'3. Dünya savaşı endişesi taşıyorum'

Fethullah Gülen Hocaefendi, Rusya'nın en yaygın haber ajanslarından REGNUM'a mülakat verdi.

Vuslat İştiyâkı ve Temiz Kalplerin Niyazı

Ajans tarafından Hizmet Hareketi'nin lideri olarak tanımlanan Gülen, Suriye, Ortadoğu, Türkiye'nin Güneydoğu Anadolu Bölgesi, Kürt sorunu ve IŞİD konularında REGNUM muhabirinin sorularını cevapladı.

"3. dünya savaşı endişesi taşıyorum"

- Türkiye’nin Suriye ve Ortadoğu politikasını nasıl görüyorsunuz ve Rusya-Türkiye ilişkileri perspektifinden bölgenin geleceğine nasıl bakıyorsunuz?

-Ortadoğu’da ve Türkiye’deki gelişmelere bakınca 3. dünya savaşı endişesi taşıyorum. Çünkü her şeyin menfaat üzerine döndüğü ve o menfaatlerin paylaşılamadığı bir dünyada bir ortak nokta, bir fasl-ı müşterek (birleşme noktası) üzerinde anlaşmak çok zordur.

Suriye’de başlangıç itibariyle esasen bir demokrasi, temel insan hak ve hürriyetleri arayışı olarak bir hareket başladı ancak Suriye, gerçeklerini ve uluslararası ittifakları görmezden gelerek yapılan dış müdahalelerle maalesef bir çıkmaza girildi.

Problemi yerinde çözmeyince, iş büyüdü ve kangren oldu ve yirmi milyonluk bir ülkedeki problem bugün bir dünya problemi haline geldi. O kadını ve çoluk çocuğuyla mültecilerin, o zayıf, naif insanların maruz kaldıkları şeyleri, yollardaki durumu ve Avrupa kapılarındaki hali görüyorsunuz.

Zaman, merhum şehit Seyyid Ramazan El Buti'yi haklı çıkardı. Merhum Buti temkinli bir Sünni alim olarak Suriye’de demokrasiye geçişin zamana yayılarak yapılmasına taraftardı. İdareyi birden değiştirme adına yapılacak müdahalelerin ülkeyi bir iç savaşa sokması riskinden endişe ediyordu. Naçizane ben de yanıma gelen Türk hükümeti yetkililerine aynı çizgide bazı tavsiyelerde bulundum. Hatta merhum el Buti’nin de bu kanaatte olduğunu kendilerine aktardım, bizzat gönderdiği mektubun bir kopyasını da idarecilere gönderttim.

"Suriye'de bizim tavsiyelerimizi dikkate almadılar"

Bir dönem Türkiye'nin başındakiler Esad’la iyi ilişkiler kurdular. Bu kredi kullanılarak Esed teşvik edilebilir, zamana yayılarak, gerekirse Esed’in demokratik yollarla seçilmesine destek olarak kademeli bir geçiş sürecine girilebilirdi. Suriye, Türkiye ile olan çok ciddi ticari, siyasi ve sosyal ilis¸kileri ile orta ve uzun vadede ister istemez daha müreffeh ve demokratik bir ülkeye dogˆru sakince ve barıs¸çıl bir s¸ekilde muhtemelen evrilecekti. Ama biz bir vaizden mi dış politikayı öğreneceğiz diyerek bu tavsiyeleri dikkate almadılar.

"Suriye'de muhalif gruplara silah ve başka türlü destekler verilince mesele kangrene dönüştü"

O problemler, zamanında, meseleleri objektif olarak ele alan insanlarla meşveret edilerek çözülebilirdi. Fakat acemice, basiretsiz ve ferasetsiz bir şekilde müdahale ettiklerinden dolayı üstesinden gelinmez değişik komplikasyonlara sebebiyet verdiler. Muhalif gruplara silah ve başka türlü destekler verilince mesele kangrene dönüştü ve asıl darbe, makul ve zamana yayılarak gerçekleşmesi mümkün olan bir demokratik gelis¸ime vurulmus¸ oldu. Bunun faturasını da göçmen kamplarında hayatlarını geçirmek zorunda kalan, Avrupa kapılarında perişan olan masum Suriye halkı ödüyor.

S¸u as¸amadan sonra kısa vadede yapılması gereken, fazla mükemmeliyetçi davranmaksızın, akan kanı durduracak ve zarar gören milyonlarca masum insanı bir nebze olsun ferahlatacak siyasi formüller bulmaya çalıs¸mak. Bunun için de insani ve vicdani temayüllerin harekete geçirilmesi ve uluslararası camianın yogˆun bir diplomatik gayret göstermesi s¸art. Burada ABD bir rol oynadığı gibi Rusya da bir denge unsuru olarak rol oynayacaktır. Bu ülkelerin bu mevzuda bir masa etrafına oturarak diyaloğu çok mühimdir.

Aksini düşünmek bile beni derin endişelere sevk ediyor. Geçmişte kullanılan silahlar o güne göreydi; fakat şimdi öyle değil. Bir 3. dünya savaşına sebebiyet verilirse, dünyanın yarısı gider, Allah korusun. Bertrand Russell diyor ki: "1. Cihan Harbi’nde şu oldu, 2. Cihan Harbi’nde bu oldu... Şayet bir 3. Cihan Savaşı olursa, maktûl mezara gider kâtil de yoğun bakıma!.." O yüzden, diplomasiden sonuna kadar istifade etmek lazım.

- Türkiye siyasetinde bir eksen kaymasından bahsediliyor. Binlerce insan politikacıların kaygılarından dolayı hapse alınıyor, Kürt vatandaşlar haksız baskıya maruz kalıyor. Bütün bu gelişmeler hakkında ne dersiniz? Kürt bölgelerinin çözümü sizce nasıl olmalı?

"'Barış süreci' denen ama mahiyeti belli olmayan bir süreç"

Türkiye’deki Kürt vatandaşlarla alakalı bir teklifler listesini 2006 yılında idaredekilere iletmiştim ama maalesef itibar edilmedi. Bu vatandaşlara ana dilde eğitim de dahil olma üzere kültürel hakları verilseydi, meşru dairede onların istekleri yerine getirilseydi, bölge ekonomisi istihdam imkânlarıyla güçlendirilebilseydi, o bölgede herkesi şefkat ile kucaklayan öğretmenler, doktorlar, hakim ve savcılar ve devlet memurları istihdam edilseydi herhalde o bölgeden gençlerin terörist örgütlerin ağına düşmesinin önüne geçilebilirdi ve mesele içinden çıkılmaz hale gelmezdi. Bunlar yapılmadığı gibi adına barış süreci denen ama mahiyeti belli olmayan bir sürece girildi, bu arada kasabaların birer silah deposu haline getirilmesine göz yumuldu. Sonra süreç siyasi sebeplerle bozuldu ve bu sefer silahların temizlenmesi adına emniyet güçleri ağır silahlarla oralara girdiler, sokaklar bir yönüyle harp meydanı gibi oldu, nice sivil vatandaş mağdur edildi.

Suriye ve Irak’ta da gerek Kürt gerekse diğer etnik ve dini gruplar için kültürel haklarının tanınması, yatırımlarla istihdam imkânlarının sunulması ve devletin vatandaşlarını oldukları gibi kabullenmesi, onlara temsil hakkı vermesi, meşru dairede isteklerini yerine getirmesi en makul çözüm yoludur.

- Bölge istikrarına zarar veren bir de IŞİD var. Bu konuda ne dersiniz? IŞİD’den kurtuluş ve mücadele nasıl olmalı?

IŞİD ve benzer radikallerin yaptıkları ile mücadele için meseleyi kökten ve bütün boyutlarıyla ele almak icap ediyor. Meselenin bir dini boyutu var, bir de dini olmayan siyasi, iktisadi, sosyo-psikolojik boyutları var. Meseleyi sadece dine indirgeyip diğer buudlarına göz yumulursa çözüm mevzuunda devamlı patinaj yapılır ve bir mesafe kat edilemez.

Bunların çözümü adına Müslümanlara düşen mesuliyetler olduğu gibi devletlere ve milletler arası organizasyonlara düşen mesuliyetler de var. Bir yanda işte IŞİD gibi, El-Kaide gibi terör örgütleri var. Öte yanda da vatandaşlarına baskı yapan, hürriyetlerini elinden alan, adaletle davranmayan, kanunları işletmeyen devletler var. İnsanları ümitsizliğe iterek terörist örgütlerin ağına düşmelerini kolaylaştıran bu devlet uygulamalarını da gözardı edemeyiz.

IŞİD denilen örgüt bir şer şebekesi, bir eşkiya güruhu ama bunlara silahlar gidiyor, gençleri ağlarına çekmelerine müdahale edilmiyor, internette reklam yapabiliyorlar, hastaları tedavi edilip soruşturmaya tabi tutulmadan serbest bırakılıyor, liderleri bir içeriye alınıp, bir salınıyor. Bir tarafta Türkiye’de hayatta karıncayı bilerek ezmemiş Hizmet camiasının fertlerine Haşhaşi, terörist deniyor evleri basılıyor ama IŞİD denilen bu şer şebekesi hakkında aynı şeyler söylenmiyor, onlara aynı muamele yapılmıyor.

"IŞİD en büyük zararı Sunni Müslüman dünyasına veriyor"

Müslümanların azınlıkta olduğu hususiyle batılı devletler terörle mücadele ederken Müslüman vatandaşları rencide edebilecek beyan ve muamelelerden sakınmalıdır. Müslümanların çoğunluğunun desteği olmadan bu terörizm belasından kurtulmak mümkün değildir. Nitekim terör örgütlerinin kurbanlarının çoğu da Müslümanlar. IŞİD güya Suriye ve Irak’ta Sünni müslümanların haklarını temsil ettiğini iddia ediyor ama kurbanlarının çoğu  Irak Kürtleri de dahil olmak üzere Sünni Müslümanlar. Umumi olarak meseleye bakılacak olursa IŞİD’in en büyük zararı Sünni Müslüman dünyasına verdiği söylenebilir.

Meseleyi kökten ele almayınca biri bitip biri başlıyor. Birinin başını ezseniz, bir başkası hemen hortlayacak orada. Alternatif fitne ve fesat ocakları var. Dün El-Kaide falan diyorlardı, tam onun başı ezildi derken şimdi birden IŞİD ortaya çıktı. Öte yanda bir Boko Haram var, her biri kan döküyor her biri ayrı bir cellat. İnsan öldürerek cennete gitme gibi korkunç bir yalanla gençleri kandırıyorlar. Öyle bir kandırma ki bu ona inananları canileştirdiği gibi dünyada İslam’in drahşan çehresine bir zift atıp insanları Müslümanlardan korkar hale getiriyorlar.

"IŞİD gençlerimizi nasıl oluyor da kandırabiliyor?"

Biz Müslümanlar olarak bu meseleyi sadece dış güçlerin, bazı istihbarat şebekelerinin oyunudur diyerek bir tarafa itemeyiz. Çünkü bu şer şebekeleri bizim gençlerimize vaadlerde bulunarak kendine celb ediyor. Nasıl oluyor da bu gençleri kandırabiliyorlar? Acaba biz gençlerimize yeterince sağlıklı bir eğitim veremedik mi? Onları iyi yetiştiremedik mi?

Kur'an-ı Kerim'de tek bir masumun öldürülmesini bütün insanlığı öldürmeye denk tutuluyor. Efendimiz (s.a.v) savunma maksatlı meşru bir savaşta dahi savaşçı olmayan insanlara, bilhassa kadınlar, çocuklar ve din adamlarına karşı şiddeti kesin bir dille yasaklıyor. Cenab-ı Hakk (cc) Kur’anı Kerim’de "Biz Ademoğullarını kerim kıldık" diyor. Her insana insan olduğu için bir değer veriyor. 'Birbirinizi tanıyasınız diye sizi farklı farklı yarattık' diyor. Farklılıkları bir zenginlik olarak gösteriyor. Acaba bunları gençlerimize anlatamadık mı?

IŞİD gibi terör örgütlerinin dini iddiaları adına ne kadar samimi olduklarını bilmiyoruz. Ama en azından içlerinde kandırılmış samimi gençler olduğunu farz ederek meseleye yaklaşacak olursak, onların yanlışlarını dinen de ortaya koymamız icab eder. Belki bazı gençler çevrelerinde hakiki Müslümanlık adına bir misal göremediklerinden bir arayış içine giriyorlar. Bu örgütlerin vaadlerine kanıyorlar ve gidip iltihak ediyorlar ve hiç farkına varmadan esasen Müslümanlığa en büyük ihaneti yapıyorlar.

Medyaya intikal ettiği kadarıyla dini argümanlarındaki temel yanlışlık dini kaynaklara siyak ve sibak münasebetine dikkat etmeyerek, bütüncül bir anlayıştan yoksun bir şekilde yaklaşmalarıdır. Kur’an ayetlerinin esbab-ı nüzulü yanında hangi zamanda ve sosyo-politik şartlar altında nazil olduğu gözardı edilemez.

Hadis-i şerifler için de aynı mülahaza geçerlidir. Kur’an'ın ve Sünnetin ruhunu anlamaya çalışmak mühimdir. O devirlerde İslamın tedricen kaldırma yoluna gittiği, geçici bir süre için tolere ettiği ama tasvib etmediği kölelik gibi uygulamaları bugün yeniden hortlatmak dinin ruhunu anlamamak demektir.

Abdurrahman Azzam’ın Ebedi Risalet kitabında ifade ettiği üzere Efendimiz (sav) ve ilk Müslümanların savaşları birer birer incelenirse hepsinin müdafaa savaşı olduğu görülecektir. Bu anlaşılmadığı zaman Kur’an ve Sünnet’deki savaşla ilgili ifadeler çok rahatlıkla suistimal edilebilir.

"Eğitimle her mesele uzun vadede halledilebilir"

Kur’anın, siyerin, dinin ruhunu gençlere verebilmenin yolu da eğitimden geçiyor. Eğitimle her mesele uzun vadede halledilebilir. Demokratik değerler, insana saygı, hayata saygı, her insanı aziz tutma gibi değerler okul müfredatlarında işlenebilir.

Uzun vadede çözüm adına bunlar yapılırken kısa vadede terörist gruplara karşı bir ittifak sağlanabilse Amerika ve Rusya’nın da dahil olduğu bir ittifakla bunların hakkından gelinebilir. En azından daha fazla insanı saflarına çekmelerinin ve bu kanserin metastaz olmasının önüne geçilebilinir.

<< Önceki Haber '3. Dünya savaşı endişesi taşıyorum' Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER