Ertuğrul Ersoy: Özgüvenim tam, gözüm kara

Ertuğrul Ersoy: Özgüvenim tam, gözüm kara

Ertuğrul Ersoy: Özgüvenim tam, gözüm kara Çaykur Rizespor'da forma giyen futbolcu Ertuğrul Ersoy, başarısını özgüvenine ve gözü karalığına bağlıyor

Türkiye Futbol Federasyonu'nun yayın organı TamSaha dergisinde Mazlum Uluç'un sorularını cevaplayan genç futbocu Ertuğrul Ersoy, ailesi için futbol oynadığını, başarıya aç olduğunu dile getirdi.

Ertuğrul Ersoy'un TamSaha dergisindeki röportajın tamamı şöyle:

1997 doğumlu bir oyuncu olarak kariyerine baktığımızda yaşının önünde yürüdüğünü söylemek mümkün. Spor Toto Süper Lig'de senin yaşında oyunculara pek rastlanmıyor. Seni daha yakından tanımak ve tanıtmak istiyoruz. Nerede doğduğunu ve aileni sorarak başlamaya ne dersin?

13 Şubat 1997 Kocaeli Gölcük doğumluyum. İki kardeşim var. Erkek olan benden 10 yaş küçük. Bir de 16 yaşında kız kardeşim var. İkisi de okullarına devam ediyor. Annem ev hanımı. Babam devlet dairesinde memur. Dedem 100 sene önce Trabzon'un Vakfıkebir ilçesinden Gölcük'e gelip yerleşmiş. Babamlar 7 kardeş. Dedemden kalan büyük arazinin üzerinde geniş bir aile olarak yaşıyoruz. Hatta sokağımızın ismi bile Ersoy. Arkamda geniş bir sülale var yani (gülüyor).

Ailende futbol oynayan veya ilgilenen kimler var?

Babam da eski bir futbolcu. İkinci, üçüncü liglerde oynamış. O da benim gibi stoper. Dayım ve dayımın oğlu da yine futbolcu. Ancak babam başlangıçta futbolcu olmama karşı çıkmıştı. Çünkü iyi bir öğrenciydim ve babam da okumamı çok istiyordu. Bir yandan da babamın ağzı futboldan yanmıştı. İyi bir futbolcuyken ayağı kırılınca iki yıl top oynayamamış ve sonrasında amatöre dönmek zorunda kalmış. Bir mesleği olmadığı için de devlet dairesine girene kadar zorluklar yaşamış. Bu nedenle benim futbolun dışında bir mesleğim olmasını istiyordu. Mahallede futbol oynamaya başlayıp bir kulübe girmek istediğimde karşı çıkmıştı. Annem götürürdü ya da amcam araba gönderip beni antrenmana yollardı o dönemde. Zaten Gölcükspor'a da beni yazdıran annemin ricasıyla dayım oldu. Babam kızdığı için maçlarıma bile gelmezdi.

Bursaspor'un altyapısına geçişin nasıl gerçekleşti?

Gölcükspor'un altyapısındanken ayak parmağım kırıldığı için 5-6 ayara vermek zorunda kaldım ama sonra devam ettim. 13 yaşındayken kendimden bir yaş büyüklerle oynuyordum. O dönemde ön liberoda görev yapıyordum. Bursaspor'un altyapı hocaları Kocaeli'ye başka bir maçı izlemek için geliyor. Bizim de o sahanın yanında maçımız vardı. Kendi izleyecekleri maç henüz başlamadığı için bizim maçımızı izliyor ve son 15-20 dakikasını seyrediyorlar. Düşünün, bir kırmızı ışığa takılmış olsalar o maçı izleme fırsatları olmayacak ve beni de göremeyeceklerdi. Tesadüfen izliyorlar ve beni Bursaspor'a götürüyorlar.

13 yaşında ailenden ayrılıp yakın da olsa başka bir şehre gitmek, senin için oldukça zor günler anlamına gelse gerek.

Şöyle anlatayım… Bursaspor'a gittiğimde Temmuz ayıydı ve Ramazan'dı. Antrenman bitiminde anne babalar gelip çocuklarını alıyor, iftara yetiştiriyorlardı. Sahada ışıklar kapanıyordu ama ben orada kalıyordum. Kaç defa ağladığımı bilirim. Ama asla pes etmedim. Sahanın ışıkları söndükten sonra bile oradaki bir barakanın arkasında tek başıma çalışmaya devam ettim. Eğer bugünlere gelebildiysem bunu o gün hiç pes etmeden çalışmama borçluyum. Tabiî bir de annemin sonuna kadar arkamda duruşuna…

Bursaspor'da futbol ve okul eğitimini bir arada götürmek mümkündü sanırım.

Bursaspor'a transfer olduğumda ilkokulu bitirmiştim. Bursaspor'dayken de liseyi tamamladım. Ama 16 yaşından itibaren artık bir seçim yapmak zorundaydım ve futbolu seçtim. Şenol Güneş Hocanın dönemiydi ve A takımla kampa girmiştim. Üniversiteyi kazanmıştım ama ya okula gidecektim ya da ara verip ayağıma gelen futbol şansını değerlendirecektim. Eğer futbol oynayacaksam başka bir şeye vakit ayırmam mümkün değildi. O nedenle liseyi bitirdikten sonra eğitimime ara verdim. Bu sayede Süper Lig'de oynama şansını da buldum. Ama önümüzdeki dönemde üniversite eğitimine başlamak amacındayım.

13 yaşında Bursaspor'a gittiğinde zor günler yaşadığını hatta ağladığını söyledin. Ama bırakıp gitmedin. Futbol bu kadar büyük bir aşk mı senin için?

Futbolu gerçekten çok seviyorum, orası ayrı. Ama öncelikle ailemi düşünerek futbol oynuyorum. Allah korusun, ailemden bir kişi hayatta olmasaydı ben futbol oynamazdım. Annemin, babamın, kardeşlerimin daha iyi yaşayabilmesi, daha iyi bir gelecekleri olabilmesi için, aynı zamanda sevdiğim bir işi yapıyorum. Sonuçta ben bir memur çocuğuyum ve futboldan kazandığım parayla aileme daha güzel bir hayat kurabilirim. Kardeşlerimin eğitimi için daha iyi şartlar sağlayabilirim. Bir de çok hırslı bir yapım var. Bir ikili mücadelede yıkıldığım zaman onu uzun zaman unutamam. 13 yaşında Bursaspor'a giderken kafama futbolcu olmayı koymuştum.

Peki, ailen için maddi anlamda bir şeyler yapmaya başladın mı?

Elbette. Bu da benim için büyük bir gurur. Annem "Oğlum senden hiçbir şey istemiyorum" diyor ama onun mutlu olduğunu görmek beni daha da mutlu ediyor. İki sezondur oynuyorum, sağ olsunlar Bursaspor ve Çaykur Rizespor bana güzel paralar kazandırdı. İlk kazandığım parayla aileme bir otomobil aldım. Kazandığım paranın tamamını da babama veriyorum, o yönetiyor. Ben onlardan maaş alıyorum (gülüyor).

Bursaspor altyapısı Millî Takımlarımızın önemli kaynaklarından birisi. Oradaki sistemden ve yapının sana neler kattığından bahseder misin?

Bursaspor'da altyapıdan oyuncu yetiştirmek bir gelenek. O toprakların özelliğinden mi bilmiyorum ama gerçekten çok kaliteli oyuncular yetişiyor. Altyapıdaki kadromuzun forveti Oğulcan Çağlayan, Batuhan Altıntaş ve Enes Ünal'dan kuruluydu mesela. Orada öyle imkânlara sahiptik ki, bir genç oyuncu eğer gelişme gösteremiyor, futbolcu olamıyorsa mutlaka kendisinde bir problem vardır. Ben altyapıda dört tane harika çim sahanın olduğu bir tesis görmedim. Tabiî hocalar da işlerine dört elle sarılıyor ve son derecede eğitimli insanlar. Tesis, kaliteli hocalar ve yetenekli oyuncular birleşince ortaya böyle bir sonuç çıkıyor. Yılmaz Burul Hocamızın üzerimde büyük emeği var. Altyapı koordinatörümüz Faruk Korkmaz ve Musa Öztürk'ün de öyle…

U16'dan bu yana Genç Millî Takımlarımızda forma giyiyorsun ve yaşının üzerindeki takımlarda da oynamayı başardın. Bir yandan da çok genç yaşta Bursaspor'un A takımına alındın. Bu çıkışı neye borçlu olduğunu düşünüyorsun?

Bursaspor A takımına alındığımda 15 yaşını yeni bitirmiştim. Genç oyunculara büyük destek veren Hikmet Karaman Hocamdan Allah razı olsun. Beni ve Enes'i A takım kadrosuna alan odur. Şimdi de 18 yaşında Çaykur Rizespor'a kiralanmamı sağladı ve orada da forma şansı verdi. Şu an bu pozisyonda olmam onun sayesindedir. O dönemde U16 Millî Takımı'yla Fransa'daki Montaigu Turnuvası'na gitmiştim. İngiltere'yle final oynamıştık. O maçta Enes de ben de birer gol atmıştık. Bu olay Bursa'da gündem olunca Hikmet Hoca ikimizi de yakından tanımak için A takım kadrosuna aldı. O dönemde takımla antrenman yaparken bizi acımasızca eleştiriyordu. Hâlâ da öyle. En acımasız eleştirileri yapıyor. Başlangıçta üzülüyordum ama şimdi "İyi ki eleştirmiş ve hâlâ eleştirmeye devam ediyor" diyorum. Çünkü o eleştiriler sayesinde kendimi geliştirdiğimi, eksiklerimi tamamladığımı, yanlışlarımdan kurtulduğumu görüyorum. İyi ki o dönemde hata yapıp küsmemiş, hocanın sözünü dinlemişim.

Peki, hoca sende en çok neyi eleştiriyor, neyi düzeltmeni istiyor?

Bazen aniden sinirlenebiliyor ve kontrolü kaybedip ters bir hamle yapabiliyorum. O da çok pahalıya mâloluyor. Mesela bu sezon sürekli oynamaya başlamışken cezalı duruma düştüm ve şimdi kenarda bekliyorum. Hocanın bir başka eleştirisi ise çabuk oynamak üzerine. Geri pas yapmam üzerinde çok duruyor. Garanti pas yapmak istediğim için biraz bekliyorum, bu defa baskı gelince kaleciye dönmek zorunda kalıyorum. Hoca da bunu düzeltmemi istiyor.

Hikmet Hocanın yanı sıra Bursaspor'da Şenol Güneş de sana güvenip form vermişti. Bu kadar genç yaşta hocaların güvenini kazanmanı hangi özelliklerine borçlusun?

Ben kafasına koyduğunu yapan bir oyuncuyum. İnandığım şeyin peşinden koşarım. Kararlıyım. Genç oyuncular genellikle ortadaki pozisyonlarda topa girmeye çekinir. Ama 16 yaşındayken bile "Ben bu işten ekmek yiyeceğim" diyerek karşımdaki oyuncunun isminden hiç çekinmeden top mücadelesi yapabiliyordum. Ortak toplara girmekten kaçınmıyordum. Genç oyuncular karşısındaki tecrübeli oyuncunun kendisine bağırıp çağırmasından çekinir ama bende böyle bir şey hiç olmadı. Şenol Hoca da benim bu hiç kimseden çekinmeyen, ortak toplara girebilen gözü karalığımı ve özgüvenimi seviyordu. Soğukkanlı olmam, fiziksel özelliklerim de avantaj tabiî. Ben tecrübeli oyuncuya karşı oynarken, "Onlar zaten hayatını kurtarmış, topa girmeyecek birisi varsa o olmalı. Ben o topu kazanmak için her şeyimi ortaya koyarım" diye düşünüyorum. Başarıya açım ve yolun başındayım.

Bursaspor'a ilk gittiğin dönemde el-ayak çeklince tek başına çalıştığını söylemiştin, hâlâ ekstra çalışmalara devam ediyor musun?

Özellikle kötü performans gösterdikten sonra daha da hırslanıyor ve çok çalışıyorum. Ender Alkan Hocamız var, sağ olsun peşimden ayrılmıyor ve ekstra çalıştırıyor. Eskiden kendi kafama göre çalışıyordum. Şimdi Ender Hoca sayesinde düzenli bir metotla antrenman yapıyorum ve bu sezon gösterdiğim performansın da bu sayede olduğunu düşünüyorum. Bursaspor'dayken bu kadar bilinçli değildim ve mesela maçtan bir gün önce fitness yapıyordum. Ne zaman ne yapmam gerektiğini Ender Hoca sayesinde öğrendim ve artık kendimi daha diri hissediyorum. Çok çalışmanın değil, doğru çalışmanın daha önemli olduğunu öğrendim.

Millî Takımlarda U19'un ardından U17'de de forma giydiğini görüyoruz. Farklı kategorilerde yukarı çıkıp aşağı inerek oynamak seni nasıl etkiliyor? Geçmişte bazı hocaların bu tip oyuncuların yaşadığı duygusal travmalar nedeniyle sıkıntı çektiğini biliyoruz.

Benim açımdan hiçbir sorun yok. En başından beri U15'ten U17'ye gidiyor, sonra U15'in hazırlık maçına geliyordum. Benim için önemli olan oynamak, hangi düzeyde olduğunun bir önemi yok. Sonuçta ben bir bayrağı temsil ediyorum ve ha U19 olmuş ha U15 olmuş fark etmiyor. Her maçı aynı hevesle oynuyorum.

Bursaspor'da A takımla çıktığın ilk maçı hatırlıyor musun?

Sivasspor maçıydı. Josue'nin yerine oyuna girmiş ve sağ beke geçmiştim. Hoca Şener abiyi de sağ açığa atmıştı. Hiç unutmuyorum, tam oyuna girecekken şortumun bağı çözülmüştü de heyecandan bağlayamamıştım bile. Üç dakika oyunda kalmış ve Atıf Chahechouhe ile birkaç ikili mücadeleye girmiştim. O maçın ardından bir-iki maç daha benim açımdan yine çok heyecanlı geçti. Hatta bir kupa maçında kırmızı kart görmüştüm. O sezon henüz 16-17 yaşında olmama rağmen sağ olsun Şenol Hocam bana kupa finalinde ilk on birde yer verdi ve toplamda 17 maça ulaştım.

Şenol Güneş'in belki de en önemli özelliği birlikte çalıştığı oyuncuları birkaç kademe yukarı çıkarması. Senin üzerinde nasıl bir etkisi oldu?

Bütün kalbimle ve samimiyetimle söylüyorum Şenol Güneş çok iyi bir insan ve çok büyük bir hoca. Onun ilk geldiği dönemde takımın altıncı stoperiydim, sezon sonunda ise kupa finalinde oynadım. Şöyle söyleyeyim; Şenol Hoca sayesinde emeklemeyi, Hikmet Hoca sayesinde yürümeyi öğrendim. İnşallah ilerleyen dönemde koşmayı da öğreneceğim. Şenol Hoca hem karakteri hem futbol bilgisi hem de oyuncuyla iletişimiyle benim için çok farklı bir yerde.

Futbola başladığında kendine örnek aldığın oyuncular kimlerdi? Bugün hangi oyuncuları beğeniyorsun?

Mevkii çok farklı da olsa tam bir Mesut Özil hayranıyım. Real Madrid'den gönderilmesine o kadar içerlemiştim ki takımı tutmayı bile bıraktım. Stoperde beğendiğim oyuncular var ancak bir idolüm yok. Beni Serdar Aziz'e benzetiyorlar ancak ego gibi anlaşılmasından da korkarak şunu söylemek istiyorum; Serdar Aziz'den bir tane var, benim amacım Ertuğrul Ersoy olmak. Serdar Aziz'i çok beğeniyorum, ona çok saygı duyuyorum ama kendim olmak itiyorum. Yabancı stoperlerden Thiago Silva ve Sergio Ramos'u beğenerek takip ediyorum. Türkiye'den de Serdar Aziz dışında Kjaer çok iyi bir stoper. Çok oturaklı, nerede ne yapması gerektiğini çok iyi biliyor. Deplasmandaki Braga maçında, o gergin ortamda arkadaşlarını sakinleştiren profesyonel tavrı da bana çok öğretici geldi.

Ligimizde genç oyuncuların yeterince şans bulamadığını görüyoruz. Bu konuda neler söylemek istersin?

Burada etkili olan iki faktör var; hoca ve oyuncu. Ben önceliği oyuncuya veriyorum. Genç oyuncular olarak hata yapmaya çok meyilliyiz. Erken yaşta yukarılara çıkınca davranışlarımız değişebiliyor. Ama profesyonel ligler bu hataları kaldırmıyor. Genç oyuncunun çok fazla hata yapma lüksü yok. Dolayısıyla hep hazır olmalı ve fırsat bulunca da bunu iyi değerlendirmeli. Tabiî hoca faktörü de önemli. Mesela ben sezon başında Bursaspor'da istenmedim ama Çaykur Rizespor'a geldiğimde Hikmet Hoca tarafından oynatıldım. İki takımda da aynı oyuncuyum ama biri oynatıyor, diğeri oynatmıyor. Ben Şenol Güneş ve Hikmet Karaman gibi iki hocayla çalışma fırsatı bulduğum için şanslıyım. Şenol Hoca başka oyuncuları o bölgede oynatabilecekken 17 yaşındaki bana şans verdi. Hikmet Karaman, son Afrika Kupası'nı kazanan Fildişi Millî Takımı'nın oyuncusu Viera'nın yerine beni oynattı. Hata da yaptım ama yine oynattı. Üstelik "Hata yapacak ama yine oynatacağız ve giderek hatalarını azaltacak" diye bir açıklama da yaptı. Mesela Daum da beni oynatmamıştı. Bu işte bana göre oyuncunun yüzde 70, hocanın yüzde 30 payı var. Genç oyuncu olarak her zaman hazır olacak ve şansınızı bekleyeceksiniz.

Bazı oyuncular kiralık olarak gönderilmeyi bir düşüş gibi değerlendirir. Bazılarıysa bunu bir fırsata dönüştürür. En çarpıcı örnek olarak da Arda Turan gösterilir. Sen Çaykur Rizespor'a giderken neler düşünmüştün, takıma katıldıktan sonraki süreçte neler yaşadın?

Gelişime odaklı bir yapım var. Hangi takımda olursa olsun oynamak ve kendimi geliştirmek istiyorum. Ama bir yandan da Bursaspor'a gönülden bağlıyım. Altyapısından çıktığım, kaptanı olmak istediğim bir takım. Bursaspor'u ve arkadaşlarımı bırakırken tabiî ki bir burukluk yaşadım. Ama bunun Çaykur Rizespor'a gelmemle bir ilgisi yoktu. Tamamen yuvasından ayrılan bir insanın yaşadığı psikolojiyle ilgiliydi. Çaykur Rizespor'a geldiğimde de sakatlandım ve ilk 10 hafta hiç oynayamadım. Hatta "Keşke gelmeseydim" dediğim zamanlar da oldu. Dediğim gibi Hikmet Karaman'ın beni acımasızca eleştirdiği zamanlar oldu. Ama iyi ki bunları yaşamışım. Ardından kendime çekidüzen verdim ve 13. haftadan itibaren oynamaya başladım. İyi ki Çaykur Rizespor'a gelmişim.

Çaykur Rizespor'daki stoper rekabeti oldukça zorlu geçiyor. Bu senin için aynı zamanda bir eğitim aşaması olarak da düşünülebilir. Bize o rekabetten ve sana neler kazandırdığından söz eder misin?

Stoper olarak Viera, Obaobana ve devre arasında gelen Ümit Kurt var. Benim takımda en sevdiğim oyuncu hem futbolculuğu hem de karakteriyle Ousmane Viera. Ben oynayıp o yedek kaldığı zaman bile gelip sarılıyor ve "Hadi aslanım" diye teşvik ediyor. O 30 yaşında, ben 17 yaşındayım; bazı insanlar bunu kaldıramayabilir. Ama Vieria çok farklı bir insan. Bu olayı ilk yaşadığımda çok şaşırmıştım. Afrika Kupası şampiyonluğu yaşamış o yaştaki bir oyuncunun böyle davranması beni çok etkilemişti. Takımdaki en iyi arkadayım, abim Viera. Tabiî ki saha içinde bir rekabetimiz var. Ben her anlamda formayı istiyorum ve aramızda bir çekişme olacak. Ama bunların hepsi bir saygı-sevgi çerçevesinde olacak. Viera'nın hava toplarına çıkışını, Oboabona'nın seriliğini, Ümit Kurt'un top kullanma becerisini örnek almaya çalışıyorum.

Millî Takımımız, Haziran-Temmuz döneminde EURO 2016 finallerinde mücadele edecek. Belki sen orada olamayacaksın ama Millî Takım'ın bu turnuvalara katılması her genç oyuncunun da gelecekle ilgili büyük hayaller kurmasını sağlar. Senin o mecradaki hayallerin neler?

Millî Takımımızın turnuvalara katılmayı alışkanlık haline getirmesi, bizim gibi genç oyuncuların da önünü ve ufkunu açacak. İleride biz de o turnuvalara gidebilirsek dünya çapındaki oyunculara ve takımlara karşı oynayacağız. Bir futbolcunun çıkabileceği en üst seviye orası. Ben de orada olmayı çok isterim. Elbette kariyerimi kademeli olarak düşünüyorum. Benim de Barcelona, Real Madrid gibi hedeflerim var. Ama öncelikle Çaykur Rizespor'da sezonu çok iyi kapatmak, önümüzdeki sezon Bursaspor'da bütün maçlarda oynamak ve sonra takımın kaptanlığını yapmak, en sonunda da ülkemi Avrupa'nın büyük takımlarında temsil etmek istiyorum.

İyi bir Bursasporlusun galiba…

Aslında Bursalı değil Gölcüklüyüm. Hatta köken olarak Trabzonluyum. Ama bir Bursalı gibi o şehri ve Bursaspor'u sahiplendim. Beni ben yapan da Bursaspor'dur. Onlara olan borcumu da mutlaka ödemek istiyorum. Avrupa hayallerimin de çok gerçekçi olduğunu düşünüyorum ve inşallah o hayalimi de gerçekleştireceğim.

Millî Takımımızın eleme sürecinde başardıklarına bakarak finallerde neler yapabileceğini düşünüyorsun? Millî Takımımızın en karakteristik özelliği nedir sence?

Genç Millî Takım'da da arkadaşlarımızla bu konuyu konuşuyoruz. Tabiî zor bir gruptayız ve işler kolay olmayacak. Ama bizim takımın en karakteristik özelliği de zoru sevmesi. Bu turnuvada başarılı olacağımıza gönülden inanıyorum. Takımın en güçlü tarafı, oyuncuların ülkesi için gönülden oynaması. İnşallah bu özelliğimizi Fransa'da da göstereceğiz. 2008'deki Çek Cumhuriyeti maçı sırasında 9 yaşındaydım ama oyuncuların gözlerindeki inancı ve yüzlerindeki teri hâlâ hatırlıyorum. Orada neler yapabileceğimizi göstermiştik. Aynı şekilde inanırsak yine başarabiliriz. Hatta şampiyon bile olabiliriz.

Futbolun dışındaki hayatında neler var?

Bursa'dayken çok sosyaldim. Dışarıya fazla çıkar, gezip tozardım. Kendime baksam bile yine de çok sakatlanırdım. Geriye dönüp baktığımda hata yaptığımı görüyorum. Şimdi Rize'de kulübün bana verdiği bir ev ve araba var. Evden tesise, tesisten eve gidip geliyorum. Evim denize karşı harika bir yerde. Elime kahvemi alıp oturuyorum ve kitap okuyorum. Rize'de kitap okuma alışkanlığı kazandım ve geçmişte okumadan geçirdiğim günlere yanıyorum.
CİHAN
<< Önceki Haber Ertuğrul Ersoy: Özgüvenim tam, gözüm kara Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER