Olay çıkaran vekillerin amacı

Ümit Fırat: Asıl hedef AK Parti'nin bu süreçte hiddete kapılarak yanlışlar yapmasına zemin hazırlamak.

Olay çıkaran vekillerin amacı

BDP milletvekileri Sabahat Tuncel ve Bengi Yıldız'ın tokatlı-taşlı eylemi, ardından bütün partililerin pasif direnişe geçmeleri, bölgede artan tansiyonun seçime doğru tırmanışa geçeceği endişesi, Abdullah Öcalan'ın yeni milletvekili adayları ile devletten talepleri, Ak Parti ve CHP'nin bölgede göstereceği seçim performansı... PKK muhalifi olarak bilinen Kürt yazar Ümit Fırat'la bu çerçevede konuştuk. Fırat "asıl hedef AK Parti'nin bu süreçte hiddete kapılarak yanlışlar yapmasına zemin hazırlamak" diyerek provokasyona dikkat çekiyor ve eğer CHP, BDP'yle seçim ittifakı yaparsa Canan Arıtman, Onur Öymen gibi isimlerin MHP'ye oy vereceğini söylüyor. Fırat'a göre İmralı'ya, resmi devlet görevlilerinin yanı sıra derin devletin temsilcileri de gidiyor... -Sabahat Tuncel'in bir polisi tokatlaması ve Bengi Yıldız'ın polisi taşlama girişimi... Siz bu fotoğrafları nasıl okuyorsunuz? -Sabahat Tuncel'in daha önce de benzer, öfkeli çıkışları oldu. Onun için çok sürpriz olmadı bana. Ama Bengi Yıldız'ı elinde taşla görmek onun benim izlediğim üç buçuk, dört yıllık performansına çok uyumlu değildi. Tabii bu öfkenin orada yaşanan olaylarla doğrudan bir ilgisi var. Bir yandan taşlar atılıyor, öte yandan biber gazı, tazyikli su vs. sıkılıyor; işte böyle bir psikolojik ortam var. Ancak yine de böyle bir psikolojik ortama rağmen eğer orada bir kitleye öncülük yapıyorsanız, yol gösterici oluyorsanız öfkenize yenilmemek durumundasınız. Yaptığınız şeyin o toplumun taleplerini çözecek bir etki yerine tersine işi daha da zora sokacak sonuçlar yaratacağını kavramak durumundasınız. Bana göre o emniyet görevlisi sağduyulu davrandı orada. -Evet. Bir tokat da o aşkedebilirdi... -Tabii o zaman çok feci bir sonuç da çıkabilirdi. Diğer polisler de harekete geçip üzerine çullanabilirdi. Neticede ellerinde silah olan güvenlik güçleri söz konusu. Nevruz öncesi aklıselim sahibi herkesin, hepimizin birtakım tavsiyeleri oldu. Şüphesiz hükümet geçmiş benzer hadiselerden bazı dersler çıkarmış olmalı ki, provokasyonlara gelmedi; eskiye oranla daha ihtiyatlı davranmayı başardı -Van'da da bir milletvekili bir polisin şapkasını başından aldı. -Adeta yarışa girdiler sanki. O yaptı ben de yapayım. Van'daki arkadaşın çok öfkeli, çok tepkili bir insan olduğu biliniyor. Birkaç yıl önce başbakana Van'a gelmeyin gibi bir tehditte bulunmuştu. Keza parlamento içerisinde de böyle uluorta çıkışları olan bir insan. O bunu yapar. Ama son günlerdeki ortam içerisinde bu tür şeyler yapması, zannediyorum öfkeli kalabalıklar içerisinde pozitif bir etki yaratıyor olmalı. Helal olsun dedirttiriyor. Ve seçim öncesinde bir kere daha aday gösterilmek adına yapılıyor herhalde. SİVİL DİRENİŞ BİR SEÇİM KAMPANYASIDIR -BDP'nin başlattığı sivil direnişi, hükümetten taleplerine cevap alıncaya kadar oturma eylemlerine geçmelerini nasıl yorumluyorsunuz? -Bence bu eylemi seçim kampanyası içersinde değerlendirmek gerekir. Dört yıl önce bu insanlar aday oldukları zaman seçim meydanlarında bir takım vaatlerde bulundular, bir takım taleplerinin gerçekleşmesi konusunda ısrarlı olacaklarını söylediler. Geldik yeni bir seçim dönemine. Türkiye dört yıl önceki noktada değil. Dört yıl önce talep ettiğiniz şeylerin bir kısmı artık düşmüş vaziyette. O gün vaat ettiğiniz ve kısa vadede gerçekleşmesi çok da mümkün olmayan ama mutlaka gerçekleşmesi gereken bir takım talepler hala gerçekleşmedi. Şimdi bunlar için ısrarlı olduklarını, ama hükümetin bunları çözmeye niyeti olmadığını göstermeye çalışıyorlar. Elbette taleplerin haklı olması önemlidir; ama bu talepleri ifade edenler söz konusu sorunun çözümünün bir parçası olmak yerine problemin bir parçası haline gelirse, ortada sorun falan da çözülmez ve o haklı talepler boşta kalır. -"Çözümün değil sorunun parçası olmayı" isteyerek mi yapıyorlar? -Çok da isteyerek yapmadılar. Gerçekten kendi iradeleriyle siyasi karar verme, politika üretme pozisyonunda olabilselerdi gelişmeler çok daha farklı bir seyir izleyebilirdi. Bir takım emri vakilerle, kendilerinin benimsemedikleri eylemlere, kararlara zorlandılar. Örneğin bir buçuk yıl önce DTP kapatıldığında parlamentodan istifa etme kararı aldılar ve hemen sonra vazgeçebildiler. -Apo'nun emriyle. -Evet, emri veya tavsiyesi diyelim. Anayasa değişikliklerini baş başa konuştuğunuz zaman birçoğu onayladığı halde, bu duygularını açıkça ifade edemediler ve sandığa gitmediler. Yıprandılar. Bu, kendilerinden beklenen performansı göstermedikleri anlamına geliyor. Bunu aşmak için şimdi canla başla bir siyasi mücadele ortamı hazırlamaktalar. Bunun için son olarak bir pasif direniş kararı aldılar. Buna söylenecek fazla bir şey yok. İsterlerse bu eylemlerinde direnirler. Yeter ki sonunda şiddet olmasın. İşin içerisinde silah, adam öldürme, tehdit, şiddet girmesin. Eğer bu eylemlerinin masumiyetine gölge düşürecek davranışlardan uzak kalmayı başarabilirlerse iyi. Ama birtakım deneyler bize çok da emin olamamak endişeleri yaratıyor. -Yani bu direnişin yeni olaylara mı gebe olduğunu düşünüyorsunuz? -Esas olarak bölgede AK Partiye karşı sert bir muhalefet gösterisine girişiyorlar ve asıl hedef AK Parti'nin bu süreçte hiddete kapılarak yanlışlar yapmasına zemin hazırlamak. Zannediyorum bu eylemcilerin etrafında bir takım halkalar olacak. Böylesi dönemler birtakım provokasyonların yapılmasına da uygun bir gerilim ortamı yaratır. Elbette ki kendileri birtakım hadiselere yol açacak davranışlardan kaçsalar da, birileri bunu istiyor olabilir. Daha önce benzeri şeyler yaşandı. O hassasiyeti devlet de BDP'liler de göstermelidirler. Pasif ve şiddeti dışlayan eylemlere evet, ama eğer bu eylemlerin şiddete dönük sonuçlar yaratması söz konusuysa, hayır. 33 askerin öldürülmesi olayını hatırlayalım. Bunu derin devlet içerisinde bir takım insanlar istediler, ama tetiği PKK militanlarına çektirdiler. Tabii böyle olunca da işler iyice içinden çıkılmaz hale geliyor. -Seçime doğru bu gerilimin artacağından mı endişe ediyorsunuz? -Evet. Burada hükümetin, devletin mümkün olduğu kadar sağduyu sahibi insanlara inisiyatif verip bu olayları anlık, psikolojik reflekslerle çözmeye, bastırmaya girmemesi lazım. Şırnak örneğinde olduğu gibi keşke bütün polis şefleri bu sağduyuda, bu soğukkanlılıkta olabilse. APO'NUN EN BÜYÜK ARZUSU CHP'YLE İTTİFAK -BDP'liler seçime bağımsız olarak mı girecekler, yoksa parti olarak mı? Apo ne istiyor? -Apo barajı aşabilecek bir ittifak kurabilirlerse bunun bir tercih nedeni olabileceğini düşünüyor. Hele hele CHP ile bir ittifak kurulabilmesi en büyük arzusu. Bu ittifak meselesi 1994'ten bu yana her seçimde gündeme gelir. Ama bir kez bile iyi bir sonuç tutturulamadı. Şöyle bir ittifak yapıyorlar. Emek Partisi, Sosyalist Demokrasi Partisi falan. Ama bunlar zaten ittifak yapsa da, yapmasa da onlara oy verecek kitlenin partileridir. Zannediyorum Abdullah Öcalan da bağımsız girebilirler dedi. Ama şu anki milletvekillerinin hepsi girmesin, bir kısmı girsin dedi. -Kim onlar, isim belirledi mi? -Onlar kendi iç dokümanlarında olabilir, bize yansımıyor. Ama bu son günlerdeki eylemler zannediyorum o silinecekler listesinde olup olmama adına yapılıyor. -Yani Sabahat Tuncel Apo beni çizmesin. Ben burada bir varlık göstereyim diye mi öfkesini serbest bıraktı? -Bu duygu önemli bir faktör olabilir elbette. Ancak bu duygu sadece Sabahat Tuncel'in duygusu değil. Daha başkaları da var. Sık sık olay çıkaranlardan milletvekilleri için böylesi bir yorum uzun süredir Kürtler arasında yaygın. İsim vermek gerekmiyor, ama meclis görüşmelerinde ikide bir hadise çıkarıp, zorla zapt edilmeye çalışılan milletvekilleri sanırım bu tür davranışlarını sinirlerine hakim olamamaktan ötürü yapmıyorlar. -Bunlar Apo ne istedi de veremediler? -Her dediğini yerine getirseler de, Apo kendine bağlı siyasi yapı içerisinde çok sivrilen, öne çıkan isimler olsun istemez. -Çok da sivrilmediler ki. -Sivrilmediler. Ama bazen onu da zora sokabiliyorlar. Muhtemeldir ki bu tokat-taş eylemlerinden sonra bir takım devlet yetkilileri Abdullah Öcalan'la görüştüklerinde bu durumdan rahatsız olduklarını ona bildirmişlerdir. -Devlet Apo'ya çiz şu isimleri diyor öyle mi? -Demese de bazı isimlerin aralarında sürmekte olan müzakereleri zora soktuğuna dair ima yollu belirtmiş olabilirler. Abdullah Öcalan da bunlara onay vermiş olabilir. Yani hakikaten bunlar şık gelişmeler değil diye mutabık kaldıkları bir zemin olabilir. Aralarındaki diyaloglarını, ilişkilerini zedeleyen gelişmeler olarak ifade edebilirler. BDP'DE KADRO DEĞİŞİKLİĞİ -BDP'den milletvekili olabilecek yeni isimler kimler? -Bir kere KCK davasından birkaç isim var. Sanırım Öcalan bunu üç rakamında tutmak istedi. Hatip Dicle, Selma Irmak ve Fırat Anlı'nın isimleri öne çıkıyor. 2007'de DTP mecliste grup kurduğu zaman Ahmet Türk'ten boşalan genel başkanlığa Selahattin Demirtaş'ın kardeşi Nurettin Demirtaş'dan önce Fırat Anlı'yı getirmek istemişlerdi. O zaman Diyarbakır Yenişehir belediye başkanıydı. Böyle bir şeye hazır olmadığını söyledi. Ama orada, bölgede parti içerisinde çok sevilen, ılımlı, pozitif bir genç siyasetçidir. Onu şimdi geleceğe taşımak, partiye önemli görevler vermek üzere düşünmüş olabilirler. Hatip Dicle de onlar için önemli bir figürdür. Demokratik toplum kongresinin başkanıydı. Eski DEP Genel Başkanı ve milletvekili. Böyle birkaç isim var. -Yarısı değişir mi bu kadronun? -Öyle gözüküyor. Çünkü Öcalan geçen hafta avukatlarıyla yaptığı son görüşmesinde, "Yine seçimlere ilişkin şu hususu belirtmek isterim; BDP tarafından bazı milletvekillerine yeni dönemde görev verilmeyebilir, milletvekili olarak bugüne kadar yapmış oldukları hizmetler yeterli görülebilir. Bu durumda olan milletvekilleri herhangi bir alınganlık içine girmemelidirler. Bu değişimi bir görev değişikliği ya da devri olarak görmelidirler. Halkımıza hizmet her alanda esastır. Dolayısıyla yeni dönemde milletvekili olamayacaklar kırılmadan, kendilerinin hiçe sayıldığı hissine kapılmadan başka görevler alabilirler. Bu yaklaşım en doğru yaklaşımdır." dedi. Ama biz o görüşmenin başka detaylarını bilmiyoruz. Onu Abdullah Öcalan'ın avukatları ve birinci derecede bu avukatların muhatap oldukları insanlar ile bir de devlet biliyor. -Leyla Zana da bağımsız aday olarak başvurdu. Apo nasıl bakar buna? -Apo Leyla Zana'yı özellikle cezaevinde yatıyorken çok kolladı. Gerçi bir keresinde azarlamıştı, ama bir kopma olmadı. Leyla Zana ona yazdığı bir mektupta "biz dostuz" demiş. O da "sen kim oluyorsun benim dostun oluyorsun" demişti. Çeşitli görevlere getirmiş, bir takım mesajlar vermesi için ona haberler yollamıştı. Tabii kimi zaman Leyla Zana isminin çok öne çıkması, hatta bazen Abdullah Öcalan'dan önce gelmesi gibi gelişmeler onu rahatsız ediyor. -Şimdi herhalde Apo'ya sormadan adaylık başvurusunda bulunmamıştır. - Leyla Zana avukatlarına "başkana söyleyin ben aday olmak istiyorum" demiş de olabilir. Çünkü neticede yüksek karar merci O'dur. Öte yandan bir takım eski PKK yöneticileri arasında Leyla Zana isminin öne çıkmasından endişe duyanlar da olabilir. BDP PARTİ OLARAK GİRERSE BARAJI AŞAMAZ -Tarhan Erdem'in BDP'liler bağımsız olarak değil, parti olarak girseler barajı aşarlar gibi bir değerlendirmesi oldu. Katılıyor musunuz? -Ben Tarhan Erdem'in bu konuda iyimser düşündüğünü sanıyorum. Yüzde 10 barajı az buz bir baraj değil. Yüzde 10 barajı Türkiye'de 4 buçuk milyon seçmen demektir. Onlar şu anda 2 buçuğu zorluyorlar. Bu oylarını neredeyse ikiye katlamak demek olur. Çünkü 2002 seçimlerine aynı insanlar o zaman DEHAP olarak girmişlerdi. Benim bir seçim sonucu analizim vardı, BİANET'te yayınlanmıştı. O yazımda "Aslında Kürtler adeta farkına bile varmadan bilmedikleri bir kumarı oynamış gibi oldular. Bütün paralarını (buna iki milyon oy da diyebilirsiniz) kaybetmiş gibiler. Hiçbir şey kazanmadılar. Sadece Demokratik Halk Partisi (DEHAP) ve müttefikleri değil, Kürtler hiçbir şey kazanamadılar. Bölge genelinde yüzde 50'yi geçen bir oy aldılar; aldıkları bütün bu oylar, Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) başta olmak üzere Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ve "bağımsız" adaylara yazıldı. Kendilerine ait olan çok değerli bir şeyleri bilmeden bir takım korucu veya dolandırıcıların banka hesaplarına yatırıp, onları hak etmedikleri bir servete kavuşturdular....." demiştim. Belki de bunlara böyle bir karar aldırtan başka bir güç. Onların oraya girmesini istemeyen başka bir güç söz konusudur. Çünkü 1994 yılında içeri alınan DEP'li milletvekilleri on yıl boyunca gündemden düşmedi. Bu da, en azından onları yöneten gücün neden biz değil de onlar gibi bir takım gerekçelerle bu tür kurumlara girilmesinin önünü kesmek istedikleri yorumunu yapmamıza yol açabiliyor. -CHP ile ittifak olur mu? -Başta Öcalan olmak üzere CHP ile seçim ittifakını isteyen epey sayıda insan var. Ama CHP tabanı da, BDP tabanı da tümüyle buna coşkuyla katılmaz. Bu ittifak beklenen sonucun tersine yol açacak bir gelişmeye de yol açabilir. Sosyal hadiselerde iki artı iki dört etmiyor. İki artı iki bazen on da eder, bazen sadece iki, hatta daha da az edebilir. Onun için siz elinizdeki armutları, elmaları üst üste koyup toplayamıyorsunuz. Farklı bir kimyaya sahipler. Siz İzmir'de Ahmet Türk'ü linç etmeye hazırlanan göbeği açık kızcağıza böyle bir ittifaka oy ver diyebilir misiniz? Canan Arıtman ona oy vermez. Onur Öymen de oy vermez. -E ne yapacaklar sandığa mı gitmeyecekler? -Gider ve belki de MHP'ye oy verirler. Alevi kitlesinde MHP'ye doğru bir gidiş vardır. Çünkü Türk dinidir, orta Asya Türk inancıdır gibi düşüncelerle... Aleviler 80 yıldır CHP dışında bir parti düşünmeyen bir kitle ama son yıllarda MHP'ye doğru kayma da söz konusu oldu. Kıyı şeridinde, Edirne'den İskenderun'a kadar böyle bir ittifaka sıcak bakmayacak önemli bir kitle söz konusu olabilir. Keza Kürt kitlesinde de işte çocuğunu, yeğenini, kuzenini o çatışmada kaybetmiş, mağdur olmuş, yerinden edilmiş insanların bir kısmı da BDP'ye oy vermez. Onun için BDP'lilerin bağımsız aday olarak seçime gireceklerini düşünüyorum. ÖCALAN GÜCÜNÜ GÖSTERMEK İÇİN TALİMATLAR YAĞDIRIYOR -PKK'nın eylemsizliği ne durumda? Seçime kadar böyle sakin gideceğini düşünüyor musunuz? -Bir takım provokasyonlar olabilir. Yerel kalır. Ama öyle yaygın, kitlesel bir çatışma ortamına girmezler. Hem Abdullah Öcalan bunu söylüyor, hem de zaten mevcut ortam bu tip çatışmalara uygun değil. Böylesi bir çatışma bölgedeki insanları da, batıdaki insanları da bu konuda yumuşatmaz, sertleştirir. Toplumun eğer çözüme yönelik eğilimi güçlendirmek isteniyorsa sertlikten uzak durmak lazım. -Sertlik isteyenlerin gücü yok mu artık? -Sertlik bir takım insanların var olma ve kendi düzenlerini sürdürme nedenleridir. Tamam. Ama bugün onların çok etkili olmadıkları bir noktadayız. En azından son dönemde. Öcalan bir takım talimatlar veriyor, eleştiriler, yorumlar yapıyor. Ama hep ihtiyatlı. Belli bir inisiyatifi elinde tuttuğunun anlaşılabilmesi için söylüyor bunları. Sertleşebiliriz, çatışmaya her an hazır olabiliriz, hazırız vb. Ortalık kan revan içinde olabilir, diyor. Ama bu noktaya gelmemek için ben elimden geleni yapmaya çalışıyorum diyor. Böyle bir şansım var. İstersem bunları kullanabilirim, ama bunu yapmıyorum diyor. DERİN DEVLETİN İMRALI'YA GİTTİĞİNDEN MİT'İN HABERİ OLMAYABİLİR -Apo'yla devletin hangi yetkilisi ne görüşüyor? -Tabii biz resmen bilmiyoruz, ama muhtemelen MİT mensuplarıdır. Daha önce Abdullah Öcalan ile birileri görüşüyordu. Bunlar hükümetten bağımsız, derin devletin bir takım yapılarında görevli, kendi hesaplarına bir takım görüşmeler yapıyordu. Söz veriyorlar, aldatıyorlar ya da anlaşıyorlar. Mesela 1999'da yoğun görüşmeler yapmışlardı. PKK'yı sınır dışına çekmek aşamasına kadar vardırdılar. Ama verdikleri sözü tutamadılar. Kandırdılar Abdullah Öcalan'ı. Sonradan o da onu fark etti. Çünkü siz ona bir takım vaatlerde bulunuyorsunuz. Ama Türkiye'de bazı kararların uygulanabilmesi hükümetin ya da parlamentonun iradesine bağlıdır. Oraya gönderdiğiniz bir binbaşı ona bir takım sözler veriyorsa, bu sözler oraya gidiş-gelişlerden haberi bile olmayan başbakanı bağlamıyor. -Şu anda derin devletle görüşme olmuyor mudur artık? -Oluyordur. Bir yandan Abdullah Öcalan devletten gelen birileriyle görüşüyor ve bunu kendisi söylüyor. Bunu başbakan, hükümet, cumhurbaşkanı biliyor. Gizli kapaklı değil. Ama onun dışında da birileri gelip gidiyordur. Burada hükümetin cezaevine kimin girip çıktığı konusunda yeterince bir inisiyatifi, bir kontrolü olduğunu sanmıyorum. -MİT'in haberi olmuyor mu derin devlet görevlisinin İmralı'ya gittiğinden? -Orada bir endişem var. Ben Adalet Bakanının da, kendi bakanlığında bünyesinde yeterince inisiyatif sahibi olduğunu sanmıyorum. Adalet bakanlığı içersinde öteden beri bazı derin bağlantılı insanlar ve odaklar olduğu hep söylenegelir. Ama zaten iş bununla da bitmiyor. İmralı'nın güvenliğinden sorumlu özel bir devlet birim var. Başbakanlık Kriz Merkezi olduğu söylenir. Ama özerk bir birim. EMASYA döneminden kalma bir oluşum. Yani İmralı'nın güvenliği çok özel bir departmana bağlı olarak yönetiliyor. Orada hücumbotlar, askerler falan çok yoğun ve giren çıkanların da tümüyle savcının kontrolünde olduğunu sanmıyorum. -Kimin kontrolünde? -Kimin dediğiniz zaman derin devlet akla geliyor. 2000 yılında, 2001 yılında, 2002 yılında üç yıl boyunca, üçlü koalisyon hükümeti döneminde, meclis grup başkanvekiliydi zannediyorum, Şevket Bülent Yahnici iki de bir önerge verip Adalet Bakanından İmralı'yı kontrol edebiliyor musunuz diye soru sorardı. Ama hiç cevap alamazdı. -Ama yıl 2011. İki dönemdir Ak parti hükümeti var... -İmralı'da birkaç hükümlüyü daha bulundurmak Adalet Bakanlığı'nın da bir takım inisiyatifler alması sonucunu kazandırdı diye düşünüyorum. Adalet bakanlığı oraya ek bir bina yaparak yeni hükümlüler getirdi, dört ya da beş kişiyi. Aslında keşke daha fazla insan götürseydi. Onlar, kendilerini Abdullah Öcalan'dan sorumlu hissedenlerin yetki ve görev alanının dışında kaldılar. Onlar direkt Adalet Bakanlığının hükümlüleriydi. O zaman Adalet Bakanlığı defacto bir pozisyon yaratarak oraya girmiş oldu. Böylece eskiye nazaran daha fazla kontrol sahibi olabildi. En azından, Abdullah Öcalan ile görüşmek üzere devlet adına oraya giden birileri hakkında hükümetin bilgisi olduğunu bugün biliyoruz. -Peki bunu biliyorlarsa o kişilerin MİT'ten farklı olarak ne konuştuklarını da biliyorlar denebilir mi? -Eğer oraya yetkisiz veya sorumsuz birilerinin giriş çıkışlarını kontrol edemeyip önleyemiyorlarsa, ne konuşulduğunu da bilemezler. Ancak farklı birilerinin de girip çıktıklarını biz Öcalan'ın avukatlarına söylediği bazı sözlerin satır aralarından seziyoruz. HÜKÜMET ARTIK BÖLGEDE İNİSİYATİF ALABİLİYOR -Geçmişte bütün operasyonları derin devletin yönettiğini söylemiştiniz. Bugün bunlar devam ediyor mudur? -Geçmişte, bazı kategorilerdeki eylemlerin hemen tümünün hükümet dışı olduğunu söyledik. Şimdi Hükümetin de bir takım gelişmeler karşısında inisiyatif alması söz konusu. En azından bölgeye tayin ettiği bir takım bürokratlarda biz bunları görüyor ve hissediyoruz. Mardin valisi geçtiğimiz günlerde başka bir yere tayin edilmiş. Mardin halkı valiyi istiyor. Daha önce görülmüş müdür bu toplum valimizi istiyoruz, desin. -İsteyenler de Kürtler. -Tabii. Çünkü gerçekten halkla çok iyi diyaloglar kuran bir valiydi. Keza yarın Van valisini de başka bir göreve tayin etseler, Van halkı da aynı tepkiyi gösterir. Hatta bun insanların önemli bir kısmı da BDP'ye oy veren ve verecek olan insanlardan oluşabilir. Bir önceki ya da daha önceki Van valileri ile kıyas ettiğinizde ilk defa size kendi kimliğinizi bilerek ve hiçbir ayrımcılık yapmadan son derece onurlu bir davranış gösteren bir yönetici ile karşılaştığınız zaman bunu takdir etmemek mümkün mü? Bunu birileri oradan kaydırıyorsa başka iradeler araya giriyor demektir ve endişe vericidir. -Hükümeti etkileyecek kadar güçlü mü bu irade? -Burada çok tartışılacak bir sorun var. Bu hükümette Vecdi Gönül de bakan, Cemil Çiçek de bakan, Nihat Ergün gibi çok pozitif, insan haklarına bağlılığıyla bilinen bir isim de bakan. Ertuğrul Günay da bakan. Yani acaba böylesi bir kabine Tayyip Erdoğan'ın gönlündeki kabine midir diye sorduğumuzda evet diyemeyiz. Derin devlet bu da benim kotam demiyor. Ama siz onu dikkate alarak bazı yerlere uygun figürler yerleştiriyorsunuz. -Kim yerleştiriyor? Uygun figürler kimler? -Son yıllarda Türkiye tarihinde görülmemiş bir hızda bir reform süreci ve sivilleşme yaşadık. Ama aynı zamanda AK Parti'nin kuruluşunda bile bu insanın burada ne işi var dedirten, ülkede hemen bütün liberal, demokrat ve insan hakları savunucularının büyük ölçüde tepkilerini çeken, ismi TCK 301. Maddesi ile anılan bir insan önce Adalet Bakanı, sonra da İnsan Haklarından da sorumlu Başbakan Yardımcısı oluyor. Bu size enteresan gelmiyor mu? Bazı çevreleri doğrudan karşınıza almamak, en azından tümüyle ipleri koparmadan hükümet etmek istediğinizde bu tür insanlara görev veriliyor. İMRALI'NIN TALEPLERİ -Bir dönem Apo'ya telefon verildiğini söylemiştiniz. Bugün var mıdır telefonu? -Sanmıyorum. Ama örgütünü yönetmek konusunda bir takım kolaylıklar, teknik destekler istiyor olabilir. Telefon verildiğini değil de telefonla görüştüğünün söylendiğini ifade etmiştim. Ama bunu ilk kez ben değil Irak Kürdistan Demokrat Partisi Genel Sekreteri Fadıl Mirani açıklamıştı, ben de ondan alıntı yapmıştım. -Yine verilir mi bu teknik destek? -Bir kere ondan esirgenen bir takım imkânlar söz konusu. İnfaz yasasına göre hükümlülerin aileleriyle belli süre veya belli hafta aralıklarında görüşmeleri, telefonla konuşabilmeleri, odalarında, hücrelerinde televizyon bulundurmaları gibi bir takım insani imkânlardan yararlanmaları söz konusu. Ama o bunlardan yararlanamadığını söylüyor. Hiç değilse bir televizyonu olmalı. İmralı'daki diğer hükümlüler televizyon izliyorlarmış. "Ama benim yok, onlar izliyorlar, bana anlatıyorlar" diyor. Şöyle düşünüyor. "Dünyanın her tarafında bu kadar taraftarım var. Türkiye'de bana bağlı legal, Irak Kürdistan Otonom Bölgesinde legal, Suriye'de ve İran'da illegal olmak üzere bu kadar partiler var. Dünyanın her tarafında binlerce Kürt benim ağzımdan çıkacak sözlere bakıyor. Milletvekili oluyorlar, belediye başkanı oluyorlar. Bana bağlı TV, gazete gibi muhtelif medya organları var. Sivil toplum örgütleri var. Kürt Meselesi gibi devasa bir problemi benim çözebileceğimi düşünen insanlar var, ama ben burada bir hücredeyim ve bir televizyon bile seyredemiyorum." -Seçimden önce talepleri karşılanır mı? -Ev hapsi falan gibi bazı talepler seçimden önce çok zor gerçekleşebilir. Ama bazı talepler için hükümet ya da devlet adına oraya giden görevli ya da görevliler kimse, şöyle bir vaatte bulunabilir. "Kesin söz veriyoruz. Ama şimdi seçim zamanıdır. Bunu bizim aleyhimize kullanabilirler" diyebilirler. Öcalan'a on beş yıl önce söz verip yerine getirmeyenlerdense bugün ona söz verenlerin daha fazla güven verici olacağını düşünmek lazım. Çünkü bütün bunlar en azından hükümetin bilgisi dâhilinde oluşuyor. Bundan on beş yıl önce onunla kontak kuran askerler, MİT görevlileri o dönemin hükümetinin bilgisi dışındaydı. Bugün hiç değilse oraya giden görevliler, en azından ona neyi söz verip veremeyeceklerini hükümete danışarak ifade edebilirler. BÖLGEDEKİ HER OLUMSUZLUK AK PARTİ'YE FATURA EDİLİYOR -Ak Parti güneydoğu'da nasıl bir seçim sonucu alır? -Geçen seçime oranla bölgeye götürdüğü yol, sağlık vs gibi hizmetler var. Bunu orada yaşayan insanlar hissediyor. Bu hizmetlerin topluma yansıması, karşılığında bunu pekâlâ oya dönüştürebilir. Diğer tarafta bu hizmetlerin oya dönüşmemesi için son günlerde yaşadığımız ve muhtemeldir ki benzerlerinin yaşanacağı hadiselerle o hizmetleri daha arka plana itmek ve halkın yıllarca yaşadığı mağduriyet, masumiyet gibi öğeleri daha öne çıkararak göstermek de isteyebilirler. Kürtlerin mağduriyeti, baskı görmeleri, ezilmiş bir halk olmaları hep politik bir malzeme olmuştur. Kürtler uzun yıllar ezilmiş ve baskılar görmüşlerdir. Bugün de bir takım sıkıntılar yaşıyorlar ve uluslararası normlara uygun olmayan muamelelerle karşı karşıya kalmaktadırlar. Hangi BDP'liye sorsanız yerinden edilmiş, köyü yanmış, kardeşi dağda öldürülmüş. Bu mağduriyetleri onları politikada daha aktif hale getiriyor. Siz bir takım hizmetlerle topluma gittiğiniz zaman bunu oya çevirmek pozisyonuna geldiğiniz zaman da önlemeye çalışırlar bu tip söylemlerle. Van, Bitlis, Muş'a gittiğiniz zaman uçakla gidebiliyorsunuz, karayolundan gidebiliyorsunuz. Hastaneye gittiğiniz zaman yeşil kart, kışın evlerinize kömür dağıtımı bunlar olağanüstü hayatı normalleştiren ya da iyileştiren etkiler yaratır. -Ama yetmiyor. -Başta BDP olmak üzere bütün muhalefet partilerinin bölgede yaşanan hemen her olumsuzluğun faturasını AK Parti'ye çıkartmak için büyük bir kampanya yürüttüklerini de hesaba katarsak AK Parti'nin öncekilerden çok daha hassas ve dikkatli bir kampanya yürütmesi söz konusu. Sonuç olarak 2007 seçimlerindeki pozisyonunu küçük bazı kayıplar olsa da koruyabileceğini sanıyorum. -Ak Parti'den sürpriz Kürt adayları bekliyor musunuz? -Tayyip Erdoğan halen 70 civarında Kürt milletvekilimiz var diyor. Ama bunların birkaçı dışında kimsenin onların Kürt olduğundan haberi olmuyor. En bilineni Dengir Fırat, şu anda pasif bir konumdadır. İhsan Arslan, Abdurrahman Kurt, Burhan Kayatürk, Gülşen Orhan ve birkaç kişi daha var. Diğer Kürt milletvekilleri birer Kürt olarak siyasi varlık gösteremiyorlar. Çünkü Ak Parti içerisinde kendi meseleleri ile ilgili, kendi başlarına bir açıklama, herhangi bir girişim, bir politika üretme konusunda bir inisiyatif gösteremiyorlar veya engelleniyorlar. İki yıl önce Tayyip Erdoğan bu konuda örtülü bir yasak koydu. Partinin yetkilileri dışında kimse konuşmasın dedi. Geriye bir tek Hüseyin Çelik kaldı. Hüseyin Bey bir takım makul açıklamalar yapıyor. Ama eksik şu: Ak Parti'de Kürt siyasi hareketlerinden gelme, geçmişinde Kürt olarak siyaset yapmış ya da o örgütlerde, gruplarda, o çevrelerde yer almış ve o edebiyatı, o dili bilen, Kürt siyasi söylemine hâkim insan yok. BDP'lilerle bazı tartışmalarda zayıf kalıyorlar. Çünkü işin cemaziyülevvelini bilmiyorlar. Kısmen Dengir Fırat biliyor. -Yeni adaylarla bu dengesizliği giderebileceğini düşünüyor musunuz? -Ak Parti'yi yönetenlerin kafalarında oluşturduğu bir takım dengeleri var mı bilemiyorum. Eğer bunu yaparlarsa başka bir takım dengeleri bozacaklarını mı düşünürler onu da bilemem. Ama Kürt arkadaşlara inisiyatif verilirse ve adaylar arasında yetişkin bazı insanlara yer verilirse önemli bir adım atar. CHP BÖLGEDE, BU SEÇİMDE DE KAYIP -CHP bölgeden kaç milletvekili çıkarabilecek sizce? -Belki Tunceli'den bir tane. Kılıçdaroğlu'nun memleketi ve alevi yurttaşların geleneksel bir CHP desteği de dikkate alınırsa bir şans var. Yani Kamer Genç'in dışında zor. Belki Urfa'dan çıkarabilirler. Urfa son yıllarda hızla büyüyen ve nüfusu artan bir kent. -Sezgin Tanrıkulu ne yapar CHP'de? - CHP tabanından Sezgin Tanrıkulu'nu yönetimde etkin bir konuma taşıyacak bir potansiyel destek yoktu, çünkü Tanrıkulu CHP'li değil. CHP'den milletvekili olmak için bir teklif aldığını ve bu vesileyle orada olduğunu düşünüyorum. Altı okla, ilke ve inkılâplarla pek ilgisi olduğunu sanmıyorum. Profesyonel bir ilişkiyle CHP'nin tepesindeki birkaç kişinin oraya transfer ettiği bir insandır. Tabanla bir diyalogu olmadığı gibi, parti içersinde de bir gücü yoktur. Sezgin'i kendi bölgesinden milletvekili adayı yapmayacaklardır. Batıda bir yerden yapacaklardır. CHP'nin böyle bir geleneği vardır. Hikmet Çetin'de İstanbul milletvekiliydi zaten. Duyduğuma göre zaten Tanrıkulu da Mersin'den aday gösterilecekmiş. TÜSİAD ANAYASASI'NA KÜRTLER OLUMLU TEPKİ VERDİ -TÜSİAD'ın yeni anayasa ile ilgili görüşler paketine siz de katkıda bulundunuz. Kürtlerin hangi kesimi yeni anayasadan neler bekliyor? -İlk açıklamalara ve tepkilere bakılırsa, Kürtler arasında oldukça olumlu bir etki yarattığını görüyoruz. Özellikle kimlikler bölümü, kültürel haklar, vatandaşlık tanımı, anadilde eğitim-öğretim, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi gibi bölümler, esas itibariyle Kürtler için çok önemli taleplerdi ve bu taleplerinin TÜSİAD gibi bir kurum tarafından ifade ediliyor olması büyük bir sempati ile karşılandı ve destek verildi. -TUSİAD'ın yeni anayasa çalışmasının en fazla tartışılan yanı cumhuriyetin dışında değiştirilemez madde olmaması konusu. Seçim sonrası yapılacak anayasada bu kadar cesur olunabilir mi? -Cesaret edilebilirse; kıyametin kopmadığı, Türkiye'nin bir karış toprağını kaybetmediği, bayrağının ve istiklal marşının değişmediği, Ankara'nın Başkent olarak yerli yerinde durduğu, laikliğin elden gidip yerine şeriatın gelmediği, Kürtlerin bağımsızlık ilan etmediği, Türklerin de tarihten silinmediği, aksine bütün dünyada itibarı ve özgüveni artmış bir Türkiye'nin ortaya çıktığı görülecektir. Ancak bunun için büyük bir cesaret ve güç gerekir. Çok fazla kötümser olmamakla birlikte yeni dönemde çok cesur olunabileceğini sanmıyorum. 'APO'NUN DOĞUM GÜNÜ' UYDURULMUŞ BİR GÜN -4 Nisan Apo'nun doğum günü. Ne yapacaklar? -Her zaman olduğu gibi yine bir takım hadiseler çıkar. Birileri toplanıp Abdullah Öcalan'ın köyüne gidecektir. O köye giderken bir takım polis vb güvenlik güçleri filan devreye girecek, itişme kakışma olacak ve geçtiğimiz yıllarda neler olmuşsa yine benzerleri yaşanacaktır. Çıkan arbedenin sorumlusu olarak da her zamanki AK Parti ve Başbakan olarak ilan edilecektir. -Üzerinde mum yanan pasta götürülüyor mudur acaba İmralı'ya? -Hayır. Zaten gerçekte öyle bir doğum günü de yok, uydurulmuş bir doğum günü. Daha ironik bir şey söyleyeyim. Kürt köylülerinin çok büyük bir kesimi için doğum günü olarak genel olarak iki tane tarih vardır: 1 Ocak ve 1 Temmuz günler. Çok özel nedenler dışında köylülerin doğan çocukları devletçe senede iki defa nüfusa yazılırlar. Abdullah Öcalan'ın bir köylü çocuğu olarak öyle annesinin babasının not ettiği bir doğum gününe sahip olduğunu sanmıyorum. Ama Kürtler için de bir resmi ideoloji ve resmi tarih yaratılmaya çalışıldığı için, dünyadaki diğer örneklerde olduğu gibi, lider için böylesi günler uydurulup törenlerle kutlanmaya çalışılıyor. Aslında bizim toplumumuzda geleneksel olarak doğum günleri değil, ölüm günleri daha çok anılır ve akılda tutulur. Yas tutmak çok daha yaygın ve anlamlı. Günlerce süren ve büyük bir ziyaretçi akını yaşanan yas dönemleri olur. O günlerin yıldönümleri daha bilinen ve anlamlıdır. NURİYE AKMAN
<< Önceki Haber Olay çıkaran vekillerin amacı Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER