Herkes ‘siyasetin köpeği’ bir yargı istiyordu, oldu

Sınır Aşan Hukukçular Hareketi Kurucu Yönetim Kurulu Üyesi ve Eşbaşkanı Mehmet Bakır Özkan, Türk toplumunun istediği ve arzuladığı yargı düzenine ulaştığını söyledi! Türkiye’de yargı bağımsızlığının tamamen yok olduğunu, yargının bir ‘erk’ olmaktan çıkıp siyasetin aracı haline geldiğini anlatan Özkan, “Sadece AKP rejimi değil, muhalefet de ‘güdümlü, menfaat peşinde koşan ve emir ve talimat almayı sakıncalı görmeyen’ bir yargı istiyordu. 15 Temmuz sonrası yapılan ihraçlarla toplumun büyük kesiminin arzuladığı o yargıya ulaşıldı!” dedi.

SHABER3.COM

Sınır Aşan Hukukçular Hareketi (Cross Border Jurists) geçtiğimiz ay kuruluş bildirgesini duyurdu. Hareketin katılımcılarının önemli bir kısmı yurt dışına çıkmayı başarmış hukukçulardan oluşuyor. Hareketin amacı sadece Türkiye’de değil, bütün dünyada yaşanan hukuksuzlukları, insanlığa karşı suçları rapor haline getirerek bütün dünyaya duyurmak.

Hareketin Kurucu Yönetim Kurulu Üyesi ve Eşbaşkanı KHK’lı savcı Mehmet Bakır Özkan, TR724’ten İlker Doğan'ın sorularını cevapladı. Sorularımız ve Özkan’ın cevapları şöyle:

Sınır Aşan Hukukçular Hareketi kimlerden oluşuyor?

Bizler Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin geçmişten de miras alarak yaşattığı ancak son yıllarda daha görünür hale gelen ırk, inanç, dil ve ideoloji temelli ağır mağduriyetlere neden olan ve 15 Temmuz 2016 sonrasında gerçekleştirilen hukuksuzlukların hem tanığı hem de mağduru olan hukukçularız.

Neden böyle bir yapılanmaya ihtiyaç duydunuz?

Özellikle 15 Temmuz 2016 sonrasında Türkiye’de 5 yıldır süregelen Erdoğan hükümeti tarafından ele geçirilen yargı eliyle yapılan hukuksuzlukları, Erdoğan’a biat eden devlet görevlileri tarafından mağdurlara yapılan işkence, zulüm ve insanlığa karşı suçlar hakkında mağdurlara destek olmak ve tüm bu hukuksuz uygulamaları dünyaya duyurmak için böyle bir sivil toplum örgütü oluşturmaya karar verdik.

Türkiye’de yargının bağımsız olmadığını gösteren temel veriler neler?

Türkiye’de yargının bağımsız olmadığına dair en temel veriler; 16 Temmuz 2016 günü Anayasa Mahkemesi’nin 2 üyesinin, Yargıtay’ın 130 üyesinin, Danıştay’ın 40 üyesinin ve adli ve idari yargıda görevli 2 bin 745 Hakim ve Cumhuriyet Savcısının açığa alınmasıdır. Haklarında hemen soruşturma işlemlerine başlanılması ve neredeyse büyük bir çoğunluğunun tutuklanması, tamamı hakkında adli kontrol tedbiri uygulanması, malvarlıklarına ve maaşlarına tedbir konulması ve bir ay içinde tamamının savunmaları dahi alınmadan meslekten çıkarılmalarıdır.

Bununla da yetinilmedi. Bağımlı yargının işleyişine engel olabilecek binlerce avukat da müvekilleriyle özdeşleştirilerek ya da sadece cemaat mensubiyeti atfedilerek aynı yaptırımlara tabi tutuldu. Savunma hakkı engellendi. Yargı dünyasını akademik bakış açılarıyla etkileme potansiyeli bulunan hukukçular da diğer akademisyenlerle beraber sistemin dışına itildi. Böylece Türkiye’de bağımsız yargı tamamen ortadan kaldırılmıştır.

Yaşanan süreçte mağdur olan hukukçular yurt içi ve dışında kendilerini yeterince ifade edebildiler mi?

Maalesef edemediler. Çünkü 15 Temmuz 2016 tarihini takip eden günün ilk saatlerinde Yüksek yargı üyeleri ile birlikte 3 bin civarında hakim ve savcı görevlerinden uzaklaştırılıp gözaltına alındı, tutuklandı, adli kontrole tabi tutuldu. Böylece hakim ve savcıların sesleri kesildi. Yurt dışına çıkmayı başaran az sayıdaki hukukçular da hayatlarının bütünüyle değişmesi gitmiş oldukları yabancı ülkeye uyum sağlama ve dil öğrenme süreçleri ve örgütlenme sürecinin zaman alması nedeniyle seslerini gerektiği kadar duyuramadılar.

YALNIZ BIRAKILDIK

Yine mağdur edilen tüm hukukçular yalnız bırakıldılar. Birkaç baro dışında neredeyse tüm barolar ve Barolar Birliği ihraçları desteklediler. Muhalif sivil toplum örgütleri hukuk dünyasında yapılan soykırıma seyirci kaldılar ve hatta içten içe bundan mutlu oldular. Muhalefet partilerinin tepkisi de bundan başka olmadı.

CHP’nin halen bugün dahi ihraç edilen hukukçulara destek çıkmayıp, onları potansiyel bir ‘düşman’ olarak gördüğünü söylemem yalnış olmayacaktır. Böylesi bir ortamda mağdur olan hukukçuların sesine kimse kulak vermedi, duruşmalarına kimse katılmadı, avukat bulmakta dahi zorlandılar. İktidarın söylemi dışında bir yaklaşımı benimseme cesareti gösterecek neredeyse yazılı, görsel ve sosyal medya kalmadı.

Kendimize gelmemiz zaman aldı. Keşke ilk günden itibaren mağdur olan tüm hukukçular, cesaretle ve bedel ödemeyi göz önüne alarak yaşadıklarımızı ve hukuk eliyle yaşananları daha gür ve organize şekilde dile getirebilseydik.

Bu süreçte barolar da iyi bir imtihan vermedi. Bununla ilgili neler söylersiniz?

Barolar, toplumu ayakta tutan üç sac ayağından biri olan yargının en önemli sivil toplum örgütü olması nedeniyle, hukukun inşaasında ve varlığını devam ettirmesinde çok büyük bir görev ve sorumluluk sahibidir. Buna rağmen hükümete yakın siyasi düşüncede olan ve hükümet ile menfaat ilişkisi içerisinde bulunan bir kısım Barolar ve yargı örgütleri ihraçları desteklediler. Çünkü ihraç olan yargı mensuplarının yerlerine kendi siyasi düşüncelerine yakın hukukçu ve avukatları yerleştirmek amacındaydılar. Bunu büyük ölçüde başardılar.

TEK SORUN REJİM DEĞİL, MUHALEFET DE BUNU İSTEDİ

Yönlendirilmeye açık, rüşvet ve her türlü eyamcılığa meyilli bir hakim ve savcı profilini sadece AKP değil, barolara hakim statüko da esasında şiddetle arzu ediyordu. İhraç edilen yargı mensuplarının şahsında bu imkanlarını ortadan kaldıran bir geri dönülmez ivme görüyorlardı. Bu ivmeyi kırmanın en pratik yolu rejimin ürettiği kavramları benimsemek ve ona meşruiyet kazandırmaktı.

Anayasa ve yasalara bağlı, siyasi ve ideolojik saikle hareket etmeyen, herhangi bir menfaat peşinde koşmayan, çeşitli güç odakları ile doğrudan ve dolaylı ilişki kurmayan bir hakim ve savcı profilini gerçekte toplumun büyük bir kısmı istemedi. Uzun bir süreç içerisinde her kişi ve grup bir şekilde yolunu bularak kendi ahlaksız, hukuksuz ve haksız amaçlarına ulaşmada yargıyı araçsallaştırmayı arzuladı. Ancak özellikle 2000’li yılların başından itibaren göreve başlayan genel hakim ve savcı tipolojisi il ve ilçelerden başlayarak tüm devlet ve özel örgütlenmelerde muhkem kirli, ahlaksız güç odaklarını rahatsız etti.

Artık adliyelerde selamla iş yapan, ufak menfaatlerle yetkilerini pazarlayan, ideolojik saiklerle hukuku silah gibi kullanan hakim ve savcıların sayısı azaldı, mevcut olanlar da rahat iş yapamaz hale geldiler.

Kanaatimizce toplum kaliteli bir yargı sistemine ve hakim ve savcı tipine hazır değildi, bunu arzulamıyordu. İstediği kendi emrinde hareket edebilecek ve istediğinde rakibini ısırabilecek ‘siyasetin köpeği’ bir yargı ve yargıç idi. Buna da ulaştı. Yargıyı bir erk olmaktan çıkarıp siyasetin emri altına soktular.

İhraç edilen yargı mensupları Gülen Hareketi’ne mensup veya ona sempati duyan hukukçular mıydı?

İhraç edilen yargı mensuplarının içinde Gülen Hareketine sempati duyanlar olabilir. Bu toplum sosyolojisine uygun ve onun bir realitesi. Ancak iddia edildiği gibi Cemaat’in kontrolünde olan ve oradan aldıkları talimatlarla karar veren hakim ve savcılar olup olmadığını, bunların sayısının ne kadara tekabül ettiğini bilmem mümkün değil. Eğer böyle bir durum var ise, iddialarında samimi olanların yapması gereken şey bu tür dosyaları bulup ortaya çıkarmak, yapılan hukuka aykırı karar ve işlemleri ifşa etmek ve bunlara sebebiyet verenlerden hesap sormaktır.

Ancak yapılan bu olmadı. ‘Allah’ın lütfu’ darbe bahane edilerek, iktidara, derin devlete, çeşitli güç odaklarına zarar verebilecek, bunların menfaatlerini tehlikeye atacak, buralardan referanslı olmayan tüm hakim ve savcıları ‘Cemaatçi’ ilan edip ihraç ettiler.

İhraçtaki en önemli kıstas 2014 yılında yapılan HSYK üyeliği seçimi. Hükümetin desteklediği Yargıda Birlik Platformu adaylarına oy vermediği şüphesiyle fişlenen hakim ve savcılardır.

Yani ihraç edilenler gerçekte cemaatçi hakim veya savcılar değildi, hukuku, Anayasa ve yasaları kutsayan ve elinden geldiğince mesleğine yansıtmaya çalışan yargı mensupları soykırıma tabi tutuldu. Bugüne kadar en az 4.000 iddianame hazırlandı. Bunlardan neredeyse hiçbirinde yargılanan hakim ve savcıların görevleri sırasında yaptıkları usulsüzlüklere dair bir delillendirme yapılmadı.

Kısa-orta ve uzun vadeli hedefleriniz arasında neler var?

Öncelikle Türkiye`de yaşanan hukuksuzlukların raporlanmasına ihtiyacımız var, bu nedenle bu konuya eğileceğiz. Akabinde gerek sosyal medya aracılığıyla gerekse de bizimle temasa geçen uluslararası yargı örgütleri ve insan hakları alanında çalışan yargı örgütleriyle bu raporlarımızı paylaşacağız. Diğer yandan geniş kitlelere gerek twitter gerekse de youtube kullanılarak görsel ürünlerle akılda kalacak şekilde mağduriyetleri anlatacağız.

Türkiye`de yaşanan ve bizce  ‘İnsanlığa Karşı Suç’ olarak kabul edilen fiiller bakımından her türlü veriyi toplayacağız ve bu bağlamda bizden yardım isteyenlere de hukuki destek sağlayacağız.

Bunun yanı sıra olup biten her şeyi, batı dünyası başta olmak üzere dünyada, bu konuda söz ve karar imkanı olan herkese duyurmak; bunlar aracılığıyla vicdan ve Adalet duygusunu kaybetmemiş herkese anlatmak. Bunu yaparken de, herkese sorumluluklarını hatırlatmak, yapılan haksızlıkların faillerinin uluslarası alanda yargılanmasını sağlamak hedefindeyiz.

Yargıyı AKP sonrasında siyasetten arındırmak için ne gibi adımlar atılmalı?

Öncelikle HSK üyelerinin seçiminde siyaset tamamen devre dışına bırakılmalı. Adalet Bakanlığı müsteşarı ya da bakan yardımcısını HSK’da üye olarak görev verilmemeli. 15 Temmuz sonrasındaki davaların herhangi birinde yargılama görevinde bulunup hukuka aykırı ve talimatla karar veren hakim ve savcıların evrensel hukuk ve adalet ilkeleri gözetilerek haklarında soruşturma açılmalı, görevlerinden uzaklaştırılmalı, haklarında kovuşturma yapılan ve ceza alanların görevlerine son verilmedir. Bilerek ve talimatla hukuka aykırı karar veren yargı mensubunun bunun bir yaptırımı olduğunu bilmesi gerekmektedir. Tarihte bir daha böyle hukuksuz bir dönemin parçası olan yargı mensuplarının olmaması için bu gereklidir. AKP Hükümetinin çıkardığı kanunlar evrensel hukuk prensiplerine uygun olarak yeniden düzenlenmelidir.

ARNAVUTLUK ÖRNEĞİ

Bu konuda yakın zamanda AİHM tarafından da uygun bulunan Arnavutluk örneği vardır. AİHM 09/02/2021 tarihinde verdiği Xhoxhaj/Arnavutluk kararı ile bu konudaki yaklaşımını ortaya koymuştur. Biliyorsunuz Arnavutluk yargısındaki yolsuzluk ve çürüme uluslararası bir çok rapora konu olmuştu. Avrupa Birliği ve diğer uluslararası örgütlerin öneri ve desteği ile 2016 yılında Arnavutluk’ta bir Anayasa reformu gerçekleştirildi. Bu çerçevede Yargıçların ve Savcıların Geçici Yeniden Değerlendirilmesi Yasası kabul edildi. Yasanın kabulünden sonra, tüm yargıç ve savcılar yeni kurulan Bağımsız Yeterlilik Komisyonu (IQC) tarafından incelemeye alındı. Bu inceleme sonrasında yargıç ve savcılık görevine devam edip etmeyecek olanlar belirledi. Türk yargısının mecut halinin bu noktada daha vahim olduğunu söylemek mümkün. Arnavutluktakine benzer bir komisyonun oluşturulması tüm dünya ülke ve birlikleri tarafından desteklenecektir.

AİHM’nin Türkiye ile ilgili davalarda gereken hassasiyeti gösterdiğine inanıyor musunuz?

Maalesef hayır. AİHM’in 15 Temmuz üzerinden 5 yıl geçmesine rağmen, yapılan on birlerce başvurudan sadece esasa ilişkin birkaç karar dışında karar vermemesi gözönüne alındığında davalarda yeterince hassas davranmadığını düşünüyorum. AİHM, Türkiye’ye yönelik özellikle 15 Temmuz sonrası yargı kararlarına ilişkin başvurularda siyasi davranmaktadır. Türkiye’de bağımsız ve tarafsız yargının olmadığını, bu kapsamda etkin bir iç hukuk yolunun bulunmadığını hatta vermiş olduğu kararların Türkiye’de mahkemeler tarafından uygulanmadığını bilmesine rağmen başvurucuların başvurularını iç hukuk yollarının tamamının tüketilmesi gerektiği gerekçesiyle reddetmektedir. Bu da siyasi davrandığının en açık göstergesidir. AİHM’nin bu tavrı da Türkiye’deki rejimi rahatlatıyor.
<< Önceki Haber Herkes ‘siyasetin köpeği’ bir yargı istiyordu, oldu Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER