[Hüseyin Odabaşı] Psikolojik taarruz

Bu süreç başladığında her taraftan her yanda sarma hareketi yaptılar. Devletin her birimini üzerimize saldılar. Yetmiyormuş gibi psikolojik harp taktiklerine baş vurdular.

SHABER3.COM

HÜSEYİN ODABAŞI

Bu süreç başladığında her taraftan her yanda sarma hareketi yaptılar. Devletin her birimini üzerimize saldılar. Yetmiyormuş gibi psikolojik harp taktiklerine baş vurdular.  Demek ki halk desteği olmadığı için başarısız olan 28 Şubat darbe girişimlerinden iyi ders çıkarmışlardı. Çünkü halkın nadide evlatlarını dövüyor olsalar da yine halkın desteğine ihtiyaçları vardı. Kandırarak da olsa bu tür darbeleri daha rahat bir zeminde gerçekleştirebilmek için özellikle halkın desteğini temin etmek veya olmuyorsa onları uyutmak veya en azından kafalarını karıştırmak gerekiyordu.  Psikolojik harp bunun içindi. Yıllar önce İnönü; “Şartlar tamam olduğu zaman milletler için ihtilal(darbe) meşru bir haktır." sözü ile tam da bu gerçeği ifade etmişti. “Şartların olgunlaşması” demek halkın içine düşürüldüğü onulmaz dertlerine karşı darbeden başka çare ve çözümün kalmadığını onlara psikolojik olarak kabul ettirmek demekti. Denize düşen yılana sarılır misali. 

Fakat bu sefer tam da böyle olmadı. Birileri darbe yapıyor veya yaptı diye darbeler yapıldı. Toplum mühendisliği harikası olan ve daha çok halkın psikolojisini etkilemek amacıyla bir darbe algısı mizanseni inşa edildi. Bu inşa edilen darbe sanaldı ancak ardı sıra yapılacak olan onlarca darbeyi legal hale getirdi, makulleştirdi.  Hayret edilecek şekilde halk ise “birileri darbe yapmak istedi onlara ne yapsak hak” diyerek darbe yaptığı söylenen kesime tuzak kurulup kurulmadığını sorgulamadan onlarca kez ağırlaştırılmış ağır darbeleri kabullendi, boyun eğdi, vaziyete uyum sağıldı.  Demek ki, bu devletin kadiminden beri hemen 10 senede bir darbe yapanlar, balyozlarla vura vura milleti kendilerine benzetmişlerdi.  

Psikolojik hareket bir taraftan cemaati halk nazarında suçlu göstermeyi temine yönelikken diğer taraftan da Cemaatin içini bölüp parçalayıp mecalsiz bırakmak veya en azından onları yeis bataklığına sürükleme ve Türkiye toplumunun da gerçekleri algılamasını imkânsız hale getirmek amacıyla gerçekleşti. Bu darbe diğerlerinden farklı olarak siyasi kanadı devşirerek sosyal bir taban da oluşturdu, fakat konum bu değil. 

Özellikle burada aslı astarı olmayan daha çok cemaatin içindeki bireylerin güvenini yok etmeye yönelik toplum mühendisliği hesabına söylenmiş “sözlerden” bahsedeceğim. Psikolojik harp taktiği gereği Yahudilerin fırınlarda toplu imha edilmesinden daha zararlı yalanlar ortaya attılar ve yaydılar. Türk toplumu bu sözlerle zehirlendi. Peygamberimiz ’in(sav); “"Kişiye, yalan olarak, her duyduğunu anlatması yeter!" (Müslim, Mukaddime 5) ikazına kulak asan da olmadı.   

Ne dediler?

“Bu cemaatin altı ibadet, ortası ticaret, üstü ihanet” dediler. Bütün bir Türkiye'ye yayılmış olan bu söylem karşısında şaşırıp kaldık. Üstümüze sıkılan bu zehirli gazla yaralananlar, sakatlananlar, nefessiz kalanlarımız oldu. Hani bir filmde Hz. Hamza(r.a), “Gözümün gördüğü düşmandan korkmam” diyor ya! Bu görünmeyen fakat her ruhu, uğrayarak zehirleyen bu söze karşı ne yapabilirdik ki. Bizi dinleyen bir medyamız olsaydı olayın doğrusunu anlatabilirdik ancak, taşları çoktan bağlamış, köpekleri de üstümüze salmışlardı. Önce kolluk kuvvetleri ile özgür medyaya baskın yaparak (2014) dillerimizi parçaladılar ve yandaş medya ile de milletin kulağına pamuk tıkadılar.     

Haliyle de dili bağlanmış bir cemaat veya sevenleri, “Allah aşkına, üstümüz ihanet değil yok böyle bir ayırım kardeşim” deyip de bütün bir Türk milletine bu olayın doğrusunu eğrisini gösteremedi ve izah edemedi.   Fakat bir hafta önce Türkiye'de emniyet maharetiyle birbirine yardım eden Hizmet İnsanı 704 kişiye operasyon yaptılar amma bu arada “kanadı kırık kuşun yuvasını Allah yapar” hesabı cemaat üyelerinin ciddi bir kenetlenme ve dayanışma içinde olduklarını da belgelediler. Yani kendi yalanlarını yine kendileri çökerttiler.  

2014’den itibaren zülüm gören hizmet insanlarından bazıları vatanlarını terk etmek zorunda kaldı. Kur'an-ı Kerim de “zulme maruz kalıyorsanız yeryüzünün geniş ve rızkın bol” olduğunu ifade ederek bu tür zulüm diyarlarının terkedilebileceğini beyan eder (Nisa 97). Ancak bu zulmü yapanlar, Türkiye'de kalan mazlumların kalbini ve kafasını karıştırmak için; “biz zalim olduk da baskılarımıza dayanamayan dostlarınız Türkiye'yi terk etmek zorunda kaldı Allah bizi kahretsin, yanlış yaptık diyeceklerine; yurt dışına gidenler sizi terk ettiler, orada sizi unuttular, ağalar paşalar gibi yaşıyorlar,” iftirasında bulundular. Kur'an-ı Kerim Ahzap Suresi’nde zalim ve münafıkların yalan söz yaymalarından müştekidir, şikayetçidir: “Emniyete yahut korkuya ait bir haber duysalar derhal yayarlar.”(Nisa: 83) “Kendilerine: ‘Yeryüzünde fesat çıkarmayın!’ denildiği zaman, ‘Biz ancak ıslah edicileriz.’ derler. İyi bilin ki asıl ortalığı ifsat edenler kendileridir. Lâkin anlamazlar.” (Bakara: 11-12)

“Münafıklar, kalpleri hasta olanlar ve yalan haberler yayarak Medine'de huzursuzluk çıkaranlar, düşmanca hareketlerinden vazgeçmezlerse ey Muhammed! Senin onlar üzerine üstünlük kurmanı sağlarız, o zaman bu kentte senin komşuluğunda çok az bir süre kalabilirler.” (Ahzap: 60). Kuran-ı Kerim’deki bu tür ayetlerden psikolojimizi ve moralimizi bozan propagandalara karşı, yalan haberlere karşı ateşlerden kendimizi koruduğumuz gibi korumamız ve tedbir almamız gerektiğini anlıyoruz.  

Uhud Savaşı’nda 70 sahabesini kaybedip büyük zarar gören Müslümanların moralini iyice bozmak ve böylece psikolojik olarak da tamamen çökertmek için savaş nihayete erdikten sonra Mekke'ye dönüş yolundaki Medine'ye yakın “Hamraü’l Esed” mevkiinde; “Yeniden derlenip Müslümanlara ummadıkları anda baskın yapmak için toparlanıyoruz” diyen Müşrikler, ortalığa bu yalan haberi yaydılar. Bu yalan haberle yapılan blöf karşısında ise Kur'an-ı Kerim, enseyi karartmayarak düşmanın bulunduğu tarafa doğru yol almakta bir an dahi tereddüt etmeyen sahabe efendilerimizi bir tablo gibi resmetti:
“Onlar öyle kimselerdir ki, halk kendilerine, “İnsanlar size karşı ordu toplamışlar, onlardan korkun” dediklerinde, bu söz onların imanını artırdı ve “Allah bize yeter, O ne güzel vekildir!” dediler.” (Ali İmran; 173)

Normal harpte bedeniniz zarar görür, fakat psikolojik harpte ruhunuz zarar görür. Ruhun yaralanması bedenin yaralanmasından bin kat daha zarar vericidir. Ve bu ruha verilen zararlar kolay kolay geçmez, iyileşmez. Cemiyet ruhunun zarar görürse o cemiyetin mantığı, muhakemesi ve şuuru kaybolur. Sık sık hesap hatası yapar. Dostunu düşmanını karıştırır. Kavgalar sürtüşmeler bitmek bilmez. Bu bakımdan bir düşman için savaştığı topluluğun ruhi enerjisini ortadan kaldırmak veya zayıflatmak ihmal edilmemesi gereken bir strateji olarak görülür. Kabaca tabirle moral üstünlüğü dediğimiz olaydır. Çünkü ekmek midenin gıdası, moral da ruhların gıdasıdır. 

Üstadımızın yakazaten “Şu istikbal inkılabatı içinde en yüksek ve gür seda İslam'ın sedası olacaktır” sözü kadar ruhuma iyi gelen moralimize zirve yaptıran az söz, az kelam vardır. O halde ümit türküleri söyleyip ümit besteleri dinlemek gerekir. Düşmanlık yapanların psikolojik taarruzlarından ancak böyle korunabiliriz.  
<< Önceki Haber [Hüseyin Odabaşı] Psikolojik taarruz Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER