[Hüseyin Odabaşı] Aşılayıcı rüzgarlar

Son sekiz seneden beri yemediğimiz darbe, yaşamadığımız şok kalmadı desem sezadır.

[Hüseyin Odabaşı] Aşılayıcı rüzgarlar

HÜSEYİN ODABAŞI

Hayatın gayesini öğrenme ve dua üzerinden tanımlamıştır Üstadımız. İnsan şu dünyaya dua ve teallüm için gönderilmiştir. (23.söz) Bu bakımdan lise yıllarından sonra hayatımızda örgün eğitim bitse de ibret alma, olayların dilini okuma kâinatı bir kitap gibi görüp dersler çıkarma bizim için ölene kadar devam eder. 

Tabiattaki olaylarla insanların arasındaki sosyal olaylar bire bir birbirine benzemezler. Fakat tabiattaki tekvini emirler çerçevesinde cereyan eden olaylar, sosyal olayların izah edilmesinde bize yardımcı olur. Çünkü cüz-i irade sahibi olana insanoğlunun hayatında doğru ve isabetli bir yol takip edebilmesi için küll-i irade sahibi olan Allah’ın meşietini anlamalı ve ona tabi olmalıdır. Bunun yolu da direk Allah’ın sevkiyle meydana gelen tabiattaki olayların içi yüzünü oluşturan küll-i iradeyi tayin, tespit ettikten sonra olayların mahiyetindeki hikmete ram olmaktan geçer.  

Zira hayatımıza tekvini emirler (tabiat olayları) ışığında yol alıp rehberlik yapma metodunu en etkin bir şekilde Kur'an-ı Kerim’den öğreniyoruz. İnsanın ve kâinatın yaratılışından bahseden ayetlerin muradı budur. Mesela Rahman Suresi’nin daha başında gökyüzüne (sema) mizan ve düzenin konduğu 4 sefer hatırlatılır. Neden? Aslında verilen mesaj açıktır; “Gökler nizamlı intizamlı olsun da sen nizamsız intizamsız ve başı boş ol, mümkün değil” denmektedir. 

Şimdi gelelim konumuza. Son sekiz seneden beri yemediğimiz darbe, yaşamadığımız şok kalmadı desem sezadır. Bir kısmımız mesleklerinden oldu. Ekmek derdine düştü. Bir kısmımız hapishanelerde çile dolduruyor. Mallarımıza mülklerimize çöküldü. Bir kısmımız hayatının geri kalan kısmını Meriçleri geçerek gurbet ellerinde geçirmek zorunda kaldı. Gurbete çıkanlar Türkiye'de kalanlara göre nispeten daha şanslı sayılırlar fakat belli bir yaşın üzerinde olanlarımız için göçlere maruz kalmak kolay bir mesele değildir. Gittiğin memleketlerin dilini öğreneceksin, belki de edindiğin mesleklerin karşılığının olmaması durumda farklı bir meslek sahibi olmak zorunda kalacaksın ve bambaşka bir çevre edinmek zorunda kalarak adeta küllerinden yeniden doğacaksın. Bu “yeniden var olma” çilesini ıstırabını insan, ergenlik döneminde ancak veya belki yaşamış olabilir. Kırkından önce mümkün olsa da kırkından sonra ergenlik dönemi değişimini, ıstırabını bir kere daha yaşamaya katlanmak öyle her babayiğidin harcı da değildir hani.   

Göç rüzgarlarına maruz kalıp da dünyanın dört bir tarafına saçılmamıza savrulmamıza tabiatın diline tercüman olan Kuran-ı Kerim’in; “Biz, rüzgârları aşılayıcı olarak gönderdik, (Hicr, 22) ayeti ile izah ettiğini duyar gibi oluruz. Allah (c.c) baharı meydana getiren bitki ve çiçeklerin ve nebatın aşılanmasını rüzgarla ve fırtınalarla yapmaktadır. Bu aşılamayı meydana getiren şiddetli rüzgarlar bazen dalları birbirine vurdurur, ağaçlara zarar verir. Öyle de olsa duygu ve düşüncelerimizi aşılamak için rüzgarlarda uçuşan tohumlar gibi bazen uzaklara doğru serpilip yol almak gerekir. Gerekir ki baharımız tüllensin dallar meyveye dursun.       

Evet kırkımızdan daha genç olanlarımız dünyanın dört bir yanına tohumlar gibi aşılamak veya aşılanmak için savruldular. Fakat insan karakter ve fıtratının Efendimiz ’in (sav) ifadesiyle bir mühür yediği kırkını geçmiş olanlarımız ise tohumlar gibi saçılarak değil de daha çok büyüyerek toprağın üzerinde belli bir boya ve şekle artık sahip olmuş filizler gibi orta bellerinden hayatları kesilip kalemle aşılandılar, aşılanacaklar. 
Aşılama her iki yönü itibari ile; ilki neslin devamı ikincisi de kıvama erip olgunlaşmak için şarttır. Tohumları toprağa Kuran-ı Kerim’deki ifadesi ile “arzun vasiatun”(Ankebut, 56) mantığına uyarak ya elimizle veya kudret eliyle savurmaya kıyamazsak nesil tükenir, imanı dava edinenlerin geleceği tehdit altına girer. Veya toprağın üzerinde artık iyice boy atmış olsa da filizlerin orta yerinden kesmeye kıyamaz da kalem aşısı yapmazsak böyle aşısız büyüyen ağaçların meyvesi de gayet acı, sıska ve sert olur.  

Aşının tuttuğunu görüyorum
Bu arada her aşılamada ölüp ölüp dirilme olayı yaşanır. Toprağın bağrına saçılan bazı tohumlar ölürler fakat dirilemeyebilirler. Filizlerin her birisi kalem aşısına müspet cevap veremeye de bilir.  Bu işin sonunda kurumak, dumura uğramak da vardır. Fakat canlılığını kaybetmemiş her fidan yeniden bitişir, yoluna daha bir gür olarak devam eder. Acılar zamanla sürura döner. 

Bazılarımız, yaşadığımız bu göçleri, muhaceretleri ağaçların kökünden sökülüp başka topraklara dikilmesine benzetse de bu muhaceret rüzgarları, bizi havada uçuşan tohumlar gibi aşılamalara, yeni oluşumlara doğru sevk eder. Bu bakımdan yaşadığımız bu süreçlerden ötürü karamsar tablolar çizenlerin aksine Âdem Yavuz Arslan’ın bu seneki (2022) bayram yazısında belirttiği; “Çoğunluğu son dört beş yılda gelmiş birçok kişi, şok dönemini atlatmış ve başarı hikayesi yazıyor. Birkaç yıl önce aile birleşimi, başını sokacak bir yer ya da düzenli işi olmayan insanlar şimdi büyük projelere soyunmuşlar” tespitlerini daha iç acıcı, ümit verici ve isabetli buluyorum. Aşının tuttuğunu görüyorum. Allah hiçbir kardeşimizin ayağına taş değdirmesin. Birlerini bin eylesin. Amin!

<< Önceki Haber [Hüseyin Odabaşı] Aşılayıcı rüzgarlar Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER