[Hüseyin Odabaşı] Haset ve Kibir

“Haset, ateşin odunu yiyip bitirmesi gibi amelleri iyilikleri yiyip bitiriyor.” (Ebu Davud, h. no: 4903 )

[Hüseyin Odabaşı] Haset ve Kibir

HÜSEYİN ODABAŞI

Özellikle Müminlerin dünya ve ahiretini karartan gıybetin kardeşi hasede biraz daha mercek tutmamız gerekiyor. Çünkü “haset, ateşin odunu yiyip bitirmesi gibi amelleri iyilikleri yiyip bitiriyor.” (Ebu Davud, h. no: 4903 ) Yani ahir ömrünüze kadar onca emek vererek yaptığınız hayır ve hasenat adına boşu boşuna zahmet çekmiş olabilirsiniz. O zaman bu haset daha çok kimlerde ve hangi durumlarda ortaya çıkar?

İmrenme duygusunun ilerlemiş hali olan hasedi ve kıskançlığı hep küçüklerde büyüklerin elindekilere göz dikme olarak kısmen yanlış anlamışızdır. Önce hasedin yönünün ve failinin iyice belirlenmesi gerekir. Yoksa bu husustaki tonlarca nasihat çok da fayda vermeyebilir. Çünkü ayet ve hadislerin bir insanda doğru bir tesir uyandırabilmesi için önce doğru adresin belirlenmesi gerekir.  Bu muhatap farklılığı ve yanlışlığından ötürü hasedin bizzat sahibi olan kıskançlar bu işin faili olarak kendilerini görmediklerinden yapılan hiçbir nasihat yerini bulmaz, boşa gider. Bu nedenle denmiştir ki “ata et; ite ot atılmaz.” 

Haset veya kıskançlık, bir yakın ve kardeş hastalığıdır. Ve haset edilen insanı yok etmeden tutun da hakkın ve hakikatin inkâr edilmesine kadar etki alanı geniş ve derin bir duygudur. Dünya ve ahret kaybı yaşamamak için terbiyesi elzemdir. Hatta efrazdır. 

Hasedin fâili, büyüklük ve kibir duygusudur. Maddi ve manevi kaybedilmek istenmeyen pozisyonundan kaynaklanır. Sonradan veya alttan gelenlere zarar verebilir.  Bir sistemi, bir yapıyı hatta bir cemiyetin istikbalini tıkayabilir. 

Kardeşi dünyaya gelen bir çocukta ne olur? Küçük kardeşine karşı kıskançlık olur. Dünyaya yeni gelen küçük daha önce dünyaya gelmiş olan ağabeyini kıskanmıyor. Daha önce dünyaya gelen abi, daha sonra dünyaya gelen küçük ve zayıf kardeşini kıskanıyor. Çünkü haset çoğumuzun sandığı gibi küçüklerin değil daha çok abilerin, kendini büyük görenlerin hastalığıdır.  Abinin elindeki en kıymetli varlık olan annenin küçük kardeşi tarafından paylaşılması abiyi çileden çıkarır. Elindekinin en az yarısını kaybettiğini sanan(aldanma) abi bu zararını telafi etmek için hayatının yeni ortağının yok olmasını ister veya ona zarar verme yolunu seçebilir. Ne gariptir ki bu zavallı abi yaratılış kanunu olarak meydana gelen bu olayın suçlusu olarak kardeşini görmektedir. Elindeki servete kardeşinin göz diktiğini sanmakta ve ona hınç duymaktadır. Halbuki o yaratılış kanununa uymak zorunda olan bir masumdur. Kardeş nimetine mazhar olabilmesi için elindekinden biraz feragat etmek durumdadır. Kendine rakip ve ortak olarak gördüğü kardeşi ile ileride hayatı zenginleşecek ve dünyası yaşanır hale gelecektir. Bu yanlış ve ufuksuz okuma ağabeyi kardeşine maalesef düşman yapar. 

Evet bu büyüklük ve kibir duygusundan kaynaklanan hasedin duygular alemine yansıyan tablosunu renk renk desen desen çizmeye çalışalım. Kıskanç ve haset sahibinde sahiplenme duygusu ifrat derecededir. Her şey benim kontrolümde olmalı kimse bana sormadan su dahi içmemelidir.  Hasetçi kargadan başka kuş tanımaz.  Uçan kuştan haberi olmalı; yoksa o kuş uçmamalıdır. Önce ben istediğimi seçerim geri kalanlarıyla kardeşlerim idare etsinler işte. Davaysa dava din se din biz varken başkasına gerek yoktur. Boynuz kulağı geçemez; geçerse o boynuzu kırarım.  Kaba bir biatçılık mantığıyla ya bana uyarsın ya bu diyardan gidersin... Böyle bir büyüklenme karşısında ne “tanzimulmesai” ve ne de  “taksimul amalin” bir anlamı kalır.  Derken o toplumda “tek adamlık” oluşur ve neticede sair yetki ve sorumluluklar etkisini, canlılığını ve anlamını kaybeder.    
Misallerimize devam edelim;

Önce din hayatına başlayan ağabey pozisyonundaki Ehl-i kitap sonradan gelen Müslümanları hasetlerinden hazmedemediler. Halbuki Mekkeli müşriklerine göre Yahudiler ve Hristiyanlar Peygamberimizi(sav) kabul etmeye daha teşne ve yatkın idiler. İslamiyet'in ahir zamanda Hz. Muhammet'le(sav) beraber geleceğini biliyorlardı:
 “Hani şu kendilerine kitap verdiklerimiz varya, O son peygamberi kendi çocuklarını tanıdıkları gibi tanırlar. Ama buna rağmen, onların bir kısmı gerçeği bile bile örtbas ederler.(Bakara, 286) Fakat bu tanıma kendi makam ve saltanatlarının bitmesi anlamına geleceğini düşünerek cephe aldılar. Bilgisiz ve cahil olan Mekke'nin müşrikleri bir zaman sonra Müslüman oldular da peygamberimizi(sav) kitaplarından tanıyan Ehl-i Kitap iman etme yerine düşmanlığı seçtiler.  “Ehl-i kitap’tan çoğu, hakikat kendilerine apaçık belli olduktan sonra, sırf içlerindeki haset duygusundan ötürü, sizi imanınızdan vazgeçirip küfre döndürmek istediler. ”(Bakara, 109; Nisa, 54)

Bugün de Risale –i Nurları erkenden tanıyıp kitap okuyan bazı abilerin daha sonradan ortaya çıkan Hizmet hareketine soğuk ve hatta düşmanca davranmaları, Ehl -i Kitabın hasetlerinden dolayı sonradan meydana gelen Müslümanlığı düşman bellemelerine ne kadar da benziyor.  

Hz. Yusuf(a.s) kardeşlerinin dillere destan hasedini bilmeyenimiz yoktur. Kıskanılan Yusuf kıskanan kardeşlerinden daha küçüktür.  On bir yıldızın ve Güneş ve Ayın kendisine secde ettiği şeklindeki rüyasını babasına anlatır ve babası Yakup(a.s), peygamber feraseti ile olacakları sezer ve oğluna tembihte bulunur:
“Evladım” dedi babası, “Sakın bu rüyanı kardeşlerine anlatma! Sonra seni kıskandıklarından sana tuzak kurarlar.”(Yusuf, 5)
Çünkü kıskançlık ve tuzak birbirlerinin lazım -ı gayrı mufarıkıdır(ayrılmaz parçasıdır). Yani birbirinden haber verirler. Kıskanma varsa tuzak var, olabilir; tuzak varsa kıskanma olmuş demektir. Allah izin verirse tabi.  

Hasedinden dolayı kardeşini öldüren Kabil de, Habil’in abisiydi, Ondan büyüktü.
Türkiye'de darbe bahanesi ile hizmet hareketinin başına gelenler de bir büyüklük ve kibir kıskançlığı sonucunda meydana geldi. Dünyada eğitim seferberliği açısından devlet gücü ile bile meydana gelmesi mümkün olmayan bir açılımın meydana gelmesi, devletin büyüklerini kıskançlık krizlerine soktu. Bu haset sonucunda ise şimdi darbe başta olmak üzere bir dizi kurulan tuzaklarla Anadolu insanına, hizmet insanlarına kan kusturdular.  

Onlardaki bu hasedin varlığını anlama ve iyi analiz edip korunma yollarına başvurma noktasında Hoca Efendi’nin nasıl kıvrandığını anlamak için ta 2012 yıllarında kaleme alınan “Bize de Çekmek Düştü” kitabındaki şu satırları biraz düşünerek, ibret alarak okuyalım lütfen:
“İllerde yapılan Türkçe Olimpiyatlarını izliyorduk birlikte. Arada mikrofon uzatılan kişilerden bazıları kendisine (Hoca Efendiye) selam gönderiyor saygılarını sunuyorlardı. ...”Keşke beni demeseler...” diyor. Her konuşmada bu ve benzeri karşılıklar daha fazla susmama engel oldu. “Realite” dedim ve ilavelerde bulundum. Verdiği cevap çok ama çok manidardı: “Haset realite tanımaz.” (Ahmet Kurucan ,sf; 103)

Kitabın daha geri sayfalarında bu hasedin neden bu kadar tehlikeli olabileceğinin izahı yapılır aslında.
“Bizler maddi sebepler açısından kendini bizlere hasım gören cephenin güç ve kuvveti karşısında kendimizi koruyabilecek bir güce sahip değiliz. Baksanıza en yakın dairede olanlar bile hiss-i tenafüsle, hiss-i rekabetle hareket ediyor. Bütün bunların altından sıyrılmanın yegâne yolu Allah’ın inayetidir.”(sf; 39)
Evet biz de Felek ve Nas surelerini okuyarak hasetçilerin tahribatlarına karşı Allah’a sığınıyoruz. 
“Ve haset ettiği zaman hasetçinin şerrinden (Sabahın Rabbine sığınırım de...)”(Felak, 5)
<< Önceki Haber [Hüseyin Odabaşı] Haset ve Kibir Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER