boyu unutmayacağı bir kayıp anı. Hiçbir zaman sindiremediği bir an. Erdoğan yenilgiyi sindiremeyen bir figür. 90’lara varan. O zaman Milli Görüş geleneği içerisinde, Refah Partisi içerisindeki parti içindeki siyasi rekabetindeki çekişmelerinde bile böyle olduğunu görüyoruz ki bu kayıpların belki de en kritiği, en derin izler bırakanı şüphesi İstanbul Belediyesi. İmamoğlu’nun kazandığı beklenmedik ve 2. Seçimi de düşünürsek çok baskın zafer. Dolayısıyla Erdoğan bir yandan bunu unutamıyor. AKP bu kaybı bir türlü sindiremiyor ve bu baskı altında İmamoğlu’na yöneliyor. Büyük çabalarından sonra ilk kez bir fırsat yakaladılar. O yakaladıkları fırsat aslında karla mücadeledeki beceriklilik beceriksizlikten öte bir iletişim beceriksizliği ile ilgili bir fırsattı. Daha doğrudan söylersem, aslında isim vererek söylersem bir yandan Murat Ongun’un hediye ettiği bir diyelim ki imkandı, olanaktı iktidara.

AKP’NİN GÜNAH İŞLEME ÖZGÜRLÜĞÜ VAR AMA MUHALEFET’İN YOK

Hatırlatalım. İBB basın sözcüsü Murat Ongun o sırada ailesi ile İsviçre’de tatilde. Fakat sosyal medya paylaşımlarını İstanbul’daymış gibi yapıyor.


Baştaki çerçeveyi söylersek muhalefetin pürüzsüz, kusursuz olması gerek. Öyle bir algı var ve maalesef kimi unsurları tarafından da kabul görüyor. Kamuoyunun genelinde iktidar tabanında böyle bir beklenti, böyle bir mecburiyet dayatılıyor muhalefete. Muhalefetin bir kısmı da bu baskı altında siyaset yapıyor.

Oysa 15 Temmuz gecesi Ankara’da Kazanda olduğunu söyleyen AKP’li başkanın yalan söylediği ortaya çıkmıştı?


Valla bence öyle ve bir örnek verdiniz. Bence iktidar rejim bloku ile ilgili sınırsız örnek verilebilir. Tabii  17-25 Aralık’ı da hatırlamak gerekecek. Şu anlamda hatırlamak gerekecek. İktidarın orada bence kendi destekçşlerine sorgudan yargıdan ve cezadan muaf kalabileceklerini müjdesini verdi. Dolayısıyla bir tek onlar siyasi partinin bir rejimin destekçisi değil aynı zamanda imtiyazlıların grubuna üye olacaklar. İşte bu imtiyazın bir kısmı da herhangi bir kusura sahip olma, hani günahı işleme hakkımız deniyordu ya onun gibi bir durum. Kendilerinin günah işleme hakkı var ama diğerleri..

İMAMOĞLU’NUN EN BÜYÜK ŞANSI ERDOĞAN ÜZERİNDEKİ YENİLGİ PSİKOLOJİSİ

Ama muhalefet günah işleme özgürlüğüne sahip değil.


Muhalefet ancak sütten çıkma ak kaşık veya ilk doğduğu günkü masumiyet ve kusursuzlukta olabilir. Diğer taraftan bence Erdoğan eline geçirdiği bu fırsatı ilginç bir şekilde büyük ölçüde çarçur etti. Nerede çarçur etti? Önceki günkü artık basın açıklaması mı diyeceğiz buna, basın ile toplantı mı diyeceğiz, dostlar meclisi mi diyeceğiz. Orada. Çünkü tek bir konuda kalsaydı muhtemelen çok büyük, en azından bir miktar getirisi olabilirdi. Ancak ne yaptı. Bunu torba kanunları gibi torba muhalefete yüklenmenin parçası haline getirince bence etkisini büyük ölçüde kaybettiği gibi hatta terse bile dönmüş olabilir.

Televizyon açıklamalarını mı kast ediyorsunuz?

Evet, orada aynı anda Sezen Aksu U dönüşü, aynı anda Öcalan ve Demirtaş açıklaması, aynı anda özel bankalar açıklaması ve bu hercümerç içerisinde bence biraz gümbürtüye gitti ve çarçur oldu. Muhalefet özellikle İmamoğlu açısından çok büyük bir şans, bir psikolojik baskı ve öfke ile yüklenmesi iktidarın. Çünkü böyle olunca da bu gibi hamleler en nihayetinde İmamoğlu’na yarıyor. 31 Mart sonrasındaki eğer rejim çevrelerinin propagandalarını veya hamlelerini düşünürsek bir etki yaratmayacak, yaratmadı. Bundan karlı çıkacak mı bilmiyorum İmamoğlu ama en azından deneyim olarak eğer bir sonuç ve ders çıkartırlarsa deneyim olarak kar hanelerine yazılacağını düşünüyorum.

REJİMİN DİLİNİ DAHA DA SERTLEŞTİRMESİNİ BEKLEMEK ÇOK GERÇEKÇİ

Ankara ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanları üzerindeki baskıyı artırır mı iktidar?


Türkiye ile ilgili konuşurken normal bir ülkeden, normal bir rejimden, normal bir siyasetten, normal bir iktidardan, belediyeler ve merkezi idare arasında normal bir ilişkiden bahsetmediğimiz çok açık. Zaten iktidar ortakları belediyeleri bölüştü gibi sanki. Mansur Yavaş’ı MHP markajda tutuyor. İmamoğlu zaten Erdoğan için neredeyse kişisel bir mevzu haline gelmiş. AKP ve Saray sürekli bir İmamoğlu markajında. Bir de yakın zamanda iktidarın siyaset yapma biçimine bakarsanız siyaseti artık pozitif bir siyaset değil, negatif bir siyaset. Negatif siyasetten kastımız ne ? Hani futbolda oynamak yerine oynatmamak diye bir ifade kullanılır ya onun gibi bir şey. Ne yeni, gerçekçi bir vaat, ne gerçekçi bir diyelim ki iyileşme ihtimali, işareti, projesi, istikameti var. Onun yerine had bildiriliyor, efendim tehditler uçuşuyor, negatif siyasetin bir kısmı bu. İkinci kısmı ise sürekli baskılanıyor muhalefet. Arada sorun yaratmak için. Bu sorun yaratma çabasında da belli konular sürekli öne çıkıyor. Kürt meselesi etrafında sıkıştırmak. Kürt meselesini öne sürüp özellikle İYİ Parti’nin üzerinden Millet İttifakı’nı kaşımak.

Diğer bir kısmı da tabii ki başkan kim olacak, adayınız kimdir vs… tartışması Bu negatif siyaset artarak devam edecek. Türkiye’de baskılar da artacak. Türkiye de rejimin dilinin daha sertleşmesini beklememiz de çok gerçekçi ve çok makul. Özellikle belediyeler üzerindeki baskılar da artacak. Baskı arttığı zaman hatalar da yapılabilir. Muhalefetin esas olarak ilgilenmesi gereken şey kusursuz olmak değil. Hata yapmamak değil. Bu hatalar yapılacak ama bu hataların nasıl idare edileceği, nasıl koordine edileceği, nasıl kamuoyuna sunulacağı üzerine bence kafa yormaları çok elzem olacak. Çünkü dediğim gibi Saray ve genel olarak da rejim muhalefet için siyasetin sıcaklığını sürekli yükseltiyor olacak diye düşünüyorum.

İktidar, muhalefetin oyununu bozmak istiyor ama muhalefet de Kılıçdaroğlu üzerinden oyun kurmaya çalışıyor. Millet ittifakı nasıl etkilenecek Diyarbakır söyleminden?

Şimdi Diyarbakır meselesi, Kürt meselesi her parti için iktidarda farklı, muhalefette başka bakılan bir meseledir. İktidara gelen her parti her grup mutlaka bu işi belli bir önemini, ciddiyetini o koltukta zaten anlayacaktır ve ona göre davranacaktır. Dolayısı ile muhalefet partilerinin, biraz da özellikle de milliyetçi muhalefet partilerinin muhalefetteyken daha yüksek tonda konuşmalarını anlayabiliyorum. Makul görüyorum demeyeyim ama anlaşılabilir belki.

TÜRKİYE’NİN EN RADİKAL MİLLİYETÇİLERİ MHP’DE DEĞİL İYİ PARTİ’DE

İYİ Parti hep Millet İttifakı’nın yumuşak karnı olarak görülüyor. Sizce de öyle mi?


İYİ Parti ilginç bir parti. İYİ Parti bir lider partisi. Meral Akşener’in partisi. Ancak İYİ Parti bir yandan birçok siyasi analist merkez sağdaki boşluğu dolduran parti olarak da takdim edilmeye çalışılıyor. Bunun kısmen doğru olduğunu düşünüyorum. Çünkü İYİ Parti tabanına baktığınız zaman geçmişte daha gerilere gidersek Adalet Partisi, ANAP DYP tabanından destekler aldıkları doğrudur. Şehirli seküler, milliyetçi, eski anlamda muhafazakar, çünkü muhafazakar kelimesi de sanırım 2000’lerden sonra mana değiştiren kelimelerden birisi oldu. Diyelim ki bizim 2000 öncesi bildiğimiz anlamı ile muhafazakar kesimler var. Ama bir yandan da Türkiye’de Türkiye siyasetine bugüne kadar aslında çok da öne çıkmamış, ta 30’lardaki en böyle diyelim ki deneysel milliyetçi dönemlerde bile marjinal kalacak, ultra milliyetçi, aşırıcı kesimleri de barındıran ve hatta bu kesimlerin Meral Akşener üzerinde de etkili olduğu bir parti. Bir anlamı ile de Türkiye’de şu ana kadar gördüğümüz en sağ parti olmuş olabilir. Şimdi en sağdaki, en milliyetçi, en radikal milliyetçi unsurları barındıran bir parti. Şimdi dolayısı ile buradaki Kılıçdaroğlu’nun sürdürmeye çalıştığı denge biraz zor bir denge. Bir yanı ile bugüne kadar gelmiş olmasını başarılı görmek lazım. Bu kadar yıldır artık oldukça yıllar oldu ve iktidarın da birçok manipülasyonuna, baskısına ve özellikle Kürt meselesi etrafında kurcalamasına rağmen gelebilmeleri aslında bir yanı ile başarılı. Şimdi ben burada İYİ Parti etrafında da hissedilen bir baskı olduğunu düşünüyorum. O da şu. İYİ Parti evet millet ittifakının içeriği değişebilir belki. Yahut şu olabilir. Millet İttifakı bir iktidar ittifakı olmaktan uzaklaşıp salt bir seçim ittifakı olarak yoluna devam edebilir. Yahut bu bile bozulabilir. Ancak bu bence şu sonucu getirmeyecektir. Meral Akşener bunu birkaç sefer kendisi de ifade etti. Merak Akşener’in üzerine yükseldiği taban, onun taraf değiştirmesine, Millet İttifakı’ndan Cumhur İttifakı’na yönelmesi ile öbür tarafa geçecek bir taban değil. Dolayısı ile burada olacak şey aslında Erdoğan’ın kazanç diyebileceği nokta, muhalefeti kendi içerisinde parçalamak.

İYİ PARTİ TÜRKİYE’NİN GELECEĞİNDE ÇOK OLUMSUZ ROLLER OYNAYABİLİR

Bir yandan bunlar olurken Kürt meselesi etrafında, diğer yandan tabii 6 liderin bir araya geleceğine dair sözler dolaşıyor. Beraber açıklama yapacaklar. Bir yandan da Millet İttifakı genişleme eğilimleri de gösteriyor. Yani İYİ Parti ile ilgili son olarak söyleyeceğim dediğim gibi bir lider partisi. Biraz da yamalı bohça bir parti. HDP meselesindeki açıklamalarına bakarsak çok zikzaklarla dolu. Dolayısı ile biraz beklemekte de fayda var. Ancak İYİ Parti’nin Türkiye’nin geleceğinde maalesef çok olumsuz etkiler, çok olumsuz roller oynama ihtimali olan bir parti olduğunu da düşünüyorum. Dediğim gibi Cumhuriyet’in en keskin, en radikal, en deneysel dönemlerinde bile marjinal kalmış unsurları içinde milliyetçi, aşırıcı milliyetçi unsurları içinde barındıran, Turancı unsurları içinde barındıran, bu unsurları da dönem dönem liderin çok samimi yaklaştığı, göz kırptığı bir parti. İYİ Parti’nin nereye evirileceğini hep beraber göreceğiz veya millet ittifakı içerisinde nasıl bir rol oynayacağınız.

İYİ Parti 30’lara benzeri bir keskinliğe yönelirse seçimle iktidarın el değiştirme olasılığı çok zayıflar gibi görünüyor. Katılıyor musunuz?

Şunu düzeltmek isterim. Ben 30’lar gibi bir siyaset izliyorlar demiyorum, demedim. 30’larda bile, en radikal dönemde bile, bunu partinin tamamı için de söylemiyorum, isim de verebilirim. Belli unsurlar, kaldı ki bunlar kamuoyunca da biliniyor zaten. Belli unsurlar, 30’lardaki en keskin dönemden bile daha keskin bir milliyetçilik. İlla ki 30’ları bir bütün olarak temsil etmek anlamında değil. Sadece milliyetçilik etrafında kıyasladım. Diğer bir şey de, tabii Türkiye’de bence artık muhalefet partileri en azından nelerin yapılamayacağı konusunda Türkiye’de, bir ders aldılar. Son 20 yılda özellikle bunun son 10 yılında, nelerin yapılamayacağı konusunda bence yeterince ders aldılar. Esas ama büyük ders, büyük dönemeç Türkiye’de tabii ki, Türkiye siyasetinin önündeki, Kürt meselesi, Kürt sorununda alınacak tavır. Çünkü o sorun çözülmeden anladığımız kadarı ile Türkiye ne düzlüğe çıkabilecek ne de huzur bulabilecek.

KÜRTLER TABİRİMİ MAZUR GÖRÜN ARTIK ‘AVLANIRCASINA’ ÖLDÜRÜLÜYOR

Yeri gelmişken değinmeden geçmeyelim Abdülgaffar Dayan isimli bir çocuk defnedildi sessiz sedasız. Resmi olarak olağanüstü hal olmasa bile ortada bir olağanüstü hal var.


Efendim, Kürtlerin olağanüstü halini çok farklı zaman dilimleri içerisinde görebilirsiniz. Kimi yaklaşımlara göre Kürtler zaten 1925’ten beri olağanüstü halde yaşıyorlar. Bu bir yaklaşım. Kimi yaklaşımlara göre bu işte Kürt siyasallaşması ile ilgili bir şey ve belki 70’lere götürülebilir. Bazı açıklamalara göre işte 84 sonrasında bir olağanüstü, değişmeyen bir olağanüstü hal var. Kısacası Kürtlerin bir süreklilik kazanmış olağanüstülük hali var ama bunu söylediğimiz zaman bazen bazı detaylar gözden kaçmaya başlıyor. Çünkü bu olağanüstülükler süreçleri içerisinde de değişimler var, farklılıklar var. Şimdi 90’ları siz de hatırlayacaksınız. Ben de hatırlıyorum, gayet iyi hatırlıyorum. 90’lar çok karanlık dönemlerdi. Kürt illeri boşaltıldı. Köyler, binlerce köy boşaltıldı. Faili meçhuller, kayıplar vs. Ama bunların etrafında halen soru sorulabiliyor değil mi. Bir yanı ile de şöyle bir şey var. Mahkemeler açılıyordu, usul olarak sürdürülüyordu. Bunlar tabii hiçbir zaman adaletli suçlar üretmese bile soru sorulabiliyordu. Hesap sormaya çabaları olabiliyordu. Şimdi bu siz rakamlar dediniz. Bununla ilgili yakın zamanda bir soru önergesi verildi ve devlet muhatabı bu soru önergesine cevap vermek zorunda olmadığını söyledi. Yani Türkiye’de..

KOBANİ BİR KIRILMA YARATTI VE KÜRTLER ARASINDA SİYASİ BİRLİĞİ SAĞLADI

Kamuoyunu ilgilendirmediği açıklandı…


Kürtlerin artık neredeyse sistematik olarak sokakta çok mazur görün tabirimi, neredeyse avlanırcasına, öyle bir kasıtla yapılıyor ki bu. Hedeflenircesine. Çünkü ardı arkası gelmiyor. Neredeyse ayda 1’e düştü bu. Belki bazen ondan daha büyük sıklıkta oluyor. Bu hesabı, sayısı, bırakın hesabını sormayı, sayısı sorulmuyor. Soru sormanız yasak konu ile ilgili. Şimdi böyle bir durum var bir yanı ile. İkinci bir durum Kürt meselesinde büyük bir kopma yaşandı bu iktidar döneminde. 2014-2015 kritik yıllar. Kobani direnişi ki Kürtlerin bir siyasi birlik oluşturması bence çok önemliydi. Kürtlerin bir tek kültürel grup değil, siyasi bir bütünlük de, bir konu ile ilgili hep birlikte tavır alabildiklerini gördük Kobani ile beraber. Onun dışında bir 7 Haziran var. Beraberinde iktidarın tutumunda, iktidar bence Türkiye’de ve Osmanlı’da 150 yıllık Kürt siyasetinde bir kırılma yarattı. O da şu. Efendim bizim kadim Kürt siyasetimiz, kötü Kürt, yani size isyan eden Kürt ile olan meselenizi ‘iyi Kürt’ ile halledersiniz. İyi Kürt illa ki dindar değildir, illa ki ideolojik durumu yoktur. Esas hikayesi devletçi olmasıdır. Otorite taraftarı olmasıdır ve dolayısı ile siz mesela 90’lara bakınız. Hamidiye birliklerine de götürebilirsiniz, köy koruculuğu sistemine götürebilirsiniz. Şu örneği verirsem mesela. 90’lardaki savaşın devlet nezdinde de Kürt kahramanları vardı. Mesela Kürtçe konuşmak bile sorgulanırken o günlerde, kimi korucu başları Çankaya’da Demirel’i ziyaret etti ve Kürtçe konuştular. Kimse onları sorgulamadı. Onlar iyi Kürtlerdi. İyi Kürtler ile Kürt meselesine halletmeye çalışan bir otorite vardı. İşte bu 2 gelişme, Kobani ve 7 Haziran sonrası..


Tamamını okumak için lütfen tıklayınız,
<< Önceki Haber ‘Devlet içerisinde sürekli bir dalaşma, bir iç savaş... Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER