İDDİANAMELERDEKİ TUZAK
BÜLENT KORUCU | YORUM - 31 Temmuz 2025
'F***' iddianamelerinin başlangıcındaki uzun girişi kaç kişi okudu? Neredeyse hiç. Ayrıntıya boğulmuş, acemice yazılmış bir kronoloji gibi duran sayfalar dolusu metnin, iddianameleri şişirmek için yazıldığını sananlar yanılıyor. Delil, suç ve sanık ilişkisi açısından anlamsız cümlelerin amacı, herkesi ‘terörist’ olarak niteleyebilmek. Hizmet Hareketi’ni topyekün, hukuka ve kanuna ihtiyaç duymadan, ‘terör örgütü’ olarak niteleyebilmenin yapı taşları öyle döşendi.
Söz konusu metin, özgün değil; 28 Şubat’ın muktedir DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel’in kaleme aldığı iddianameyi genişletmişler o kadar. Yandaş Nurcuları ürkütmemek için biraz tıraşlamışlar bir de.
Aşağıdan sürgün verip üst kadronun değişmesi örgüte yenilenme imkanı ve dinamizm de kazandırabilir. Hareket noktaları bu. O yüzden hukuksuzluğu bile bile yapıyor ve hiç bir yasayla yasaklanmayan eylemlerden dolayı ‘terör’ suçlamasında bulunuyorlar.
Bankaya para yatırmak, sendikaya üye olmak, Digitürk aboneliğini iptal ettirmek gibi doğal ve yasal davranışları ‘terör örgütü’ eylemi kabul etmelerinin sebebi, cezalandırmayı olabildiğince tabana yaymak. “Tavanı ele geçiremedik, hıncımızı üyelerden çıkarıyoruz!” algısı tam bir psikolojik harp taktiği. Gönüllüleri bir yandan korkuyla terbiye ederken diğer yandan hayal kırıklığı ve küskünlük oluşturmaya çalışıyorlar.
Bilhassa 2010’dan sonrası darbeye hazırlık şeklinde kayda geçiriliyor; mali güce erişim temel taşıyıcı unsuru olduğu için himmet, yardım, burs ve benzeri konular en ağır suç olarak görülüyor rejimin nezdinde. O yüzden 84 yaşındaki beli bükük ihtiyarlar Mustafa Türk ve Halil Karakoç en azılı suçlu muamelesi gördü.
Medya organlarına ve dünya çapında holdinglere el koyma gerekçeleri de ‘terörden elde edilen kazanç ve terörün finansmanı’ iddiası. Kanunsuz bir işlem bulamamalarına ve suçlamayı ispat edememelerine rağmen kayyım düzeni devam ediyor. KHK’lıları sigortalı çalıştırmak ve banka üzerinden resmen maaş ödemek, yüzlerce şubeli market zincirine el konulması için yetiyor.
İddianamelerin anası diyebileceğimiz Ankara Çatı Davası’nın Başsavcısı Harun Kodalak’ın Habertürk canlı yayınındaki şu sözleri kitlesel ve kollektif cezalandırma hazırlığını deşifre ediyor: “15 Temmuz’dan birkaç gün önce ‘Çatı İddianamesini yayımladık. Bizim teknik olarak bir sıkıntımız vardı. Birçok kesimi bunların silahlı bir terör örgütü olduğunu inandıramıyorduk. İddianamemizde de bu argümanları destekleyecek doyurucu belge ve bilgi bulamadık. Sadece MİT TIR’ları hadisesi vardı. Ama 15 Temmuz gecesi bizim kamuoyuna çok inandıramadığımız ‘silahlı terör örgütü’ unsurunu kendi kendilerine deşifre ettiler.”
Bir cerrahın, “Kalp nakli için ameliyata başladık ama elimizde kalp yoktu. Allah’tan yan masadaki hasta öldü, biz işimizi yapabildik!” demesinden bir farkı yok bu açıklamanın.
15 Temmuz’un kitlesel cezalandırmayı mümkün kılmak adına hazırlanmış kurgusal bir organizasyon olduğu, ortaya çıkan her yeni bilgiyle netleşiyor. 15 Temmuz olmalıydı ki gündelik normal hareketler bile suç kapsamına alınabilsin.
Sadece iddianameler değil, sözde bilim adamlarına hazırlatılmış raporlarda da kollektif cezalandırmanın gerekliliği ve yöntemleri sıralanmış. O gece sokağa çıkmayan hatta çıkışları engelleyenlerin bile giyotinden kurtulamaması, 15 Temmuz’un nasıl araçsallaştırıldığını gösteriyor. Bunu da şöyle izah ediyorlar:'F***' bu planda bütün kadrolarını kullanarak açık etmemiş, yapılanma içindeki bazı kadroları sonraki aşamalarda kullanmayı planlayarak gizlemiştir.”
17-25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet soruşturmalarının milat kabul edilmesi de herkesi değil sadece istediklerini kurtarmak için; diğerlerinin miladı en az 40 yıl öncesine gidiyor. Edirne günlerinden itibaren Fethullah Gülen’i desteklemeyi 15 Temmuz’a hazırlık olarak yorumluyor ve cezalandırıyorlar. Geride mirasçısı bulunmadığından yaşadığı evi ‘öldüğünde alınmak üzere’ vakfeden kaç yaşlı insan cezaevinde süründürüldü. Eşleri dışarda evinden atıldı ya da bulabildiyse kira ödemek zorunda kaldı. Sözde bilimsel çalıştay ve raporlarda ulaştıkları sonuç şu: “Bu süreçte en önemli husus, örgüte yönelik taban desteğinin nasıl eritileceği ya da bu geniş taban desteği içerisinde zihinsel dönüşümün nasıl sağlanacağıdır.”
Bütün yollar herkesi potaya sokmaya çıkıyor. Meclis’te AKP hükümetinin teklifi ve AKP’li vekillerin oylarıyla yapılan kanunları dahi Cemaat’e fatura eden bir zihniyetten her türlü hukuksuzluk beklenebilir.
“Örgütten ceza almak için yönetici olmak veya suç işlemek şart değildir!” tezini işlemeye ve uygulamaya devam ediyorlar. Yani bir kaç bin kişiyi verip kurtulmak için masaya oturduğunuzda topyekün suçluluğu tescil ederek kalkabilirsiniz. Olmayan bir suçu kabullenip dezavantajlı biçimde pazarlığa başlamak pek de akıllıca olmasa gerek. Hele de BM ve AİHM gibi uluslararası mekanizmalar, ‘kanunsuz suç olmaz’ tespitiyle rejime hukuk dersi verirken…












