Ebediyen Yaşlanmayacak Çocuklar

‘Müminlerin buluğ çağına girmeden vefat eden evlatlarının cennette ebedî, sevimli, cennete lâyık bir surette daima çocuk kalacaklarına.. cennete giden anne ve babalarının kucağında....

SHABER3.COM

FİKRET KAPLAN - SAMANYOLUHABER.COM 


Sobanın yanında dizleri üzerinde oturmuş olan yaşlı bir adam başını elleri arasına almış düşünüyordu. Kıvrılıp bükülmüş, üzüntülü bir hali vardı. Onun için içeri girenlere pek aldırdığı yoktu. Gürültüyle açılıp kapanan kapıya sadece başını çevirip bakmıştı:
- Başın sağolsun!
- Başın sağolsun amca! Anahtarı da kapının üstünde unutmuşşun! 
Başını kederle öne eğdi, dolu dolu gözyaşları içinde hemen cevap veremedi ihtiyar adam. Sözcükler boğazına takılıyordu:
- Daha babasını görecekti benim masum yavrum!.. dedi yaşlı adam hüzünle. Aldığı yeni elbiseyi annesine gösterecekti! Ama kavuşup gitti Rabbi’ne…

Yaşlı adam, çok zor imtihanların yaşandığı bu süreçte iyice çökmüştü. Evladının ve gelinin yaşadığı ağır hücre hapsi onun omuzlarına on kat, belki yüz kat daha ağır olarak binmişti. En evvel o yaşamıştı zulmün şiddetini ruhunda. 

Yutkuna yutkuna konuşuyordu:
- Tek başıma bakamadım o yavrucağıza! Tam 8 ay oldu çocukcağız hasretle bekliyordu anne-babasını görmeyi… 
Bir şey hatırlar gibi duraksadı birden… Sağ kolunu dirsek gibi gözlerinin üzerinden geçirdi. Gözyaşlarını kuruttu:
- Çok çekti benim kızım çok… Onu pek kabullenmedi bazı çocuklar… Senin annen baban ‘terörist’ diye onu dışladılar. Çocuklar nerden bilir bunları… hep ailelerinden öğrendiler bu sözleri. Öğretmeni ‘annen nerde, baban nerde?’ deyip sürekli sıkıştırdı yavrumu. Bunalıma girdi benim kızım.. Şurdaki ayakkabıları görüyor musunuz? Ne kadar yırtılmış, eskimiş… Uzun süre o yırtık ayakkabılarla gezdi o masum yavru. 

İhtiyar adam dayanamayıp ayağa kalktı, küçük kızın odasına doğru sendeleyerek gitti. Küçük odadaki karyola üzerinde yatan küçük kızın elini, parmaklarını tuttu. Avuçları içine aldı.
Hiç tepki vermiyordu kızcağız.

Betül ölmüştü. ‘Dehşetinden çocukların birden ak saçlı ihtiyarlara döndüğü o gün’e (Müzzemmil Suresi,17) benzer bu ağır sürece dayanamamıştı zavallı yavrucak. 
Ruhu uçup gitmişti ebedler diyarına. Artık dünyaya gözlerini ebediyen açamayacağı bir uykuya dalmıştı. Hiçbir uyku bu kadar masum, bu kadar güzel, acısız, kedersiz ve sakin olamazdı. Dedesinin sağdan soldan bulduğu birkaç eski bebek yanı başında duruyordu. Babası, annesi, kendisi ve doğacak olan küçük kardeşini hayal edip çizdiği resmi, baş tarafındaki duvara, bir yara bandı ile asılmıştı. Neredeyse her gün birkaç kez dedesinin elinden tutup bu resmi izah etmişti. Hapishaneyi ziyaret sırasında giyeceği yeni ayakkabıları yatağın başucunda yerde duruyordu. Son kez gece üç gibi hararetle uyandığı saatlerde yine ayakkabısına göz atmış ve tozunu almıştı. 

Anne ve babasını görme hasretiyle tutuştuğu bir dönemde ölmüştü Betül. Ağlamaları, istekleri, sıkıntıları, yalnızlığı, kimsesizliği, bebekleri, elbisesi, ayakkabıları, üzüntüleri, gözyaşları, annesine çiçeklerden yaptığı taç, kardeşine aldığı küçük oyuncak önlük..  hepsi geride kalmıştı. Anne ve babalarının elinden tutan çocuklara imrenmesi son bulmuştu. Kimsesizler Kimsesi’ne, ebedi bir huzur ve saadete kavuşmuştu. Amcalarının, halalarının ve komşu kadınların kınamasından kurtulmuştu artık bu küçük masum çocuk.

Soğuktan titrediği günler, yalnız odada anne şefkatine hasret kaldığı geceler bitmişti. Annesinin saçlarını öreceği zamanı beklemesine artık gerek kalmamıştı. Babasının başına sevgiyle dokunmasını beklediği o buluşma ahirete kalmıştı. 

Yaşlı adam, hareketsiz duran eli yanağına götürdü, ardından dudaklarına bastırdı. Sonra da göğsünün üzerine koydu belki bir canlılık emaresi hissederim, diye.
Ama yoktu. 
Öleli dört saat olmuştu. Günün aydınlanmasından biraz önce gözlerini hayata kapamıştı. Sabah namazından sonra dedesi yine bir hikaye anlatmış, onu ümitlendirmiş, on iki saatlik uzun yolculuktan sonra yapacakları hapishane ziyareti hakkında onu rahatlatmıştı. Bir ara uyur gibi Betül kendinden geçmiş, bir şeyler sayıklamıştı. Yarım saat sonra tekrar uyanınca dedesini öpmüş, yüzünde tatlı bir tebessümle onun boynuna kollarını dolamıştı. Hemen ardından kolları iki yana düşmüştü ama ihtiyar adam onun öldüğünü anlayamamıştı. Uyuduğunu zannedip yatırmıştı yerine. 

Yaşanan bu zor imtihanlar içinde, Betül ve onun gibi yüzlerce masum çocuk göçüp gitti bu diyardan zulümle. Kimisi Meriç’te, Ege’de…kimisi anne ve babasını ziyaret ederken yolda, kimisi kimsesizlik kucağında, hapishanede, zindanda… hatta anne karnında. 

Bu masumları:
"Ebediyen yaşlanmayacak çocuklar."(Vâkıa Sûresi, 56:17; İnsan Sûresi, 76:19) diye tarif ediyor Yüce Kitabımız.

Bediüzzaman: 
‘Müminlerin buluğ çağına girmeden vefat eden evlatlarının cennette ebedî, sevimli, cennete lâyık bir surette daima çocuk kalacaklarına.. cennete giden anne ve babalarının kucağında, onların ebedî saadetine vesile olacaklarına.. ebeveynlerine çocuk sevmek ve evlat okşamak gibi en güzel bir zevki tattıracaklarına.. hem dünyada on senelik kısa bir zamanda, elemlerle karışık bir şekilde evlat sevmeye ve okşamaya bedel; saf, elemsiz, milyonlarca sene, ebedî evlat sevgisini ve okşama zevkini kazanmanın, müminler için en büyük saadet vesilelerinden biri olduğuna işaret ediyor ve bunu müjdeliyor.’ (17. Mektup)

Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) Betül gibi çocukların vefatı üzerine Allah Teâlâ’nın (bildiği halde bizim öğrenmemiz için) Meleklerine şöyle buyurduğunu ifade ediyor: 

- Kulumun çocuğunun ruhunu mu aldınız?

Melekler:

- Evet, Ya Rabbi, derler.  

Allah Teâlâ:

- Kulumun gönül meyvesini (ciğerparesini) mi kopardınız, buyurur. 

Melekler:

- Evet, Ya Rabbi, diye cevap verirler. 

 Allah Teâlâ bunun üzerine:

- Peki, kulum ne dedi? diye buyurur. 

Melekler:

- Sana hamdettiler.  ‘İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râciûn’ diye istircâda bulundu, derler. (İşlemedikleri bir suçtan dolayı hapse atılan anne ve baba bu haberi duyunca üzüldüler, ağladılar, ama isyan etmediler. Üzüntülerini sabırla yüreklerine bastılar.)

Bunun üzerine Allah Teâlâ:

- O halde kulum için cennette bir ev yapın ve adını da “hamd evi” koyun, buyurur.” (Tirmizi, Cenaiz 36)

Ve bugün itibariyle hala hapishanelerde, hücrelerde binlerce masum insan var. On binleri aşan masum anneler parmaklıklar arkasında. Onların hasretini çeken binlerce çocuk hayal edin. Bunlar da Betül gibi eriyip gitmeden hayattan, uzatın onlara elinizi. Nasıl mı? Vicdanınızın sesine kulak verin.  Duygularınızı, düşüncelerinizi makul olan her ortamda aktarın ve fırsatını yakaladığınız her platformda hakikati dile getirin.

Evet, İlahi adalet yeryüzünde sona ermez; ama sebepler planında bizim de gayretlerimiz lazım.

Allah Têâlâ, bu sıkıntıları bir gün bitirip bahara tekrar kavuşturacak inşallah. Onlar o tertemiz nesillerin, tertemiz beyanları içinde yâd-ı cemîl olacaklar. O günü idrak edenlerin gönülleri inşirahla coşup taşacak.. Diyecekler ki: “Bunlar bu kadar hayırhah oldukları, insanlık için koştukları, bütün kopuklukları bir araya getirip dikişler attıkları halde, nasıl olmuş da kendi ülkelerinde bazı kimseler bunlara karşı densizliklere girmişler; tehcirlere, tehditlere, tenkillere, ibadelere, hayr kapılarını kapatmalara başvurmuşlar?!. Bu güzel yürüyüşün önünü almaya çalışmışlar?!.. Masumlara bu zulümleri nasıl reva görmüşler?” 

Yarının şeref sayfalarında yer alacak tablolar karşımızda duruyor… Peki… Onlar ve onların anneleri, babaları, dedeleri, nineleri… çok büyük ve ağır imtihanlar altında kıvranırken acaba biz bu süreçteki duruşumuzla, Rasûl-i Ekrem’in yolunda olduğumuzu, Ashâb-ı Kirâm’ın peşinde yürüdüğümüzü söyleyebilir miyiz? 
<< Önceki Haber Ebediyen Yaşlanmayacak Çocuklar Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER