Hükümete can alıcı soruyu sordu: Cumhurbaşkanı Gül...

Samanyoluhaber.com yazarı gazeteci yazar Aydoğan Vatandaş, Başbakan Erdoğan'ın Abdullah Gül ve Necdel Özel'in şantaj kasetleri olduğunu iddia etmesiyle ilgili dikkat çeken bir yazı kaleme aldı.

Hükümete can alıcı soruyu sordu: Cumhurbaşkanı Gül...

Aydoğan Vatandaş, sözde şantaj kasetleriyle ilgili koskoca Başbakan’ın Gül ve Özel'in basın sözcüsüymüşcesine konuşmasının doğru olup olmadığını ve bu iki ismin kendi adlarına konuşacak kadar medeni cesarete sahip olup olmadıklarını sordu. Farklı bir noktaya daha değinen Vatandaş, 'madem bu iki makam dinlendi ve bunun bilgisine sahipsiniz, neden şu ana dek gereğini yapmadınız da konunun dedikodusunu yapıyorsunuz?' dedi ve can alıcı soruyu sordu: Şimdi soralım, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Cemaatin sözde kaset şantajı dolayısıyla mı aktif siyasetten çekilme kararı aldı, yoksa siyaseti bu düzeysizlikte yapmak zorunda kalmamak için mi?

Vatandaş, ABD Ulusal Güvenlik Dairesi’nin (NSA) dünyanın çeşitli ülkelerinde gerçekleştirdiği dinlemelere de değinerek, 4 bakanla ilgili fezleke’nin 283.sayfasında Reza Zarrab’la bir başka İranlı arasında yasal bir telefon konuşması kaydı bulunduğunu belirtiyor ve ekliyor: '10 Nisan 2013 tarihli bu görüşmeden bir gün sonra da Reza Zarrab’ın patronu Babek Zencani’nin ise ABD Hazine Bakanlığı tarafından kara listeye alındı. Tüm dünyayı dinleme kapasitesine sahip Amerika’nın, bu kararı alması için İstanbul Emniyeti’nin dinleme kayıtlarına ihtiyaç duyar mı?

İşte Aydoğan Vatandaş'ın 'Herkesi kör alemi sersem sanmak!' isimli köşe yazısı;

Erdoğan, dünkü grup toplantısında demiş ki, “Bu devletin en tepesinden en aşağısına kadar Cumhurbaşkanı’nın da şantaj kaseti bunlarda var, benim de vardı, Genelkurmay başkanının da.” 

Erdoğan, kendi ses kayıtları internete düştükten sonra, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün de ses kayıtları olduğunu söylemiş, Gül de bu sözleri yalanlamıştı, üstelik de korkmadığını ekleyerek.

Doğru ya, insanın korkacak bir şeyi olmadıktan sonra, ses kasedi olsun ya da olmasın ne fark eder?

Bu konuşmasında Erdoğan, Gül’ün yanına bir de, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel’i ekliyor dinlenenler listesine.

Erdoğan, daha önce oldukça sert bir protesto mektubuyla AK Parti’den istifa eden eski İç İşleri Bakanı İdris Naim Şahin’in de kasetle şantaja maruz kaldığını iddia etmişti. Şahin, Bugün TV’de Tarık Toros’a kaset iddialarını yalanlayarak, "Başbakan benim ne kadar korkusuz olduğumu bilir. Onun tabiriyle uyduruk, tırı vırı kasetler kararımdan vazgeçiremez. Ha, benim Ordu'nun Dereleri, Hekimoğlu türkülerini söylediğim kasetler vardır. (Gülerek) kastedilen buysa.. Ben disiplin kuruluna sevkedilmeden ayrıldım.." demişti.

Sormak gerek, Başbakan, İdris Naim Şahin’e kasetle şantaj yaptılar derken ve Şahin de bunun apaçık yalan olduğunu söylerken, müfteri durumuna düşmüş olmuyor mu?

Gelelim, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel’e.

Dün Başbakan’ın bu konuşmasını dinlediklerinde, Gül ve Özel acaba ne düşünmüştür?

Acaba, koskoca Başbakan’ın kendi basın sözcüleriymişcesine konuşmasını doğru bulmuşlar mıdır? Biri Cumhurbaşkanı diğeri Genelkurmay Başkanı olan devletin zirvesindeki bu iki isim, kendi adlarına konuşacak kadar medeni cesarete sahip değiller mi? 

Hem sonra, madem bu iki makam dinlendi ve de siz bunun bilgisine sahipsiniz, neden şu ana dek gereğini yapmadınız da hala konunun dedikodusunu yapıyorsunuz?

Erdoğan, Genelkurmay Başkanı'nı da yanına almak istediğine göre yaşanan saflaşmada, TSK'nın nerede saf tuttuğundan emin değil!

Şimdi soralım, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Cemaatin sözde kaset şantajı dolayısıyla mı aktif siyasetten çekilme kararı aldı, yoksa siyaseti bu düzeysizlikte yapmak zorunda kalmamak için mi?

Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’ın İBDA-C lideri Salih Mirzabeyoğlu ile 1976 yılında çekilmiş fotoğraflarını servis eden de paralel yapı mı? Bu makamlara gelmiş insanlar aptal mıdır? Olup biteni, kimin aslında ne demek istediğini, aba altından nasıl sopa gösterildiğini göremeyecek kadar kör müdürler? 

Hem şunu da hatırlatmak isterim.

20 Ocak 2014 tarihinde Alman ZDF kanalı, ABD Ulusal Güvenlik Dairesi’nin (NSA) dünya liderlerini dinlemesiyle ilgili Başkan Obama’yla bir söyleşi gerçekleştirdi. Obama “Erdoğan’ı dinliyor musunuz” sorusuyla karşı karşıya kaldı. Ünlü haber sunucu Claus Kleber, Obama’ya, “Türkiye’de şu an zor bir durum var. Gizli servisiniz, Başbakan Erdoğan’ın iletişim faaliyetlerini merak ediyordur. Onun iletişim faaliyetleri Başkan istemediği için bu sınırların dışında mı tutulacak?” sorusunu yöneltti. Obama, “Bunu ülke ülke tartışmak istemem” dedi.

Almanya Başbakanı Merkel’e cep telefonunu artık dinlemeyecekleri garantisi veren ABD Başkanı Barack Obama, Alman gazetecinin sorusuna karşın Başbakan Erdoğan için bu yönde net bir taahhütte bulunmadı. Obama, “İstihbaratımız dünyadaki her ülkenin, devletin niyetleriyle ilgilenmeyi sürdürecek” dedi. 

Ben Başbakan Erdoğan’ın, Obama’nın bu sözlerine itiraz ettiğini duymadım. Erdoğan, ABD’nin kendisini hangi nedenlerle dinlediğini ve dinleyebileceğini en iyi bilecek kişi olmalıdır.

İşte bunun nedenlerini Hürriyet Gazetesi’nden Tolga Tanış Hürriyet Gazetesi’nde yayınlanan ‘Eski İran’ın off-shore’u Türkiye’ başlıklı yazısında aralamıştı. 

‘Yazıyı hazırlarken görüştüğüm, Washington’daki düşünce kuruluşlarından FDD’nin kıdemli araştırmacısı Emanuele Ottolenghi’nin dediği gibi “Türkiye’nin, kriminal ülke oyuncularının şaibeli finansal faaliyetlerini yürütmeleri için sanki gizli bir offshore bölgesi haline gelmesi. Bu çözülmediği sürece de, küresel ekonominin saygın bir üyesi olarak edindiği imtiyazları kaybedecek gibi durması.”

‘EVET, bu işi yakından takip eden Amerikan Hazine Bakanlığı’nın finansal istihbarat birimiyle de görüştüm. Onlar şimdilik yorum yapmayacaklarını söylediler. Zencani’nin Türkiye’deki varlıklarını sordum. Tek söyledikleri, “Türkiye ile bu alanda işbirliğini sürdürüyoruz” oldu. “İşbirliği sizin için tatmin edici mi” diye sorduğumda ise verdikleri cevap aynen şuydu: “Bu konuda bir yorum yapamamayız.” Neden mi yorum yok? Belki onun da cevabı hafta içi Meclis’te okunmasına izin verilmeyen fezlekededir. Fezleke olduğu iddia edilen belgenin 283. sayfasındadır.’

Tolga Tanış’ın sözünü ettiği mecliste okutulmayan Fezleke’nin 283.sayfasına baktığınızda ise Amerikalıların Erdoğan’ı hangi nedenlerden ötürü dinlemiş olabileceğini anlıyorsunuz.

Daha önce de yazdım ama hatırlatayım. Burada çok ilginç bir şey var.

Tanış’ın sözünü ettiği Fezleke’nin 283.sayfasında Reza Zarrab’la bir başka İranlı arasında yasal bir telefon konuşması kaydı bulunuyor. 

Bu telefon konuşması 10 Nisan 2013 tarihinde yapılmış ve kaydedilmiş.

Bir gün sonra da Reza Zarrab’ın patronu Babek Zencani’yi İran’ın milyarlarca dolar kara parasını aklama iddiasıyla ABD Hazine Bakanlığı tarafından kara listeye alınmış. 

Söz konusu konuşma ve Amerikan Hazine Bakalığı’nın aldığı bu karar arasında bağlantı olduğunu varsayacak olursak, şu soruyu sormamız gerekir.

Tüm dünyayı dinleme kapasitesine sahip Amerika’nın, söz konusu kararı alması için İstanbul Emniyeti’nin dinleme kayıtlarına ihtiyaç duyar mı?

Tek kelimeyle hayır!

Nitekim, 20 Mart tarihli Hürriyet Gazetesi, Washington Post gazetesinin, ABD Ulusal Güvenlik Ajansı'nın (NSA), yabancı bir ülkedeki telefon görüşmelerinin "yüzde 100"ünü dinleyebilme kapasitesine sahip bir sistem kurduğu iddiasında bulunduğunu yazdı.

Haberini, "Edward Snowden'ın sızdırdığı belgeler konusunda doğrudan bilgisi bulunan kişilere" dayandıran gazete, "MYSTIC" adlı 2009 yılında uygulamaya konulan ses yakalama sisteminin, "geriye dönük bulma" anlamına gelen RETRO aracı ve ilgili programlarının 2011 yılında tam kapasitesine ulaştığını ifade etti.

Haberde, sistemin yöneticilerinden birinin bu sistemi "zaman makinesine" benzettiği belirtiliyor. 
Erdoğan, dinlemelerden Pensilvanya’yı tutuyor. Oysa bunu yaparken, ortaya tek bir delil bile koymuyor. Daha kötüsü öyle anlaşılıyor ki, delil falan bulamayan bazı bürokratları delil üretme yoluna başvurabiliyorlar. 

Bir şey daha, Erdoğan ve kurmayları, Deniz Harp Okulu eski komutanı Türker Ertürk’ün, 20 Eylül 2013'te Türkiye jetlerinin Suriye helikopterinin düşürülmesi sonrasında 'Füze güvenliğimizi ve çıkarlarımızı vurmuştur' başlıklı yazısında geçtiğimiz yılın 21 Ağustos'unda yapılan ve yaklaşık 400 insanın hayatını kaybettiği sarin gazı saldırısının arkasında AKP'nin olduğunu iddia ettiğinde neden sessiz kaldılar? Şöyle demiş Ertürk:" 21 Ağustos 2013'te, Şam yakınlarında bulunan Doğu Guta'da üçte biri çocuk olmak üzere yaklaşık bin 400 insanın yaşamını kaybettiği kimyasal silah saldırısında kullanılan sarin gazının izleri AKP yönetiminde Türkiye'yi göstermektedir.’

Erdoğan bu iddiaların, ünlü Amerikalı yazar Seymour Hersh’in iddialarıyla örtüştüğünü farketmiş midir? Seymour Hersh’in bu yazılarında bile bir Pensilvanya bağlantısı arayan cambazlar, acaba Türker Ertürk’ün iddialarının kaynağını neden sormadılar? 

Ertürk, 2 Temmuz 2013’te Başkan Obama’ya bir mektup yazarak Erdoğan’ı şikayet etmişti! İşte o mektubun linki:

<< Önceki Haber Hükümete can alıcı soruyu sordu: Cumhurbaşkanı Gül... Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER