Darbe üstüne darbe, baskı üstüne baskı...

Bugün postmodern darbenin yıldönümü. Türkiye, 28 Şubat sürecinden kurtulmayı beklerken yeni bir darbe dönemi yaşıyor...

Darbe üstüne darbe, baskı üstüne baskı...

Yolsuzluk operasyonundan sonra yaşanan baskı, iftira, hakaret, fişleme ve tasfiyeler, başta Hizmet Hareketi olmak üzere mütedeyyin kesimleri ve muhalifleri hedef alıyor. 28 Şubat’la birebir örtüşen uygulamaların etkisi, medyadan yargıya, iş dünyasından sivil topluma kadar her alanda hissediliyor.

Türkiye siyasi tarihine “Postmodern darbe” olarak geçen 28 Şubat’ın uygulamaları günümüzde o darbenin mağduru olduğunu söyleyen sivil iktidar eliyle devam ediyor. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan başta olmak üzere AKP iktidarının nefret ve ayrımcılık diline sarılması, Hizmet Hareketi, CHP, MHP, Türk, Kürt ve Alevilere yönelik ayrımcı söylemler; 28 Şubat’ın bile yapamadığı kutuplaşmayı doğurdu. Basın yayın kuruluşları üzerinde büyük bir baskı oluşturulurken, özgür medyaya darbe yapıldı. 28 Şubat’ın medya brifinglerinin yerini, basına içerden müdahale ekipleri aldı. Hükümete yakın işadamları aracılığıyla iktidar yandaşı bir medya oluşturuldu. 28 Şubat’ta olduğu gibi karalama ve iftira haberlerle masum insanlar linç edilmeye başlandı. 28 Şubat sürecindeki irtica paranoyasının yerini günümüzde paralel safsatası aldı. Bütün cemaatlerin ve dindar kesimlerin takibi için istihbarat teşkilatlarına resmi yazılar yazdırıldı. Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün eşi Hayrünnisa Gül’ün tespiti yaşanan sürecin özeti: “28 Şubat döneminde benim başörtümün tartışıldığı günlerde bile bu kadarını görmedik.”

İşte postmodern darbe süreci ile bugün yaşanan uygulamalar:

MÜTEDEYYİN İNSANLAR HEDEFTE

28 ŞUBAT: 28 Şubat 1997 tarihinde gerçekleştirilen Milli Güvenlik Kurulu’nda ‘irtica ile mücadele eylem planı’ ile tarikat ve cemaatler hedef alındı. MGK’da laik sistemin korunması için 18 maddelik önlem planı açıklandı. Karar ile mütedeyyin kesimler, cemaat ve tarikatlar devlet tarafından iç tehdit olarak algılandı. Kur’an kurslarına, tarikatlara ve cemaatlere bağlı özel yurt, vakıf ve okullara sıkı denetim getirildi. Dönemin muktedirleri, MGK kararı ile irtica paranoyasını tüm topluma aşılamaya çalıştı. On binlerce kişi fişlendi, başörtülüler üniversite kapılarından geri çevrildi.

2015: Taraf Gazetesi’nin ortaya çıkardığı 2004 yılındaki MGK belgesi ile Hizmet Hareketi’ne karşı 28 Şubat uygulamalarının sürdüğü anlaşıldı. ‘Kırmızı kitap’ olarak bilinen Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’ni geçmişte sık sık eleştiren Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, MGK toplantısında Hizmet’in ‘kırmızı kitaba’ girmesi gerektiğini dile getirdi.

TOPLUM FİŞLENİYOR

28 ŞUBAT: Toplum, bu dönemde cuntacılar tarafından takip edildi. MGK kararları öncesinde TSK içinde oluşturulan özel birimler siyasetçileri, dernekleri, subayları, öğretmenleri, öğrencileri, Kur’an kurslarını hatta ev kadınlarına kadar toplumun farklı kesimlerini fişledi. 28 Şubat sürecinde YAŞ kararlarıyla uzaklaştırılan askeri personel sayısı bin 626 kişiydi.

2015: 2004 yılından itibaren vatandaşlara yönelik fişlemelerin devam ettiği ortaya çıktı. 17 Aralık yolsuzluk operasyonundan sonra bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Gerekirse cadı avı yapılacak” açıklamasının ardından kamuda birçok memur ‘paralel’ yaftasıyla sürüldü veya meslekten ihraç edildi. Yolsuzluk ve rüşvet operasyonunu yapan polisler de paralel bahanesiyle tutuklandı. Sürgün edilen ve açığa alınan polis sayısı 60 bini bulurken, TBMM’de 3 bin 200 üst düzey emniyet mensubunun tasfiyesi için iç güvenlik paketine özel maddeler eklendi.




İKNA ODALARI, ÜNİVERSİTELERDEN İLKOKULLARA İNDİ

28 ŞUBAT: MGK kararıyla hazırlanan önlem paketinde, tarikatlara bağlı okulların denetlenmesi, 8 yıllık kesintisiz eğitime geçilmesi, Kur’an kurslarına yönelik sert uygulamalarda bulunulması maddeleri yer aldı. İmam hatip liselerinden rahatsız olan cuntacılar, katsayı engeliyle bu okullardan mezun olan öğrencilere üniversite yolunu kapattı. Ayrıca yurtdışındaki Türk okullarının tehlikeli ve zararlı olduğu öne sürüldü. İstanbul Üniversitesi’nde simge haline gelen başörtülü ve dindar öğrencileri takip için ‘ikna odaları’ kuruldu.

2015: AKP hükümeti eğitim sistemindeki sorunları çözmek yerine, dershanelerin kapatılması, ihtiyaç sahibi öğrencilerin eğitim gördüğü okuma salonları, etüt merkezlerinin kapılarına kilit vurma, özel okullara teşvik ayrımcılığı yaparak on binlerce öğrenci ve velisini mağdur etme, ilkokullarda ikna odaları kurma, okul ve üniversite arazilerine el koyma gibi antidemokratik uygulamalara imza attı. Öğretmenlik için mülakat şartı getirerek iktidarın istemediği yönetici ve öğretmenleri saf dışı etme, iktidar sendikalarıyla eğitim bürokrasisini tamamen değiştirme hamleleri yapıldı. 16 bin müdürün işinden olduğu süreçte, yandaş sendikaların yönetici ve üyelerine görev verildi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “paralel yapının okullarına ve dershanelerine gitmeyin” şeklinde halka çağrı yapması, 28 Şubat dönemindeki imam hatip liselerine yapılan zulmü hatırlattı. Dünyanın 160 ülkesinde bulunan Türk okulları kapatılmak istendi.

GÜVEN ERKAYA: İRTİCA PKK’DAN TEHLİKELİ ERDOĞAN: PARALEL YAPI PKK’DAN BETER

28 ŞUBAT: Muhafazakâr ve dindar camia hakkında ‘irticacı, gerici, örümcek kafalı’ gibi incitici ifadeler kullanıldı. Siyasiler, imam hatipliler için yarasa imasında bulundu. Yargıtay Başsavcısı Vural Savaş’ın hazırladığı iddianamede dindar insanlar hakkında “habis, ur, kan emici vampir” ifadeleri kullanıldı. Dönemin güçlü paşası Güven Erkaya, 25 Ocak 1997 tarihinde yaptığı açıklamada “İrtica PKK’dan tehlikeli.” dedi.

2015: Bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan ve iktidardaki isimler 28 Şubatçılar gibi nefret diline sarıldı. Erdoğan, Gezi olaylarına katılanlara ‘çapulcu’ diyerek toplumun tepkisini çekti. Ayrıca Erdoğan, yolsuzluk ve rüşvet iddiaları sonrası Fethullah Gülen Hocaefendi ve Hizmet Hareketi hakkında 28 Şubatçılara benzer bir dille “terör örgütü, haşhaşi, virüs, in, çete, sahte peygamber, alim müsveddesi” gibi hakaret içerikli sözler sarf etti. Erdoğan’ın “Paralel yapı PKK’dan beter” açıklaması ise 28 Şubat’ın paşalarını hatırlattı.

BANKA VE ŞİRKETLER ÜZERİNDE BASKI

28 ŞUBAT: Büyük ve önemli şirketlerin yönetim kurullarına emekli askerler atanarak şirketler üzerinde hakimiyet kuruldu. Birçok bankanın yönetim kuruluna emekli generaller getirildi. Eski Kara Kuvvetleri Komutanı Muhittin Fisunoğlu Sümerbank’a, eski Jandarma Genel Komutanı emekli Orgeneral Teoman Koman İnterbank’a, 28 Şubat’ın ünlü paşası Güven Erkaya ise Bank Ekspres’in yönetim kuruluna atandı. Etibank’ın paşası ise eski Deniz Kuvvetleri Komutanı emekli Oramiral Vural Beyazıt oldu. Yine muhafazakâr insanların sahip olduğu Kombassan, Yimpaş, Petlas gibi şirketler “yeşil sermaye olarak” hedef haline getirildi. Bu şirketler medya eliyle ve boykotlarla batırılmaya çalışıldı. Köfteci salonlarının dahi sahibi sakallı olduğu için hedef alındı.

2015: Şirket ve bankalara emekli paşaların yerine AKP’li milletvekilleri ve yöneticilerin atandığı ortaya çıktı. Turkcell, THY, Vakıfbank, Türk Telekom, Borsa İstanbul başta olmak üzere birçok devlet kurumu ve özel şirkete eski AKP’li milletvekilleri ve yöneticiler atandı. Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Fahri Kasırga ve Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Yiğit Bulut, Türk Telekom Yönetim Kurulu üyesi olurken Turkcell’in yönetimine AKP’li eski Turizm Bakanı Atilla Koç ve AKP’li eski Enerji Bakanı Hilmi Güler atandı. Diğer yandan TMSF hukuksuz bir şekilde Bank Asya yönetimine müdahale etti. Ayrıca, muhalif şirketlere ve Hizmet’e yakın işadamlarına vergi denetimleri ve bürokratik işlemlerle adeta linç girişimi gerçekleştirildi. Gezi olayları sırasında göstericilerin Divan Otel’e sığınması sonrası Koç ailesine ait TÜPRAŞ’a baskın gerçekleştirildi, milyonlarca lira ceza kesildi. Gezi’ye destek veren Cem Boyner de Erdoğan’ın kara listesine girdi. Türk Sanayici ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) Başkanı Muharrem Yılmaz, HSYK yasasını eleştirince dönemin başbakanı Erdoğan tarafından “vatana ihanetle” suçlandı. Medya patronu Aydın Doğan’a da vergi cezaları ile gözdağı verildi. Kaynak Holding, Boydak ve İpek Koza Grubu başta olmak üzere birçok şirkete hukuka aykırı işlemler yapıldı. TUSKON’un 49 yıllığına kiraladığı arazi devlet tarafından gasp edildi. Gezici Araştırma Şirketi’ne baskın, Taraf’a SPK müfettişi gönderilmesi baskının son örnekleri oldu.

BASIN ÖZGÜRLÜĞÜNE DARBE

28 ŞUBAT: Kuşkusuz bu dönemin en önemli aktörlerinden biri de medya oldu. Medya, Ankara merkezli brifinglerle yönetilerek, tek kalemden çıkmış haberler gazetelerin manşetlerinden inmedi. ‘Üst düzey bir komutan’ diye başlayan manşetlerle siyaset ve siviller baskı altına alındı. Medya adeta Genelkurmay Psikolojik Harekat Dairesi gibi çalıştı.

2015: 17-25 Aralık rüşvet ve yolsuzluk soruşturmalarıyla ana akım medya organları ve televizyonların birçoğunun Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yakın isimler ya da bizzat kendisinin devreye girmesiyle yönetildiği ortaya çıktı. ‘Alo Fatih’ ve ‘Alo Nermin’ olarak basın literatürüne giren yeni uygulamada, talimatlarla muhalefet partileri adeta ekranlardan silindi, altyazılara, köşe yazılarına ve muhabirlerin haberlerine müdahale edildi. Medyanın büyük kesimi hükümete yakın işadamlarına verildi. Muhalif gazeteci ve yazarlar gazete ve televizyonlardan atıldı. İnternete düşen bir telefon görüşmesinde ünlü bir işadamının bizzat ülkenin başbakanı tarafından ağlatılması medya üzerindeki baskının  28 Şubat’tan beter olduğunu gözler önüne serdi. TMSF eliyle Star, Akşam, Güneş, Takvim, Atv, Ahaber, Sky, Show TV gibi birçok yayın kuruluşu el değiştirdi.

KUPÜRLERDEN DAVA

28 ŞUBAT: Cuntacıların yazdırdığı haberler delil kabul edilerek Fethullah Gülen Hocaefendi hakkında terör örgütü davası ve Fazilet Partisi’ne kapatma davası açıldı. Cümlelerin içinden ‘kes-kopyala-yapıştır’ taktiği ile hazırlanan montaj kasetler Nuh Mete Yüksel’in iddianamesinin ana delillerini oluşturdu. Önce haberler yaptırıldı, sonra soruşturma ve davalar açtırıldı.

2015: Yandaş medyanın tek bir merkezden çıktığı belli olan manşetleri, hükümetin görevlendirdiği savcılar tarafından soruşturmalara delil oldu. Sabah, Star, Akşam, Yeni Şafak gibi gazetelerin iftira dolu manşetlerini ihbar kabul eden savcılar tarafından, ‘paralel’ safsatasıyla Hocaefendi ve eğitim gönüllüleri hakkında ‘silahlı terör örgütü kurmak’ suçlamasıyla soruşturma açıldı.

ÖZGÜR BASIN HEDEFTE

28 ŞUBAT: Bir kısım medya, postmodern darbenin en önemli ayağı oldu. Cuntacıların talimatı ile gazeteciler ve siviller hedef alındı. İftira dolu haberlerle toplum, birçok algı operasyonuna maruz kaldı. Cengiz Çandar ve Mehmet Ali Birand hain ilan edilerek işini kaybetti. Mehmet Altan ve Ahmet Altan da kara propagandadan nasibini aldı ve kendileri hakkında birçok yalan haber yapıldı. Hedef gösterilen isimlerden Akın Birdal’a da suikast düzenlendi.

2015: Cumhurbaşkanı seçimi sürecinde miting meydanlarında Erdoğan gazetecileri hedef gösterdi. Hükümeti eleştiren tüm gazeteciler medya patronlarına verilen talimatlar ile işlerinden oldu. Derya Sazak, Hasan Cemal ve Can Dündar’ın Milliyet gazetesindeki görevlerine son verildi. Nazlı Ilıcak, Mehmet Altan, Eser Karakaş, Oray Eğin, Uğur Dündar, İsmail Küçükkaya hükümeti eleştirdikleri için işten atıldı. İşsiz gazetecilerin sayısı yüzlerle ifade ediliyor.

<< Önceki Haber Darbe üstüne darbe, baskı üstüne baskı... Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER