Efendimiz’in Mısır’lı eşi Hz. Mâriye annemiz

İlahiyatçı-yazar Dr. Ali Demirel cuma yazısında ' Efendimiz’in Mısır’lı eşi Hz. Mâriye annemiz'i anlattı

SHABER3.COM

DR.ALİ DEMİREL - SAMANYOLUHABER.COM 

Hz. Mâriye annemiz, yukarı Mısır’da Nil nehrinin doğu kısmında Hafn köyünde dünyaya gelir. Babası Şem’ûn adında Mısırlı bir Kıptî, annesi ise Rum asıllı bir Hıristiyan’dır. Hayatı gençlik yıllarına kadar bu köyde geçer. Gençlik çağına geldiğinde kendini kız kardeşi Sîrîn ile birlikte İskenderiye kralının sarayındaki hizmetçileri arasında bulur.
Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) Hudeybiye Anlaşması’ndan sonra hicretin yedinci yılında birçok kral, din adamı ve kabile reisine mektup göndererek onları İslam’a davet eder. Bu amaçla Hz. Hâtib b. Beltea’yı da Bizans’ın İskenderiye valisi ve Mısır Mukavkısı olan Cüreyc b. Mînâ’ya gönderir. Saraya varınca yetkililer onu kralla görüşürler. Hükümdar, onu çok iyi karşılar. 

Geri dönerken Allah Resûlü’nün mektubuna cevap yazar. Efendimiz’e bin miskal altın, yumuşak kumaştan yapılmış yirmi elbise, Mâriye ve Sîrîn isminde iki kız kardeş, Mabûr isminde yaşlı bir köle, Yafûr adında bir merkep, Düldül adı verilen beyaz bir katır ve güzel cam bir bardak hediye eder. (İbnü'l-Esîr, Üsdü'l-Gâbe, 6)

Çok geçmeden Hz. Hâtib yanındakilerle beraber yola koyulurlar. Mâriye ve Sîrîn vatanlarından ayrılmanın verdiği acı ile gözyaşlarını tutamazlar. Hz. Hâtib, onların ayrılık acısıyla duydukları ızdırabı anlayış¬la karşılar. Yol boyunca onlara Arap ülkelerinin köklü tarihinden bahseder. Asırlar boyu zaman mefhumunun Mekke ve Hicaz etrafında ördüğü kıssaları, mitolojik olayları anlatır. 

Sonra sözü döndürüp Efendimiz’e getirir. Onlara İslam’ı ve Allah Resulü’nü anlatır. İki genç kızın kalbi İslam’a ve onun şerefli Peygamberine açılır. Anlatılanlardan etkilenen hanımlar Müslüman olurlar. Mabûr ise hemen Müslüman olmayıp Medine’de Allah Resûlü’nü ve Müslümanları görünce iman eder.

Hz. Hâtib b. Ebî Beltea, Medine’ye dönünce mektubu ve hediyeleri Allah Resûlü’ne takdim eder. Efendimiz, Mâriye ile Sîrîn’i Ümmü Süleym’in evinde konuk eder. Bir süre sonra Sîrîn’i şair sahabilerden Hz. Hassân b. Sâbit’le evlendirir. Hz. Mâriye ile de kendileri nikahlanır.


Bu evlilikteki hikmet

Efendimiz’in Hz. Mâriye ile evlendiğini duyan Mısırlılar buna çok sevinirler. Nasıl sevinmesinler ki İnsanlığın İftihar Tablosu onların enişteleri olmuştur.

Nitekim Allah Resûlü, “Kıptîlere mâlik olduğunuzda onlara iyi davranın. Çünkü onlarla benim aramda akrabalık ve zimmet hukuku vardır.” (Taberî, Târîh 4/268) buyurur ve, “Mısır Kıptîleri konusunda Allah’tan korkun. Zira günün birinde siz onlara karşı zafer kazanacaksınız ve hiç şüpheniz olmasın ki o gün onlar, sizin Allah yolundaki yardımcı ve destekçileriniz olacaktır.” demek suretiyle daha o günden geleceğin temellerini atar.

Daha sonraları Mısır, Müslümanlar tarafından fethedildiğinde, Resûlullah’ın bu akrabalığı etkisini gösterir. Bu fetih sırasında Bizanslılarla savaşan Müslümanlara karşı Mısırlılar tarafsız kalarak destek verirler.

Hz. Mâriye anne oluyor

İlerleyen günlerde Hz. Mâriye annemiz, hamile kalır. Doğum günleri yaklaşınca Allah Resûlü Ebu Râfi’nin eşi Selma Hatun’a Hz. Mâriye ile ilgilenmesini söyler. Günler akıp giderken Allah Resûlü bir sabah sahabilerine:

- Bu gece bir çocuğum oldu. Ona atam İbrahim’in ismini verdim, buyurur.

Efendimiz’in buyurduğu gibi Hz. Mâriye o gece sabaha yakın sancılanmaya başlar. Kendisine ebelik yapan Selma Hatun hicretin sekizinci yılı Zilhicce ayında doğum yaptırır. Efendimiz’in nur topu gibi bir erkek çocuğu dünyaya gelir. Doğum işlemleri bitince Selma Hatun sevinçle evden çıkıp eşinin yanına koşar.
- Allah Resûlü’nün bir oğlu oldu! diyerek bu müjdeyi Efendiler Efendisi’ne iletmesin ister. Oradan ayrılan Ebu Râfi soluk soluğa Efendimiz’in yanına gider.
- Yâ Resûlallah! Müjde bir oğlunuz oldu, der. Efendimiz, eşi Hz. Mâriye’nin yanına gider. Eve girince ilk olarak onu tebrik eder. Sonra oğlunu kucağına alır. Öpüp okşayarak sever. Doğumunun yedinci günü, berberi Ebû Hind’e oğlunun saçını tıraş etmesini ister. Saçın ağırlığınca gümüş parayı fakirlere sadaka olarak dağıtır. Sonra akika kurbanı olarak iki koç kestirip dağıtır. Sevgili oğluna İbrâhim adını verir. (İbn Abdilberr, İstîab, 4/1912)

Araplarda çocuğun sütanneye verilmesi âdetti. Durumu bilen anneler Allah Resûlü’nün sevgili oğlu İbrahim’in sütannesi olmak için birbirleriyle âdeta yarışa girerler. Bu yarışta ön saflarda olan Hz. Havle binti Münzîr (Ümmü Bürde) Allah Resûlü’nün kapısını çalmakta erken davrananlardandır.

- Yâ Resûlallah! Müsaade buyurursan İbrahim’i oğlumla birlikte ben emzireyim, diye ricada bulunur. Allah Resûlü:
- Olur, buyurarak oğlu İbrahim’i süt emmesi için ona verir. Aile İbrahim’e gözleri gibi bakar. Hz. Mâriye oğlunu özlediği zaman gidip görür, bağrına basarak hasret giderir.

Acı gün

Küçük İbrahim’in doğumunun üzerinden henüz 16-18 ay geçmiştir. İbrahim hastalanmıştır. Efendimiz, Mescid-i Nebevî’de oturduğu bir gün oğlu İbrahim’in hastalığının ilerlediği haberini alır. Allah Resûlü yanında bulunan Hz. Abdurrahman b. Avf ve birkaç sahabe ile birlikte oğlu İbrahim’i görmeye gider. Eve gidip oğlunu kucağına alınca İbrahim’in vefat etmek üzere olduğunu görür. Onu büyük bir şefkatle bağrına basar. Bu halde Efendimiz’in kucağında ruhunu teslim eder. Allah Resulü, bu sırada sessizce gözyaşı döküyordur.
Resûlullah’ın gözlerinden süzülen yaşlara muttali olan bir sahâbî:
- Yâ Resûlullah, der. “Sen de mi ağlıyorsun? Hâlbuki sen, ölünün arkasından ağlamayı yasaklamamış mıydın!?”
Efendimiz, o sahâbînin şahsında herkese ders niteliğinde şu hakikati ifade eder: 
- Şüphesiz ki göz, yaş döker, kalb de mahzun olur. Biz, Yüce Rabbimiz’in râzı olacağından başka bir şey söylemeyiz. Benim yasakladığım şey, üst baş yırtarak ve cahiliyye günlerinde olduğu gibi ölünün arkasından feryâd ü figân ederek ortalığı velveleye vermektir.
Daha sonra da yıkanıp kefenlenen ve namazı kılınan küçük İbrahim’i alır ve Cennetü’l-Bakî’ye götürüp Hz. Osman İbn-i Maz’ûn’un yanına emanet eder. Defin işi bittikten sonra ashâbından su ister ve onu, oğlu İbrahim’in mezarının üzerine serper.
Bu arada biricik yavrusunu kaybeden Hz. Mâriye’nın gözyaşı bir türlü dinmiyordu. Cenaze hazırlıkları yapılırken durmaksızın ağlar. Cenaze namazından sonra gözyaşları içinde kabristana gider. Son yolculuğunda oğlunun yakınında olur. Oğlu İbrahim’i dualarla cennete uğurlar. (Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, 1/542)
Aynı gün Medîne’de güneş tutulması olur ve:
- İbrahim’in vefatından dolayı güneş tutuldu, diyenler çıkar. Allah Resulü bu haber kulağına ulaşır ulaşmaz minbere çıkar ve:
- Ey insanlar, diye seslenir. “Şüphe yok ki güneş ve ay, Allah’ın âyetlerinden iki âyettir. Ne birisinin doğumu ne de ölümünden dolayı tutulurlar. Güneş ve ay tutulmasına şahit olduğunuz zaman hemen mescitlere koşun ve bu hâl geçip de açılıncaya kadar Allah’a dua edip namaz kılın!”
Allah Resûlü’nden sonra fazla yaşamayan Hz. Mâriye annemiz, Efendimiz’in vefatından yaklaşık 5 yıl sonra vefat eder. Cenazesini duyan insanlar dönemin halifesi Hz. Ömer’in de teşviki ile akın akın mescide koşarlar. Büyük bir kalabalık toplanır. Hz. Ömer cenaze namazını bizzat kıldırır. Sonra Bakî’ kabristanına defnedilir. (İbn Sa'd, Tabakât, 8/216)
<< Önceki Haber Efendimiz’in Mısır’lı eşi Hz. Mâriye annemiz Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER