GÖKKUBBEDE BAKİ KALAN BİR SES: YAVUZ BÜLENT BAKİLER

Samanyoluhaber.com yazarlarından Harun Tokak, geçtiğimiz günlerde hayatını kaybeden edebiyat dünyasının önemli isimlerinden Yavuz Bülent Bakiler'i köşesine taşıdı.

SHABER3.COM


GÖKKUBBEDE BAKİ KALAN BİR SES:
 YAVUZ BÜLENT BAKİLER
Neredeyse otuz yıl oldu.
Samanyolu Televizyonu’nun yüksek istişare kurulu toplantılarında Prof. Dr. Sabahattin Zaim, Yaşar Tunagür, Hayreddin Karaman, Erdoğan Tüzün, İhsan Kalkavan, Ali Osman Emiroğlu, Faik Bilgi, Yavuz Bülent Bakiler, Hidayet Karaca, Rıdvan Kızıltepe gibi simalarla bir araya gelir uzun uzun konuşurduk.
Her biri kar-kışı bütün dehşetiyle yaşamış bu insanların tecrübeleri, bilgi ve birikimleri bir yıldızlar topluluğu olan Samanyolu için taze bir ışık olurdu. 
Hocaefendi’yi Edirne’den İzmir Merkez Vaizliği ’ne tayin eden Yaşar Tunagür Hoca, onca yaşına rağmen heyecanından hiçbir şey kaybetmemişti. Cuma namazı kılabilmek için Ortaköy Camii imamının sokağa çıkıp cemaat aradığı günleri, Selimiye’nin ıpıssız yıllarını anlatırken gözleri dolardı. Yaşar Hoca, dini tahsilini Osmanlı’nın son devir âlimlerinden olan Hüsrev Hoca’dan almış. Onunla ilgili hatırasını anlatırken gözyaşları sel olup akardı: 
“Bir gün yine Hocamız Hüsrev Efendi’nin evine derse gitmiştik. Bahçede bir kazanda su kaynıyordu. Bir de tabut ve teneşir duruyordu. Hoca, her günkü gibi ders yaptı. Bir şey demedik. Ayrılırken ‘Hocam, bu ne haldir? Bahçede su kaynıyordu.’ deyince: 
‘Yok bir şey! Benim üniversiteye giden bir kızım vardı ya, dün vefat etti. Su, onun için kaynıyor, tabut ve teneşir de onun için geldi!’
‘İyi de Hocam, baştan söyleseydiniz, bugün ders yapmazdık.’ 
‘Hayır oğlum, ders aksamaz.’ 
Hüsrev Hoca, yaşı bir hayli ilerlemesine rağmen derslere devam ediyordu.
Fakat elleri titriyor, yazıları zor görüyordu. Sağlığı da iyice bozulmuştu. Bir gün: 
‘Hocam artık ara versek, kitabı zor tutuyorsunuz.’ dedik.
Birden gözleri doldu, ellerini kaldırdı: 
‘Allah’ım! Ben bırakmadım. Bunlar bana bıraktırdılar.’ dedi. Birkaç gün sonra da vefat etti. Cenazesini kaldıracak parası olmadığı için ders okuduğumuz arkadaşlarla aramızda para toplayıp Hocanın cenazesini kaldırdık. O günler öyleydi.”
Bu hazin sahneyi anlatırken bir Osmanlı beyefendisi olan Yaşar Hoca’nın mendilini çıkararak beyaz sakallarına doğru süzülen yaşlarını sildiğini bugün gibi hatırlıyorum. 
Bu büyük insanlarla birlikte olmak benim için hakikaten büyük bir bahtiyarlıktı.
Unutulmaya yüz tutmuş rüyalar gibi olan Mehtap TV ise muhteşemdi.
Mehmet Altan, Eser Karakaş, Şahin Alpay’ın “Akıl Defteri” programındaki kahkahaları hala kulaklarımda.
Ali Bulaç, Mümtaz’er Türköne, Ahmet Turan Alkan üçlüsünün zevkle izlediğimiz programları, Mehmet Aydın ve Hayreddin Karaman hocaların ekranı dolduran sesleri ve simaları hala gözlerimin önünde. 
Gurbetin en hazin hallerinden biri yıllarca hayalinizde kurduğunuz kavuşma sahnelerinin, bazan bir acı haberle güz rüzgarlarının önündeki yapraklar gibi savrulmasıdır.
Hayalini kurduğun, kavuşma anına dair içinde büyüttüğün o sıcak sahneler birden yok oluverir.
Kucaklaşma yerine sessizlik, gülüşler yerine mezar taşları ya da dağılıp gitmiş hayatlar kalır.
Gurbetin en hazin duygularından biridir bu.
Geçmişte nice hatıraları birlikte yaşadığınız insanları bir daha göremeyecek olmak.
Onlara “İşte ben geldim. Biz yanlış bir şey yapmadık. Sizi mahcup edecek bir davranış içinde olmadık.” diyememek; onların sislerin, bulutların arasında, alacakaranlıkta çekip gitmeleri derin bir kedere boğar insanı.
Yavuz Bülent Bakiler o görmek istediğim insanlardan biriydi. 
Aşkın, sevdanın, edebin, edebiyatın, cesaretin vücut bulmuş haliydi.
Türk edebiyatında derin izler bıraktı. 
Derin Anadolu'nun çığlığı idi. 
Her kelimesi bir yürek çarpıntısı, her dizesi bir hatıra.
Herkes sevdi onun yiğit sesini.
 Bakarken Tanrı dağları gibi heybetli bakardı.
Konuşurken Altay dağlarından kopan fırtınalar gibi konuşurdu.
Türünün son örneğiydi.
Hep yiğit kaldı.
Hep Anadolu…
Samanyolu Televizyonu’ndaki “Sözün Doğrusu” tam bir dil okulu gibiydi.
Dilin namusunu koruyan adamdı. Uyduruk kelimeleri hiç sevmezdi.
Yavuz Bülent Bakiler beni yazmaya yüreklendiren insandı.
Önden Giden Atlılar ve Yoldakiler kitabımı kendisine takdim ederek bakmasını ve mümkünse bir önsöz yazmasını arzu etmiştim.
Bir gün Harbiye’deki Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’na koltuğunun altında kitap dosyaları ile çıktı, geldi. 
İşte o beni yüreklendiren önsöz;
“Uydurulmuş, kaba-saba kelimelerle yazılan kitapları katiyen okuyamıyorum. Elime aldığım bir kitabın kelimeleri, bana anne sıcaklığı gibi, sevgili yüzü gibi, memleket türküleri gibi gelmeli. Çünkü Türkçe, benim için çok önemli. Türkçe varlık sebebimiz. Cemil Meriç’le ayni kanaatteyim: “Kamus’a uzanan el, namusumuza uzanmış demektir!”
Bir de devrik cümlelerle yazılan kitaplardan çok uzağım. Devrik cümlelerle yazılan eserleri okuyunca, kendimi, nadasa bırakılmış, uçsuz bucaksız bir tarlanın ortasındaymışım gibi yorgun, bitkin hissediyorum. Huzuru, öylesi kitapları kapamakta buluyorum.
Yalnız yetmiş iki yıllık ömrümde bunun tek istisnası oldu. Harun Tokak’ın, tamamen devrik cümlelerle yazılan Önden Giden Atlılar’ı beni, anlatılmaz bir çekim kuvvetiyle kendisine bağladı.
Bağladı da ne demek, beni adeta bir anafor gibi birdenbire içine çekti. Zaman zaman gözyaşlarımla ıslandı. 
Harun Tokak’ın kolay okunan, rahat, canlı, güzel bir Türkçesi var. Zaman zaman şairane cümleler de kurmuş. Yazılarında, şiirin güzelliklerinden de istifade etmiş.
Harun Tokak, bizim kültür ordumuzun kurmaylarından biri. Ele aldığı, işlediği konular, benim de üzerinde durduğum, düşündüğüm, konuştuğum, yazıp çizdiğim meseleler. Mesela, yeni Türk cumhuriyetlerinde açılan özel okulları, o okullarda çalışan idealist öğretmenleri, o okulların açılmasında emeği geçen örnek insanları, Türkiye’nin kalkınmasını, çağdaş medeniyet seviyesine yükselmesini isteyen kültür ordumuzun başka kurmaylarını, zulme, haksızlığa uğrayan insanlarımızı büyük bir samimiyetle ve zaman zaman şiir yüklü bir Türkçeyle anlatıyor.
Onun, Önden Giden Atlılar kitaplarının beni çekip çevirmesi, yüreğimi ürpertilerle, güzelliklerle nakışlaması, hep ortak düşüncelere, duygulara, inanışlara sahip olmamızdan doğuyor. Siz de, Gazi Paşa gibi, kültür ordumuzun, asker ordumuzdan daha önemli olduğuna inanıyorsanız, siz de meselelerimize gönül gözümüzle bakıyorsanız ve siz de fikir çilesi çekiyorsanız, Harun Tokak’ı dikkatle okuyunuz.” 
Yavuz Bülent Bakilerin bu muhteşem önsözüyle birlikte Fethullah Gülen Hocaefendi de Yıkık Rüyalardan Ma’mur Hülyalara adıyla bir takdim yazısı yazınca bana bir özgüven geldi. “Olacak galiba bu iş.” demeye başladım.
Önden Giden Atlılar’ın Kazakçasının tanıtımı için değerli dostum Kazakistan Yazarlar Birliği Başkanı Nurlan Orazalin daveti üzerine bir gurup yazarla Kazakistan’a gitmiştik.
Yavuz Bülent Bakiler de vardı.
Başı, Tanrı Dağları kadar dik, yüreği Kazak bozkırları kadar engin bu yiğit ve yavuz insan, 800 Kazak yazarın olduğu salonda muhteşem bir konuşma yaptı. 
Fedakâr öğretmenleri övdü.
“Türk okulları bir destandır.” dedi. “Ne Cumhuriyet döneminde ne de İmparatorluk döneminde böyle bir eğitim seferberliği olmamıştır. Orta Asya’nın bugününü ve yarınını en iyi düşünen bir insan vardır. Pırıl pırıl bir insan, Fethullah Gülen… Bu ismi hafızanızın en müstesna bir köşesine yazın.
Devletimizin bir adam bile göndermediği en ücra yerlere Fethullah Gülen binlerce idealist öğretmen göndermiştir.
Ben, bu okullarla ilgili “Işığın Gülleri” adıyla bir televizyon programı çektim.
Işık ilimdir, bilgidir.  Gül, Peygamberimizi temsil eder.”
Bu vefalı insanın, Türkçe Olimpiyatları için dünyanın dört bir yanından gelen çocukları görünce söylediği sözler ise hala hafızalarda;
“Bu güzellikler, tamamen Fethullah Gülen Hocaefendi’nin yönlendirmeleri ile oldu. Kabul etmeliyiz ki İmparatorluk devrimizde de Cumhuriyet hükümetleri zamanında da dünyanın 100 ülkesinde Türk okulları açılmadı. Türkçe, bugünkü gibi yaygın hale getirilmedi. Bu mükemmel gelişmeyi milletimize, devletimize Fethullah Gülen Hocaefendi kazandırdı.
Bizim inancımıza göre Fethullah Gülen Hocaefendi’nin sevap defteri, ebediyen kapanmayacaktır. Onun, etrafındaki arkadaşlarıyla birlikte devletimize, milletimize, Türkçemize kazandırdıklarını yarınki tarihçiler yazacaklardır.”
Yaşar Tunagür Hoca’nın vefatında konuşma yapmaları için salondakilere söz alıp vermeyi ben yapıyordum.
 Sıra Yavuz Bülent Bakiler’e gelince
 Onu kendi dizleri ile anons ettim;
 “Bir kınalı türküdür dilim Türk'ü söyleyen
Bu Sivas türküsü, bu Kars, bu Eğin...
Ölürsem bana bir Yâsin okuyun
Sonra başucumda türkü söyleyin.”
Çok memnun oldu. “Sen bu şiirimi nereden buldun?” dedi. 
Ölürsem başucumda bir türkü söyleyin diyecek kadar Anadolu türkülerini seven bu insan, o türküler kadar hüzünlü, o türküler kadar güzel bir hayat yaşadı. 
Bir gün mezarına varırsak önce bir Yasin  sonra da Sivas yöresine ait olan çok sevdiği, “Ne Sen Beni Unut Ne De Ben Seni” türküsünü söyleriz.
Bülentavaz sedası gök kubbede baki kalan bu güzel insana şimdi Yasin okuma vakti.
Makamı Firdevs olsun!



Kazakistan Yazarlar Birliği tarafından Kazakça basılan “Sabahı Beklemediler” kitabının tanıtım toplantısı.
Öndeki Kazakistan Yazarlar Birliği Başkanı Nurlan Orazalin. Soldan sağa: Diyalog Avrasya Genel Sekreteri İsmail Tas, Harun Tokak, Türkiye Yazarlar Birliği Başkanı İbrahim Ulvi Yavuz, Yavuz Bülent Bakiler, Sinan Çalkım, Malik Otarbayev.
Almatı, Eylül 2012 
<< Önceki Haber GÖKKUBBEDE BAKİ KALAN BİR SES: YAVUZ BÜLENT BAKİLER Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER