[Hüseyin Odabaşı] Her şahs-i manevi bir şahısla temsil edilir

Yedi yıldan beri bitmek bilmeyen darbelere maruz kalan Hizmet Hareketi varlığını veya fonksiyonlarını daha ne kadar devam ettirebilir?

SHABER3.COM

HÜSEYİN ODABAŞI

Sabikun ve büyüklerimiz 

Yedi yıldan beri bitmek bilmeyen darbelere maruz kalan Hizmet Hareketi varlığını veya fonksiyonlarını daha ne kadar devam ettirebilir? Dostların ve düşmanların en çok meşgul olduğu konulardan biri budur. Çünkü düşmanlar bu hareketi bitirmek ve önünü almak için uğraşıyor, bu işin salikleri ve sevenleri de bir emanet gibi gördükleri hizmetlerinde sebat ederek devamını temine çalışıyorlar. Yani bu hizmet daha ne kadar devam eder diyerek; “La tezalü taifetün min ümmeti zahirine alelhak, ye’tiyallahu bi emrihi” (Kastamonu Lahikası, sf; 24) hadisine atıf yaptıktan sonra Üstadımızın ebcet hesabı üzerinden cevap bulmaya çalıştığı konuyu biz de Kuran ayetleri üzerinden daha çok sosyolojik olarak anlamaya ve idrak etmeye çalışacağız. Bir Hareket, nesillerden nesillere bir bayrak gibi taşınabilirse devam eder. Fakat bu aktarılmada nesil, motivasyon, manevi beslenmeden kaynaklanan şuur farklılığı gibi faktörler hızın kesilmesine, davanın terkedilmesine veya tam tersi bu idealin daha da ilerilere doğru taşınmasına sebep olabilir. 

Hizmet Hareketi’nin gelecek nesillere aktarılması derken neyi kastetmiş oluyoruz? 

Temeli birlik ve beraberlik ruhuna dayanan ferdi ve sosyal hayatımızın da hayatı olan dinin özünün ve usaresinin maddi ve manevi hizmet kültürü olarak gelecek nesillerin de benimseyip kabul etmesidir. Birlik ve beraberlik ruhu dediğimiz şeye İbn ı Haldun, asabiyet adını verir. Akrabaları, kavim ve kabileleri birbirine bağlayan manevi bir tutkaldır asabiyet. Evet Hizmet Hareketi’nin devam edebilmesi için bireylerinde de akrabalık bağları gibi kuvvetli bir bağın olması ve bu bağın (urvetul vuska, Lokman, 22) gelecek nesillere de aktarılması gerekir. Fakat Kuran-ı Kerim’e göre dine, ahlaka ve imana dayalı bir hizmet asabiyetinin daha sonra gelen nesillere intikal ederken zaafa uğrama ve zayıflama ihtimali vardır: “Bundan sonra arkalarından gelen sonraki nesil, salatı (Namazı) zayi ettiler ve şehvetlerine uydular.” (Meryem Suresi, 59) Çünkü, İbn- i Haldun’a göre medeniyetler insanlara benzerler; doğar, yaşar, yaşlanır ve ölürler. 

Cemaatler de hareketler de bu benzerlikten hali değildirler; gençlik, olgunluk ve yaşlılık dönemleri, aşamaları vardır. Bir nesil tarafından yaşanan dînî ve ahlâki bir kültürün daha sonra gelen bir nesle bir bayrak gibi devredilirken zarar ve ziyana uğramaması ve dini asabiyetin tahriplere maruz kalmaması için Kuran’daki “sabikun” meselesi üzerine kafa yormalıyız. Vakıa suresi 10. ayette Allah (c.c) sabikunu anlatırken; “essabikunessabikun” der. Yani “Öndekiler öndedir.” Veya, “Öne geçenler öne geçenlerdir” der. Ne demek sabikûn? Bir hizmeti, oluşu, dini veya hareketi ilk başlatan, ön saflarda bütün sıkıntılara göğüs geren, risk alan fedakâr ruhlardır, ilklerdir.

Evet, “Öncüler öncüdür.” (Vakıa, 10) ayetine göre önde olmak başlı başına arkadan gelenler değer verilmesi gereken bir payedir. Çünkü sahabenin faziletini sayarken Üstadımızın dediği gibi “essebu kel fail” sırrınca arkadan gelenlerin sevapları önden giderek bu hayırlı işlere vesile olanlara da yazılır, verilir. Diğer bir sebep de önden gidenlerin şartların meydana getirdiği ihlası arkadakilerin pek çoğunda o kıvamda bulmak mümkün olmaz. Çünkü öncüler daha hiçbir şey yokken iman etmiş veya o işin menfaatlerini görmeden bir azim ve ceht göstermişlerdir.

Tövbe Suresi’nin yüzüncü ayeti sabikûn meselesini biraz daha açar: “Muhâcirler’in ve Ensar'ın ilkleri ile onlara güzelce uyanlardan Allah hoşnut olmuştur, onlar da O’ndan razıdırlar.” (Tevbe, 100) Ve daha derin düşününce muhacirlerin Ensar'ın da önünde öncü, ilkler olduklarını görürüz. Hatta muhacirlerin ilk inanan sabikunları, Ensar'ın da ilk inanan sabikunları vardır. Tabi ilkler (sabikun) olunca arkadan gelenler de olacaktır. 

Fatır Suresi, yetmiş ikinci ayet, sabikunun yanında bir de tabi olanlar anlamında, “muktesidlerin olduğunu söyler: “Sonra kitabı, kullarımızdan seçtiklerimize mîras bıraktık; derken onlardan nefsine zulmeden var ve onlardan mutedil hareket eden (muktesid) var ve onlardan, hayırlarda herkesten ileri giden (sabik) var Allah izniyle; işte bu, pek büyük bir lütuf ve ihsândır.” (Fatır, 72) Fakat, öncülerle (sabikunlar) ve onlara tabi olanlar (muktesid) arasında bir mutlakıyet söz konusu değildir. Kutlu bir davanın kervanında yürüyenleri, önünde yürüyen ilklere göre muktesiddir; arkalarından gelecek olan nesillere göre de sabik yani öncüdürler. Bu bakımdan sabik ve muktesidi bir zinciri teşkil eden halkalar olarak da görebiliriz. Üstadımız ve etrafını çevirmiş olan ilkler nur hareketinin sabikunlarıdır. Onların aydınlattığı ışıktan istifade etmek ve nur hareketini biraz da onların mücessemlermiş hayatlarında anlamaya çalışmak gerekir. Ahlakı Kuran olan Efendimiz (SAV) gibi bir davanın yaşayan kitapları, en az yazılı kitapları kadar önemlidir. İşi sadece kitaplara endeksleyip, “bu dava şahıslarla fani değildir” düşüncesine girmek yanlış anlama olur. Her şahs-i manevinin bir şahısla temsil edilme zaruretini unutmamak gerekir.

Hizmetin de sabikunları vardır. Hocamız ve arkadaşları bize göre bir sabikundur işte. Bazı faziletlerde (sayı, rakam ve şekilde) onları geçmek mümkün olsa da (bir ihtimal) öncülüklerinden dolayı onların önüne geçmek mümkün değildir. Çünkü o öncüler öncüdür. Başlangıçta merkezdeki küçük bir çıkıntı (hamle) muhit hattında büyük bir açıya denk geldiğini unutmamak gerekir.

Nesiller boyu bir davanın devam etmesi için ilk önce, arkadan gelenler tarafından öndekilerin hakkının teslim ve tespit edilmesi gerekir. Bu eklemlenme bizi geleceğe taşıyacaktır. Bir elimizle öncekiler ve önden gidenlerle; diğer elimizle de bizden sonra bu işi devam ettirecek olan gençlerle eklemlenmeliyiz. Bizden öndekilerin insaniyetten kaynaklanan bazı hataları dahi bu asabiyet eklemlenmesine engel olmamalıdır. Bunu ahlakı bize bizzat Kuran öğretiyor: “Onlardan (Muhacirlerle Ensar'dan) sonra gelenler şöyle derler: “- Ey Rabbimiz! Bizi ve iman ile bizden evvel geçmiş olan (sebaku) kardeşlerimizi bağışla; iman etmiş olanlar için kalplerimizde bir kin bırakma.” (Haşr, 24) Amin! Aksi karalama ve kopukluk olur. 

Necip Fazıl’ın dediği gibi ilkler yani ustalardan kopuk olmak bu öksüz yapıyı çıraksız bırakır: “Ustada kalırsa bu öksüz yapı, Onu sürdürmeyen çırak utansın! Sabikunlarla vücut bulan bu öksüz yapının geleceğe taşınması da kalbinde kin taşımayan ve büyüklerine saygıda kusur etmeyen babayiğit çıraklarla mümkündür. O zaman yeniden soralım; kimdir sabikun? Bizden yarım parmak dahi olsa önümüzde yürüyen her abimiz bu hizmetin sabikunudur. Aksi civciv yumurtadan çıkmış da kabuğunu beğenmemiş olur.
<< Önceki Haber [Hüseyin Odabaşı] Her şahs-i manevi bir şahısla temsil... Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER