Ali Çolak'tan çarpıcı 'el koyma' analizi

Türk Okulları'nı kapatma girişimine tepkiler çığ gibi büyümeye devam ediyor.

Ali Çolak'tan çarpıcı 'el koyma' analizi

Atılan iftiralar ve yapılan hukuksuzluklar belki de insanlık tarihine kara bir leke olarak geçecek. Artık söz söylemenin fayda etmediği fakat duanın ruhumuzun iklimini çepeçevre sarmaya başladığı böyle anaforlar döneminde Türk Okulları'nı kapatma girişimi yurt içi yurt dışı her cenahtan tepki alamaya devam ediyor. Gazeteci Ali Çolak da bu konuyla ilgili 'El koyma sanatı: Pekiyi!' başlıklı bir yazı kaleme aldı.

İşte Çolak'ın o yazısı:


"Haklarını teslim edelim. El koyma, temellük etme, peşkeş çekme sanatında çok başarılılar.

Eğitimde, kültürde, insan hakları, ifade özgürlüğü ve insani yaşam standardında dünyanın dibinde olabilirler ama iş buraya gelince kimse ellerine su dökemiyor. Ülkenin yüzyıllar içinde yeşertip geliştirdiği bütün değerleri harman gibi savuruyorlar. Memleketin her güzel köşesine, sahiline, dere ve ırmaklarına çökmekte pek mahirler. Sahilleri, Hazine arazilerini, kamu binalarını yandaşlarına peşkeş çekiyorlar. İş adamlarının şirketlerine, medyasına el koyup dostlarına hibe ediyorlar. SİT alanlarına yerleşip kanunsuz villa ve saray yapmakta sakınca görmüyorlar. Kıyıları, zeytinlikleri, ormanları ranta açıp sevdiklerine paylaştırıyorlar. Özel şirketlere ve bankalara el koymak için şeytanın aklına gelmedik planlar kuruyorlar. Söyledim ya, değer üretmekte olmasa bile tüketme, el koyma, paylaşma konusunda şaşırtıcı bir beceri ve tecrübeye sahipler.

Şimdi el koyma ve yok etme sırası, Türkiye’nin Cumhuriyet tarihindeki en başarılı uluslararası projesi Türk Okulları’na gelmiş. Bunlara el koyacağız, kapatacağız bu okulları diyorlar. “Dünyada okul açılacaksa onu da biz yaparız!”
Bu mütekebbir dili çok seviyorlar. “Biz” diyorlar, biz biliriz, biz yaparız, biz açarız, biz kurarız… “Biz bir şeye olacak deriz, olur!” diyorlar.

Yapabilirler mi gerçekten, 160 ülkedeki 2 bine yakın okula el koyabilirler mi? Yeryüzünde geçerli modern hukuk kurallarına göre mümkün görünmüyor. Fakat bir süredir burada evrensel hukuk yerine bir çeşit orman kanunu yürürlükte olduğu için açıkçası, “hayır, yapamazlar” diyemiyor insan. Şüphe yok, bu konularda şeytana pabucunu ters giydirecek kadar yetenek ve tecrübeye sahipler. Konuyu Bakanlar Kurulu’na getiriyorlar. Şimdiden iddialı sözler dolaşıyor ortalıkta. Kamu bankalarından kaynak aktarılacak, öğretmenlere yüksek maaş ve diplomatik statü verilecek... Belki koruma ve silah da verirler. Oralarda, hayatın böyle işlediğine, okulların bu şekilde ayakta durduğuna, öğretmenlerin gönüllere böyle girdiğine inanıyorlar.

Aldanıyorlar!

Türk Okulları’nı hiç tanımamışlar, bu insanları hiç anlamamışlar. Başından beri, daima yaptıkları gibi her şeyi görünüşle, şekille ölçüp değerlendiriyorlar. Bu yüzden onlara göre İslâmiyet görkemli camiler, gelişmişlik büyük binalar ve duble yollar, demokrasi sandıktan çıkan çoğunluk demek. ‘İmanın şevk olduğu zamanlar’dan, ruhun sonsuz ufuklarından habersizler. Onların kitabında gönül enginliği, düşünce duruluğu, ideal, ihlas, rıza, fedakârlık ve yaşatma arzusu gibi kavramlar yer almıyor. Almıyor, çünkü o okulların anahtarlarına sahip olduklarında her şeyin biteceğini umuyorlar. Koruma ordusuyla bir sömürge subayı gibi caka satarak gezdikleri ülkelerde, güneş gözlüğünün arkasından baktıkları insanların gönlüne girebileceklerini sanıyorlar.

Aldanıyorlar!

Geçen 25 yıl içinde, Anadolu halkının sabırla, duayla, canından ve malından vererek kurup büyüttüğü okulların, devlet bütçesinden finanse edilerek, parti memuru öğretmenlerle ayakta tutulabileceğini zannediyorlar. Anadolu’nun köylerini, kasabalarını, kentlerini dolaşıp Peru’ya, Sibirya’ya, Kamboçya’ya, Nijerya yahut Filipinler’e kızını, oğlunu göndermiş insanları dinleselerdi, böyle bir maceraya hiç kapılmayacaklardı. Onlar, karşılarında durup ‘hicret’ diyeceklerdi, ‘dünya barışı’ diyeceklerdi, ‘Allah rızası’, ‘adanmışlık’, ‘yaşatma arzusu’, ‘insanlık sevgisi’… Oralardan iki-üç yılda bir gelebilen oğullarının, kızlarının öğrencileriyle çekilmiş fotoğraflarını bağırlarına basarken, gözlerinde, seslerinde gezinen duygunun yalnız samimiyet olduğunu göreceklerdi. Görüp de utanacaklardı belki, hâlâ utanma meziyetleri kaldıysa…

Aldanıyorlar!

Çünkü diplomatik pasaport ve yüksek maaş vererek gönderecekleri öğretmenler, işçi tulumu giyip okul inşaatında çalışmayacak. Moğolistan’ın kışında, Afrika’nın sıcağında yoksul öğrencilerinin sofrasına diz çöküp oturmayacak
. Bir gün, ölüm gelip kendisini bulduğunda, okulun bahçesine gömülmeyi vasiyet etmeyecek. Ve oralarda, başları okşanmış, şefkatli bir kucağa koşmuş, belki ilk kez yüzleri gülmüş talihli çocuklar, onları, o eski öğretmenlerini arayacaklar. Dikili bir ağaç yokken gelip buzullarda, bozkırlarda, çöllerde bahçeler yeşerten öğretmenleri… Yüksek maaşlı, diplomatik pasaportlu parti memurlarını değil.

Sayın peşkeşçiler, dönüştürücüler, el koyucular!

Bu işler sizin bildiğiniz gibi olmuyor. El koyarak, devralarak, paralar savurarak, statüler vererek değil! İnsanlığın kurtuluşu ve barış için, hayatını vakfederek, sabırla, gönüllere girerek, gözyaşıyla, inançla çalışarak, yaşamaktan vazgeçip yaşatarak yapılıyor. Sonra, bir meçhul asker gibi kaybolup giderek... Var mısınız?"

ZAMAN
<< Önceki Haber Ali Çolak'tan çarpıcı 'el koyma' analizi Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER