Türkiye, Kuzey Irak Kürt yönetimiyle birleşecek mi?

Yazar Aydoğan Vatandaş, Today Zaman'da yayınlanan röportajında ‘Akil Adamlar’ listesine seçilen Prof. Dr. Doğu Ergil ile çözüm sürecini konuştu...

Türkiye, Kuzey Irak Kürt yönetimiyle birleşecek mi?

Prof. Dr. Doğu Ergil: Lozan’da ‘Kürt Devletini’ istemeyenler Kürtlerdi!

Kurtluş savaşında Türklerle birlikte savaşan Kürtlerin, Lozan’da 'Kürt Devleti' hayallerinin sona ermesi, genelde alıngan bir tonla ve de eleştirel bir dille ifade edilir. Türkiye'nin tanınmış politik sosyologlarından Prof Doğu Ergil ise bunun Kürtlerin rızasıyla ve talepleri doğrultusunda gerçekleştiğini söylüyor: ‘Bir kaç nedenden ötürü istemediler bunu. Ama asıl neden aynı yerde Ermenistan yaratılmak istenmesiydi. Kürtler asıl bunu engellemek istediler. Ermenilerin Türkiye’den çıkarılmasında ve mallarına mülklerine konulmasında Kürtlerin çok büyük bir katkısı var.’


Politik sosyoloji konusundaki en önemli isimlerden biri olan Profesör Doğu Ergil’in 1995 tarihinde Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği adına hazırladığı 'Doğu Raporu’ büyük yankı uyandırmıştı. Ergil, raporu hazırladığı dönemde TOBB Başkanlık Danışmanlığı görevindeydi. Rapor ülkede önemli yankı buldu. Ergil o dönemden bu yana Kürt meselesinde en çok görüşlerine başvurulan isimlerden biri oldu.  

Hükümet tarafından açıklanan ‘Akil Adamlar’ listesine de seçilen Ergil, Türk halkının barış sürecine büyük oranda destek verdiğini söyledikten sonra, ‘ancak Türk toplumu barışın kiminle yapıldığına karşı. Türk toplumunda Barış görüşmelerinin Abdullah Öcalan’la yapılmasına yüzde 80 oranında bir direnç var.’ saptamasında bulunuyor.

Ergil, Türkiye’nin Kuzey Irak’taki Kürt Yönetimini de içine alacak bir ‘büyüme’ senaryosuna ve Yeni Osmanlıcılık’ söylemlerine de  ‘ihtiyatlı’ yaklaşılmasını öneriyor ve ABD’nin bu yaklaşımdan rahatsız olduğunu ifade ediyor. Aydoğan Vatandaş'ın Today's Zaman'da yayınlanan röportajı:

Doktoranızı uzun zaman önce Amerika’da yaptınız. Amerikan toplumunda ne tür değişiklikler gözlemlediniz?

Amerikan halkı 11 Eylül’den çok etkilendi. Amerikan halkı korkak bir ulus değildi. II.Dünya savaşına girmiş ve medeniyetin taşıyıcısı Avrupa’yı kurtarmış bir halk olarak, eski imparatorlukların yerini almış, 60’lardan sonra sadece ekonomisi ve ordusu ile değil aynı zamanda kültürü ile kendisine inanılmaz çok güvenen bir ulustu. 11 Eylül’ün Amerika’nın güvenini sarsması ve Bush yönetiminin 11 Eylül’ü kendi saldırganlığına gerekçe yapması, Amerika’da korku kültürünü ve farklı olana karşı ‘kuşkuyu’ geliştirdi. Dünyanın geri kalanını Amerika’ya yabancı ve düşman görmeye başlayan bir algıyı pekiştirdi. Bush yönetimin bu tutumu Amerika’nın güvenini sarsmış ve dünyada Amerikan imajı ile ilgili inanılmaz tahribat yapmıştır.

Ortadoğu’da Amerika’nın sevilmemesinin nedenlerini biliyoruz. Türkiye’de durum nedir?

Çok ilginçtir bu. Amerika algısı Türkiye’de çok daha beterdir.

Türkiye’de anti-Amerikancılığın taşıyıcısı iki sosyal kesim vardır. Biri milliyetçi sağdır. Diğer soldur. Milliyetçi sağ Türkten başkasını zaten düşman olarak görür. Sol ise Amerika’yı emperyalizmin taşıyıcısı ve merkezi olarak görür. Buna ek olarak Amerikanın İsrail ile olan ittifakı ve buna parallel olarak Filistinlilere yapılanların ‘haksızlık’ olarak görülmemesi Türkiye’de Müslüman kesimlerin de Amerika’ya kaşı antipati beslemelerine neden olmuştur. Diğer taraftan hem Kürt hareketinin arkasında Amerikanın olduğu algısı hem Müslüman kesimler hem  milliyetçi sağ hem de bunların arasında duran Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Amerika’ya karşı tutum almalarına neden olmuştur. 2003 yılında 1 Mart tezkeresi konusunda MGK’nın her hangi bir tavsiye kararı almamış olması, Ordu’nun ABD’ye bir tepkisi olarak algılanmıştır. Bu olay aslında Türkiye’de solcusu, sağcısı, laik kesimleriyle toplumun bütün katmanlarıyla, Amerika’ya karşı tutum alındığı en belirgin olaylardan biri olarak bilinir.  Yapılan araştırmalara göre, o dönemde Anti-Amerikancılık Türkiye’de İran’dan bile daha fazla çıkmıştır.

Kürt meselesinde ABD’nin tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Milliyetçi kesimler Amerika’nın tutumu konusunda ‘kuşkucu’ bir tutuma mı sahipler?

Kürt meselesi deyince bir tek mesele yok. Zaman içinde değişen, herkesin kendine göre bir Kürt meselesi var. Kürt meselesinin ortaya çıktığı yer Türkiye. Anadolu’nun Türkleşmesinde katkıda bulunmuş olan bir Türkmen ama Şii devleti olan Safevilere karşı Doğu Anadolu’nun Osmanlı’da kalması için Osmanlı’nın safında mücadele eden, 1071’de Malazgirt’te, 1514’te Çaldıran’da, 1915’te Çanakkale’de ve İstiklal savaşı döneminde de Doğu Anadolu’da hır çıkarmayarak Batı cephesinin kazanılmasına ve Lozan’la birlikte aynı devletin kurulmasına destek veren Kürtler 1924’ten sonra bir anda yok oldular. Siyasal radar ekranında görülmez oldular.

Neden ve nasıl oldu bu? Sevr’de var olan Kürt Devleti, Lozan’da neden yok oldu?

Lozan’da olmaması Kürtlerin rızasıyla oldu. Sevr’i kabul etmedi Kürtler.

Sevr’de kendilerine devlet verilmesini istemediler mi yani? Yoksa buna muktedir mi değildiler?

Bir kaç nedenden ötürü istemediler. Ama asıl neden aynı yerde Ermenistan yaratılmak istenmesiydi. Kürtler asıl bunu engellemek istediler. Ermenilerin Türkiye’den çıkarılmasında ve mallarına mülklerine konulmasında Kürtlerin çok büyük bir katkısı var.

Bunu biraz açar mısınız?

Kürtler ve Ermeniler Doğu Anadolu’da içiçe yaşıyorlardı. Tehcirde Türk resmi çevreleriyle işbirliği yaparak Ermenilerin gönderilmesinde işbirliği yaptıkları gibi, kalan mallarının paylaşılmasında da birinci derecede rol oynadılar. Onların geri gelmesi bütün bunların kaybı demektir. Çocukları, kadınları Müslümanlaştırılıp Kürtlerin ailelerine katılmıştı. Bir de  tabi Türkçülük yoktu o sırada. Müslümanlık üzerinden bir devlet anlayışı vardı. Bu da Kürtler için çok anlaşılır bir şeydi. Bin yıldır böyle yaşıyorlardı. Siyasal anlamda Türklük icad edilince Kürtlüğe yer kalmadı. Çünkü burası Türkeli ilan edildi.

Kürtler aldatılmış mı hissettiler kendilerini?

Bunu Kürtlere sormanız lazım. Çünkü ben aldatan taraftayım. Kürtler açısından birinci sebep bu. Oluşmasına katkıda bulundukları devlet kendilerini yok saydı. Kürtler açısından sorunun adı bu. Türkler açısından ise sorunun tanımı 1920’lerden başlamıyor. Kürtlerin isyan etmesiyle başlıyor. Türkler açısından sorunun tarihi 1970’lerde PKK’nın kurulduğu dönem bile değildir, 1984’te kan akıtmaya başladıkları tarihtir. O zamana kadar bir sorun yoktu.

Kürtler ABD’nin radarına ne zaman girdiler?

Amerika’nın Kürt algısı bizimkiyle sınırlı değil. Amerika Irak’ı işgal etmek istediği zaman, Türklerden de bir destek gelmeyince, Kürtler hem rehberlik yaptılar hem kuvvetleriyle destek verdiler ve Amerika’nın sadık bir müttefiki haline geldiler  bugünkü Otonom Kürt Yönetimini kazandılar Kuzey Irak’ta. Bizim Kürtler değil ama.

Peki bizim Kürtler Amerika’nın radarına ne zaman peki?

Bizim Kürtlerin PKK kanadı ABD’nin İran’ı destabilize etmek istediği zaman radara girdi. PKK’nın PJAK üzerinden İran’ı destabilize etme kabiliyeti keşfedilince, Türkiye’nin de Güney sınırından parmağını dahi uzatması yasaklanınca, PKK’ya PJAK’a verilmek üzere yardım edilmeye başlandı. Ancak Başbakan Erdoğan ABD’ye gidip anlık istihbarat anlaşması yapınca bu destek kesildi. Ama ABD bu desteği Türkiye’ye karşı kullanılsın diye vermemiştir. Kullanılmış da olabilir o ayrı konu. Ama ABD, PKK’ya mesela stinger füzelerini verseydi, Türkiye çok büyük zayiat veriridi. ABD bunu yapmadı. Yapsaydı ABD Türkiye’yi tümüyle kaybederdi. Türkiye, PKK’ya karşı hava üstünlüğünü kaybederdi.

ABD Türkiye ile Kuzey Irak Kürt yönetimin yakınlaşmasına nasıl bakıyor peki?

ABD bundan çok rahatsız. ABD Irak’ın toprak bütünlüğünün bozulmasını istemiyor. ABD, Kürtler ve Sünni Araplar üzerinden, merkezi Irak yönetiminin İran’ın kontrölüne girmesini engelliyor bu şekilde. Suriye’de bir Sünni devlet yönetimi belirirse, Iraktaki mutsuz Araplar, Suriye ile bir ittifak kurabilirler.

Son zamanlarda Türkiye’de Türkiye’nin Kuzey Irak Kürt yönetimiyle birleşeceği tezleri işleniyor. Bunu mümkün görmüyorsunuz o halde.

Türkiye’de en başta Irak’ın toprak bütünlüğünden yanaydı. Türkiye başta Kuzey Irak’ta bir Kürt otonom bölgesinin kurulmasını kırmızı çizgisi olarak tanımladı. Bunu engelleyemeyince, Irak’ın coğrafi ve siyasi bütünlüğüne atıf yapmaya başladı.  Ama Kuzey Irak Kürt yönetimi iyi ilişkiler geliştirilince ve bundan da muazzam bir ekonomik çıkar elde edilince, Kuzey Irak Kürtleri üzerinden de Suriye’deki Kürtleri etkileyebileceğini görünce, ‘ayrılırlarsa ayrılsınlar’ noktasına geldi. Çünkü kendi güdümüne gireceğini düşünmeye başladı. En azından bazıları böyle düşünmeye başladı. Ancak bunu abartmamak lazım çünkü bir başka ülkeden parça koparmak ve o toprak üzerinden hakimiyet iddia etmek kendisinden de böyle bir talebin olmasının kapısını aralar. Bir ittifak, ekomomik entegrasyon ya da siyasi yakınlık kurulacaksa bu zaten olur. Bunun ille de legal olarak sınırlarının çizilmesi hiç gerekmez ve de sakıncalıdır da. Şimdi Kürtler Türkleri bölecek tezinden bu kadar kısa sürede Kürtler Türklerle büyüyecek sözüne geliyorsak ya birinde ya diğerinde ya da her ikisinde yanılmamız söz konusudur. Bu işlerde ihtiyatlı olmak lazım. İşte Osmanlı’nın ihya edilmesi sözü yanlış bir sözdür. Osmanlı çoğumuzun zannettiği gibi bu coğrafyada şefkatli bir ağabey olarak değil bir ‘fatih’ olarak var. Fetheden ülke hükmeder. Hükmeden ülke de oranın insani ve ekonomik kaynaklarına el koyar. Bu imparatorluğun doğasında olan birşey. Osmanlı Batı gibi sömürmedi denir. Sömüremezdi çünkü sanayi yoktu ki sanayi için hammadde elde etmeye çalışsın. Otomobili yok ki oradan petrol çıkarsın. Madenciliği gelişmemiş ki madenlere insanları bağlasın ve çalıştırsın. Osmanlı bir tarım toplumuydu ve tarımdan elde edilen artı değerin bir kısmına el koyuyordu. Oysa gidin onlara sorun. Etrafımızdaki bir çok ülkenin kurtuluş günü onlar için neyi ifade ediyor. O yüzden bir takım afaki laflarla dış politika oluşturulmaz. Dış Politika duygusallık kaldırmaz. Osmanlının adını duydukları zaman biz burada ortak istiyoruz, egemen bir ‘hami devlet’ istemiyoruz diyorlar. O yüzden bizimkilerin bu konuda çok ihtiyatlı olmaları lazım.  Hükümetin en başta ortaya attığı bir önerme vardı. Türkiye’nin Osmanlı’nın eski topraklarına geri dönüşü diye. Bir ayda geri çekildi. Etraftaki ülkeler çok rahatsız oldular. Yeni-Osmanlıcılık deniyordu. Sonra komşularla sıfır problem politikası dendi. Fakat komşular kendi içlerinde sorunlu olduğu için sorunlu ülkelerle sorunsuz ilişkiler kuramıyorsun. Türkiye’nin Ortadoğu’da henüz yeterli olmayan sert gücünü değil yumuşak gücünü ortaya çıkarması lazım. Kültür, diplomasi ve ekonomi alanlarında ‘networklar’ kurması lazım. Burada din, demokrasi ve bölge ülkesi olmak işe yarayabilir. Türkiye AB’ne giriş sürecindeki hukuksal yükümlüklerini yerine getirebilirse, bu ülkeler AB’ne değil Türkiye’ye bakarlar. Ama Türkiye henüz bu duruma gelmedi. Türkiye’nin bu potansiyeli var. O zaman belirleyici olabilir. Ama bu belirleyicilik ‘Osmanlı’nın yeniden ihyasıyla’ olmaz. Bu günkü şartlar çerçevesinde ittifaklar kurup, o ittifak sisteminin belirleyici, yönlendirici-yönetici değil-yönlendirici öğesi olmaya çalışabilir.

Barış Süreci’nde akil adamlar listesine alındınız. Barış Sürecinin önünde ne tür engeller görüyorsunuz?

Toplumumuz maalesef şimdiye kadar çeşitli yöntemlerle bu konuda şartlandırılmış durumda. PKK ile ilgili bir kaç çapulcu ifadeleri kullanılıyordu. Uluslararası bir örgütle karşı karşıya olduğumuza inanmak istemiyorduk. Dağlarda gezen bir kaç silahlı adamın Türkiye’de birkaç milyon destekçisi olduğunu bir türlü kabul edemiyorduk. Realite kendini zorla kabul ettirdi. Şimdi bunu anlamak ve gereğini yapmak zorundayız. Resmi söylem, bunu, Türkiye’yi bölmek isteyen hainlerin, haydutların yarattığı bir terörizm sorunu olarak görüyordu. Bu hainler yok edilmeliydi ve bizden birileri öldürüldüğü zaman da bunun intikamı alınmalıydı. Yani kan yerde kalmamalıydı. Bu hiç bitmeyecek olan bir ölüm sürecidir. Hani bazı Türk filmlerinde, biri diğerini tam öldürecekken biri çıkar ve ‘dur o senin kardeşin’ der. Şimdi bize söylenen de aynen bu. Bu bir kardeşlik projesi işte. Madem kardeştik ne diye 30 yıldır savaşıyoruz o zaman? Kendimizle hesaplaşma, resmi söylemle yüzleşme durumundayız, daha bunu yaşamaya başlamadık. Söylediklerime bazen tepkiler geliyor. Şunu söylüyorlar. Senin çocuğun ölse ne yaparsın Doğu Ergil? Bu soruya nasıl yanıt verilebilir? Birinci ihtimal, benim çocuğumun ölmesine neden olan sistemi sorgularım. İkincisi ben de gidip başkasının çocuğunu öldürürüm. İkinci yanıtı vermemi beklemiyorlarsa, üçüncü bir şey söylerim. Bizi bu duruma düşüren sistemi sorgulamak ve bu durumun bir daha tekrarlamaması için de birbirimizi tamamen affetmemiz lazım. Çünkü biz de onlardan epey adam öldürdük. Şiddeti mahkum etmeliyiz. Bundan sonra da bu yöntemin kullanılmayacağı bir düzen kurmalıyız.

Akil Adamlar olarak halka bunları mı anlatacaksınız?

Barış Sürecini fiili ve yasal olarak Hükümet yönetiyor ve bu konuda hiç bir şekilde ortak istemiyor. O yüzden bizden beklenen ‘arabulucuk’ ya da ‘kolaylaştırıcılık’ falan değil. Bizden beklenen Halka İlişkiler yapmak. PR yani. Yani halka barışmazsak kanlı çatışmaların süreceğini, bunun kimseye faydası olmayacağını anlatmak ve dünyada barışma sürecinin hangi şartlarda, nasıl gerçekleştiğini, bunu besleyen değerleri ve bunun dilinin ne olması gerektiğini anlayacağız.

Peki tarafların hangi şartlar çerçevesinde anlaştığını biliyor musunuz?

Kimse bilmiyor.

Peki Türk halkının PKK ile barış görüşmelerinin yürütülmesine desteği ne oranda?

Başbakan’ın bize yaptığı konuşmada, verdiği bilgiye göre örneğin İç Anadolu Bölgesinde destek yüzde 55 gözüküyor. Ama bunun ne kadar bilimsel olduğunu bilmiyorum. Bizim de bir grup olarak yaptırdığımız bir araştırma var. Şimdi soruyu nasıl sorarsanız cevabı öyle alırsınız. Şimdi şunun altını çizelim. Kimse barışa karşı değil. Kiminle barış yaptığına karşı. Teröristtir, alçaktır, haindir dediğin bir grupla oturmuş barış yapıyorsun. Bu konuyla ilgili çok kaygılar var. Türkiye Cumhuriyeti devletinin terörist bir örgütle barış yapmasını yadırgıyorlar ve bundan alınıyorlar. Terörist bir örgütle barış yapma yüzde 60 oranında dirençle karşılaşıyorsa, Öcalan’la anlaşarak barış yapma yüzde 80 oranında direnç gösterebiliyor. Ama herkes barış istiyor. Ancak her anlaşmazlık anlaşmanın tarafları ile çözülür. İşte bizim işimiz bunu ahalka anlatmak.

Ancak Kandil’in verdiği mesajlara baktığımız zaman bu konunun sadece bir insan hakları ya da kültürel haklar meselesi olarak görülmediği yanısıra bir statü beklentisinin de olduğu yönünde. Bu işin içinden bir de özerklik çıkacak mı?

Bugünkü barış ortamının ortaya çıkması, ayrı bir siyasi statüden vazgeçmekle mümkün oldu zaten. Ancak Türkiye’nin demokratikleşmesinde Avrupa Birliği’nin yerel yönetimler özerklik şartını da uygulamak varsa, bu uygulanmalı zaten. Bu Türkiye’nin demokratikleşmesi için çok gecikmiş bir şey zaten. Bu zaten 1921 Anayasası’nda var. Yani savaş ortamında ademi merkeziyetçilikten korkmayan bir ulus en güçlü olduğu dönemde neden bundan korksun ki? II. Meşrutiyet ilan edildikten sonra, Yunanlılar, Bulgarlar ve hatta bazı doğu eyaletlerinde Ermeniler, Osmanlı Federe sisteminin kurulmasını, bir tür özerk yönetim istediler. İstanbul hayır dedi. Sonra bağımsızlık mücadelelerini verdiler ve koptular. Esnemeyen her şey kırılır. Osmanlı’da böyle kırıldı.

Aydoğan Vatandaş

<< Önceki Haber Türkiye, Kuzey Irak Kürt yönetimiyle birleşecek mi? Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER