Veysel Ayhan çarpıcı hikayeciği anlattı, çok anlamlı gönderme yaptı

Zaman gazetesi yazarı Veysel Ayhan bugünkü yazısında önemli noktalara değindi...

Veysel Ayhan çarpıcı hikayeciği anlattı, çok anlamlı gönderme yaptı

Zaman gazetesi yazarlarından Veysel Ayhan gündeme sıcağı sıcağına değinen bu yazısıyla çok önemli noktalara temas etti. Ayhan, yazısında bir ayna misali gerçeklere ışık tuttu.

Anlamlı bir küçük hikayeyle başladığı yazısında, yalancılığı meslek olarak icra edip müminlerin arasına fitne atanlardan, sabah Kur’an’la dalga geçip cuma vakti başına takke takanlara, ‘Hırsız!’ diye seslenildiğinde gözüne projektör tutulmuş tavşan gibi kalakalanlardan, saklanmak yerine derhal namaza duranlara kadar geniş bir kitleyi hedef aldı. 'Haramilik ve eğitimde çöküş gizlenemez hale gelince iffeti değil bunları türbanla setredenler, müslüman sakalı bırakıp milletin arazilerine, özelleştirmelere yok pahasına çökenler, ihale komisyonlarıyla yedi sülalelerine saadet zinciri kuranlar' diyerek seslendiği bu kitleye karşı dikkatli olunması konusunda uyarılarda bulundu.

İşte Veysel Ayhan'ın 'Amiral ve Gemileri asıl kiminle savaşıyor?' isimli yazısı;

Fırtınalı bir gece karanlığında İspanya açıklarında ilerleyen amiral gemisi uzakta cılız bir ışık görür.

Amiral, ikaz için mesaj gönderir. ‘Rotanızı değiştirin, yolumuzdan çekilin.’ Uzaktaki zayıf ışığın cevabı tuhaftır: ‘Siz rotanızı değiştirin’. Amiral şaşırır, aynı mesajı birkaç defa daha tekrarlar. Tepki aynı olunca öfkeyle son uyarısını yapar: ‘Ben 6. filo komutanı Amiral John Cassady, 20 deniz mili hız ve 12 gemi ile yaklaşıyorum, rotamızdan çekilmezseniz ezileceksiniz.’ Karşıdan kendinden emin tonda sakin bir cevap gelir: ‘Ben de 15. deniz fenerinin bekçisi Felipe. Karım, iki çocuğum ve köpeğimle oturuyorum, siz bilirsiniz!’

Bizim Amiral çok öfkeli. Gazeteleri birer destroyer, yok edici. Yalan ve iftira gaseyan ediyor. Televizyonları uçak gemisi, haberleri fitne halinde gökten yağdırıyor. Bürokrasi kanun kaygısı olmayan birer kamikaze. İstihbarat muharebe denizaltısı. Tüm devlet filosu savaş düzeni içinde saldırıyor. Aylardır böyle… Amiral ‘taş üstünde taş kalmaz’ hayal ederken ‘yel kayadan ne alır’ realitesiyle yüzleşiyor, öfke ve gayz nöbetlerine tutuluyor.

Oysa yel değirmenlerine meydan okuyan Don Kişot kadar bile başarı ihtimalleri yok. Menfaat ve para üstünde dalgalanan rant gemileriyle yerküreye, yerin göbeğine savaş açmışlar. Yapabildikleri veya yıkabildikleri, Hocaefendi’nin ifadesiyle bir hiç: “Aman bunlara fırsat vermeyin, gelir kaynaklarını kesin, okullarını kapatın, ‘bunlar hainlerden daha haindir’ dedikleri halde bir, iki küçük yerde menfaate bağlı uyardıkları tereddüdün dışında 160 küsur ülkede Allah’ın izni inayetiyle sinek kanadı kadar bir tesire sahip olamadılar.”

CİDDİYE ALMAYA DEĞER Mİ?

Değerli olan ve ciddiye alınması gereken, Allah’ın “değerli” dediğidir. Kur’an’da “Allah’ın nazarında en değerli, en üstün olanınız, takvâda (Allah’a saygıda, haramlardan sakınmada) en ileri olandır.” (49/13) buyruluyor. Bu çerçeveye giremeyenler hatta hayatını bu ayete göre düzenleyen müminlere savaş açanların Allah nazarında ne değeri olabilir ki? Ne kıymeti olabilir ki onları ciddiye alalım?

Yalancılığı meslek olarak icra edip müminlerin arasına fitne atanlar. Sabah Kur’an’la dalga geçip cuma vakti başına takke takanlar. ‘Hırsız!’ diye seslenildiğinde gözüne projektör tutulmuş tavşan gibi kalakalan, saklanmak yerine derhal namaza duranlar. Haramilik ve eğitimde çöküş gizlenemez hale gelince iffeti değil bunları türbanla setredenler. Müslüman sakalı bırakıp milletin arazilerine, özelleştirmelere yok pahasına çökenler. İhale komisyonlarıyla yedi sülalelerine saadet zinciri kuranlar…

İmam-ı Rabbani Hazretleri ‘Haramlar yaldızlanmış necaset gibidir’ der. İlmihal kitapları bulaşması bir yana, necasete bakmayı bile kerih görür. Öyleyken haramileri, onlar için savaşan yazarları, attıkları tweet’leri ciddiye almak, okumak zihni sadece telvis eder. Onları ademe mahkûm etmeli, bloklamalı. Altın değerinde dakika ve saatleri necaset havuzundan beslenen mevkutelere bakarak zayi etmemeli. Hatta bunlara elimiz kazara değdiyse elimizi sabunla üç kere yıkamalı, TV ise ekranı çamaşır suyuyla silmeli!

Onlara karşı almamız gereken tavrı Ahmet Turan Alkan şöyle ifade eder: “Yağma yok arkadaş; sizler tarihe ... yolsuzluk iddialarının üstünü kapatmak için teneke çalıp hep bir ağızdan gürültü çıkaran bir taife olarak geçeceksiniz; yarının kuşakları arama çubuğuna isimlerinizi yazınca gülsünler mi, acısınlar mı karar veremeyecek… Biz sabredeceğiz; sizin gibileri kaale almayacağız.” Allah’ın nazarında ‘sinek kanadı’ kadar değeri olmayan dünya nimetlerine kendini kaptırmış ‘kâselis taifesi’ne sinek kanadından ziyade değer vermek hatta ciddiye almak hak ve hakikate saygısızlık olur.

KENDİ GÜNDEMİNE YOĞUNLAŞMAK

Müminin tek bir gaye-i hayali olabilir: İla-yı Kelimetullah. Fakat buna donanımımız yeterli mi? Gaye, ila-yı Kelimetullah iken vasıtalara kalbimizi mi kaptırdık? Bazı koltuklar, Allah rızası ve hizmet vesilesi değil de bizatihi amacın kendisi mi oldu? Hedefe ilerlerken vasıtalara yani bineğimize mi kendimizi kaptırdık?

“Ne düşünüyorsak o’yuz”. Gaye-i hayalimize yürürken donanımımızı ve yol levazımatımızı doğru seçtik mi?

Sıralayacağım sözcükler birer dev eksiklik olarak zihnimizi kurcalıyor mu: İhlas, ihsan, hikmet, aşk, marifet, yakin, kurbet… Veya Üstad Hazretleri’nin formüle ettiği dört kelimeyle “acz ve fakr ve şefkat ve tefekkür”.

Mesela Allah aşkı peşinde koşmam gerekirken aşk-ı mecazilere veya bir kısım makamlara kalbimi aşk ölçüsünde kaptırmış olabilir miyim? İhsan şuuruyla yaptığım işleri tam ve mükemmel yapıp Allah’a takdimim gerekirken aciz kulları fazlaca dikkate almış olmayayım? Hizmet için sırtıma giydirilmiş emanet cübbeyle gurura kapılmış ve kibre girmiş olabilir miyim? Sohbet-i cananı, düşünce reflekslerimin ana ekseni haline getirebildim mi? Yoksa siyasi, spor… vs. saçma sapan gündemler, zihin fakültelerimi esir mi aldı? “Zikir, şükür ve fikir” kelimelerini tüm fiillerime ve hayat akışıma mütemmim cüz yapabildim mi?

Oysa Allah bes başka gündemler sadece heves.

VE SABIR

Allah’ın sanatı dendiğinde aklımıza ilk gelen tabiattaki harikuladelikler. İnsandaki sanat. Tabiattaki canlılar… Bir gülün asaleti, bir sivrisineğin fevkaladeliği… Bunların yanında Allah’ın sanat’ının idrak edemediğimiz bir başka boyutu olay ve hadiseleri Rububiyetiyle örgüleyerek önümüze serdiği kader senaryosudur. Bu öyle muhteşem bir senaryo ki -tabiri caizse- en kompleks Hollywood senaryoları onun yanında ilkokul müsameresi kalır. Tahmin edemeyiz. Şöyle olur diyemeyiz.

Kader kalemleri, milyonlar ve milyarlarca ‘oyuncu’yu içeren senaryosunu müthiş bir sanatla örgülüyor. Bize bakan yanıyla hizmet olarak her uzvumuzun, her birimizin tekamülünü niyaz ettiğimiz bu senaryoda tesadüf yok. Her şey mühletiyle, vakt-i merhunuyla. Karşı tarafa ne olacağı da bizi hiç ilgilendirmez. Zihni bununla meşgul etmek ayrı bir yanlış. Bela arayan için uhrevi haybet yetmez mi? Bizi biz ilgilendirir. İç içe milyonlarca imtihan muhteşem bir istikbal, muazzam bir şehrayin için bizi hazırlıyor. Arif değiliz ama Allah’ın Rububiyetine saygının gereği ve ‘sözü en güvenilir’ olanın kefaletine inanıp sadakatle sabretmemiz lazım.

Bir başka anekdotla bitireyim: Genel müdür, bilgisayar programları müdürünü çağırır, şöyle der: Kimi istiyorsan al, istediğin harcamayı yap ama yeni yazılım projesini iki hafta sonra masamda istiyorum. Bilgisayar müdürü işin çapını bildiğinden uzun uzun düşünür ve şöyle cevap verir: Ben size dokuz kadın versem bir ay sonra kucağıma bir bebek istiyorum desem?

Evet, tekamül için sabır veya sabır için tekamül. Bu salih dairenin her iki kapısı da Rıza’ya çıkıyor.
<< Önceki Haber Veysel Ayhan çarpıcı hikayeciği anlattı, çok anlamlı... Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER