Şia'nın Türkiye üzerindeki amacına dikkat çekti

Akif Coşkun: 'İslam'ın muhtaç gönüllere duyurulması ve bu istikamette yapılan faaliyetlerine isim aranıyorsa bu kavram, “İla-i kelimetullah” tır.'

Şia'nın Türkiye üzerindeki amacına dikkat çekti

Samanyoluhaber.com’un  yazarlarından Akif Coşkun son yazısında Şia'nın Türkiye ve Ortadoğu'daki etkisini ve hedeflerini anlattı. Geçmişten bugüne Şia ve hedeflerine dikkat çeken Çoşkun sorduğu "Neden Şimdi?" sorusunun cevabını da yazısında verdi. 

İşte Akif Coşkun’un yazısı

Son tesbit edilen verilere göre Şia düşüncesini benimseyenler, genel Müslüman nüfusun %8-10 civarındaki bir oranda bulunuyor. Yüze tamamlanan diğer oranı ise Sünni düşünceyi benimseyenler oluşturuyor. Ortadoğu'da “Yayılmacılık ve ideolojik nüfuz arayışı” dendiğinde akla daha çok Şia gelir. Realitelerle örtüşen durum da budur.?

Şia'nın bölge üzerinde otorite arayışları uzun bir tarihe yayılır. Bunu kendileri de inkar etmiyor. Ortadoğu'da her gün dünyaya kafa tutan Şii liderlerin faaliyetleri, dünyanın ilgi odağında. Sünni dünyanın İslam'ın muhtaç gönüllere duyurulması ve bu istikamette yapılan faaliyetlerine isim aranıyorsa bu kavram, “İla-i kelimetullah” tır. İslami terminolojide, mümin için bir yükümlülük de olan Allah'ın dinini anlatma esası, dini hassasiyetlerle belirlenmiştir. Cami yakmak, insan kaçırmak ve masumları öldürmek İslami esaslar çerçevesinde meşrulaştırılamaz ve İla-i kelimetullah ile uzak-yakın hiç bir alakası yoktur.

Şia ve Şii düşünce, İslam Tarihi ilimleri içinde mezhepler tarihinin ilgi alanına girer ve en dikkat çeken özelliği dağınıklığıdır. İslamın yayıldığı coğrafyalarda kurulan Şii eğilimli devletlerin her biri, farklı Şii anlayışı öne çıkarmışlardır. İlk neş'et ettiği tarihlerden itibaren, bulundukları bölgenin kadim kültürleri başta olmak üzere, Yahudilik, Hristiyanlık, Zerdüştilik, Mecusilik, Maniheizm, eski Hint inançları ve İran'da yerleşmiş eski düşüncelerin tamamından etkilendiği bilinmektedir. Kadim inanç ve düşüncelerin Şia üzerindeki bu ağır tesiri, menşei ile geldiği durum arasında telafisi zor uçurumlar oluşturmuştur. Bu yüzden İslam alimleri Şii düşüncesinin ürettiği eserlere mesafeli durmuş, İslam'ın yanlış anlaşılması ve dinin ruhuna aykırı telakkilere karşı da hazırlıklı olmayı ihmal etmemişlerdir.?

Halen İran'da, Şia'nın ?İsnaaşeriyye kolu hakimdir. 1979 yılında gerçekleştirilen devrimin düşünce altyapısını da bu eğilim belirlemiştir. 15. yüzyılda Safevi Devleti'nin kurulmasından sonra, hakim idarenin resmi mezhebi İsnaaşeriyye idi. Bu dönemde bölgedeki diğer Şii gruplara hayat hakkı tanınmadığı gibi, sünni grublara uygulanan baskı ve tedhişi tarih kitapları kaydetmektedir. İtikadi yöneliş olarak Mutezile ile paralellik arzeden İsnaaşeriyye, takiyye, beda, rec'at, gaybet düşüncesi, mut'a uygulaması ve Ashab-ı Kiram'a karşı sevimsiz tavırlarından dolayı ehl-i sünnet'in tepkisini çekmiştir.

“Nereden çıktı şimdi bu Şia hakkındaki ansiklopedik malumat?” sorusu akıllara gelebilir, normaldir. Aslında, mezhepler tarihinin bu çetrefilli konuları, bu dersleri almak zorunda olanlar için bir o kadar da ?çekilmezdir. İlahiyat Fakültesi ders programı içinde haftada altı saatten (O yıllar öyleydi) az olmamak üzere zenginleştirilmiş mezhebler tarihi müfredatı, talebelerin ömür törpüsüydü, çekmeyen bilmez. Biz burada bir kaç paragrafla yetinelim.?

“Neden şimdi?” sorusunun cevabı ise, bizim haberdar olduğumuz kadarıyla bir kaç aydır, ancak daha eskilere dayandığı anlaşılıyor, Türk toplumunda aniden depreşen Şia ve Şii düşüncesi etrafında oluşturulmaya çalışılan sempati gayretlerinde gizli. Aniden ortaya çıkan, İran asıllı hayırsever zengilerin ekonomiye katkılarından(!), devlet mahremiyetinin namahremlere açılması söylentilerine, İran devlet adamlarının hakaretlere varan beyanatlarını umursamazlıkla savuşturan siyasi pozlara ve Türkiye'nin değişik bölgelerinde bazı molla tiplerin, Sahabe-i Kiram'a karşı kullandıkları uygunsuz uslubları, herkes gibi ?bizi de endişeye düşürdü ve fakültede öğrendiklerimizi bir daha gözden geçirmeye mecbur etti. Ansiklopedilere başvurmamız bu yüzden mazur görülmeli. Netice bizi yanıltmadı. Sizin de yukarıda bir kaç paragrafta okuduğunuz gibi Şia bildiğiniz Şia, değişen bir şey yok.?

Türkiye'deki İran hayranlığının 1979'daki devrim ve devrime liderlik eden Humeyni karizması ?ile zirve yaptığı söylenebilir. Bu alaka, devrim liderinin vefatına kadar da duygusal bir bağ olarak devam etti. Vefatından sonra ülkede yaşananlar, ihtilal sonrası uyanan ilgileri azalttı. Bugün mütercimlerinin pişmanlıklarını okuduğumuz, gençlerin hislerini köpürten el kitapçıkları ve Che Guevara siluetli militan tipler ihtilal günleri kalıntılarıdır. Yine malesef, bugün hala müslümanlar üzerine yapışan terörist tanımı bu imajlarla resimleniyor.?

Ortak yaşama kültürü çerçevesinde, hususiyetleri muhafaza ederek beraber bulunma her zaman sözkonusudur. Müslüman toplumlar için de bu yeni bir tecrübe değil. Tarihi sürtüşmeleri bugüne taşımak elbetteki doğru değil. Ancak kısa vadeli siyasi hedefler için, asırlardır geliştirilmiş hassasiyetleri görmezden gelmenin mantıki bir zemini bulunmuyor. Ehl-i Sünnet alimlerinin Şia düşüncesine karşı geliştirdikleri mesafeli duruş bu hassasiyetler cümlesinden. Şimdiye kadar bu teyakkuzu hafifletecek bir gelişme ile karşılaşmadık, aksine Türkiye içindeki son gelişmeler ne derece isabetli oldukları kanaatimizi destekler mahiyette.

Rical-i devletin, İran'a yaptıkları resmi bir ziyaretteki tavırları, alışılmış devlet ciddiyeti görüntülerinden farklıydı. Huzura kabul edilenlerin, ikindi kapısı bekleyen aşık müridan gibi, elleri göğüslerinde, boyunları sola hafif eğik pozisyonları, seksenli yıllardan kalma bir duygusallık ise bunda bir mahzur aramayalım. Ancak, ülke içinde ehl-i ilmi kırıp geçirdikten sonra, siyasi problemleri çözmek için başka iklimlerden dini çareler dilenmeyi, ?makul bir çerçeveye oturtamadık. Karşılarında saygıyla kıyam ettikleri eşhasın siyasi becerilerinin ne olduğunu bilemiyoruz, ancak, dini tesir açısından ehl-i sünnet nazarında bir kıymet ifade etmediklerini buraya kaydedelim, zihinler karışmasın.

Ortadoğu'daki son karışıklıklarda bu kez sahneye sürülen aktörlere sünni forması giydirilince, bazı erbab-ı kalemin hadiseyi, “sünni yayılmacılığı” ?olarak ele almalarını irfan(!) derinliklerine verin. Onların Ortadoğu için kullandıkları ifadelerde mantiki tutarlılık aramayı bırakalı epey zaman oldu, siz de kendinizi yormayın.
<< Önceki Haber Şia'nın Türkiye üzerindeki amacına dikkat çekti Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER