İzmir'e veya İstanbul'a...

Okuma Süresi 6 dkYayınlanma Salı, Aralık 30 2025

İlk zamanlar Konya’da Hizmet adına gösterecek bir şeylerimiz olmadığı için yeni tanıştıklarımızı ya İzmir’e veya İstanbul’a götürüyorduk. 

 

Bir himmet toplantımıza MAN arabaları ve parçaları satan birisini getirmişlerdi. Hizmetleri ve hedeflerini dinleyince herkesten fazla bir himmette de bulundu. Kendisiyle görüşmeye gittik. İstanbul’daki Fatih Koleji’mizden bahsettik. “Benim de tek başıma yaptırdığım yatılı bir Kur’an kursum var” dedi. Neyse, beraber İstanbul’a gitmeyi ikna ettik. Ona Fatih Koleji öğrencilerinin başarılarını anlattıktan sonra okulun yürüdüğünü gösterdik. İstanbul’un zenginlerinin ve meşhur profesörlerinin çocuklarını ve torunlarını gösterip hocalarla ve öğrencilerle sohbet ettik. Bu durum ona çok tesir etti. 

 

Bana dedi ki: “Bir de İzmir’e gidip Yamanlar Kolejini görelim. Fazla vaktim yok. Uçakla gidelim” dedi. Gittik; gördüklerine hayran oldu. “Gel, bir de Manisa’nın Turgutlu kazasına gidelim. Orada Üstadımız Bediüzzaman Hazretlerinin kıymetli talebelerinden Zübeyir Gündüzalp ağabeyin isminin verildiği Hizmet’in bir koleji var. Bir ziyaret edelim” dedim. Olur deyince gittik. Bir kazada yapılmış böyle muhteşem bir ilim yuvasını ve cıvıl cıvıl talebelerini görünce hayranlığı bir kat daha arttı. Hemen Konya’da zengin iş adamı arkadaşlarına telefon etti. “Kaz kafalı Konyalılar, böyle bir eğitim hizmeti var. Biz uyumuşuz. Bu güzelliğin temelinde yokuz. Hiç olmazsa tavanında olsun gayret ederim. Ben dönüyorum Konya’ya. Varınca bir araya gelip bir konuşalım” dedi. 

 

Ben “kaz kafalı” sözünü söylesem ayaklarımdan asmaya kalkar. Yani Konya ve Konyalılara asla söylettirmez. Ama kendi kendine söylüyordu… Gerçekten sözünü gerçekleştirdi. O arkadaşlarını Hizmet’e kazandırdı. Hizmet’in imkânları birdenbire Allah’ın inayetiyle arttı. 

 

Konya’dan sonra yurt dışına gittim. Tekrar Zaman Gazetesi’ne döndüm. Sonra da Avrupa’ya kalıcı olarak gittim. 

 

M. Fethullah Gülen Hocaefendi, Endülüs’ten geri dönüşümüze çok üzülürdü. Orada bir ilim yuvamızın olmayışına hep hayıflanırdı. İmkânlarımız ölçüsünde Madrid’de bir kültür merkezi açmıştık. Oradan Valensiya’ya uğramıştım. Oradaki arkadaşlar dediler ki: “Hazreti Osman döneminde buralara birkaç sahabe efendimiz gelmiş. Geçenlerde Bizans dönemine ait kazılar yapılırken bir sahabeye ait bir mezar taşı bulundu. Şimdi müzede sergileniyor” diye bana müzeden çekilmiş bir resim gösterdiler. Ölüm tarihi 648. Yani 622’deki Hicret’ten 26 sene sonra. Demek birkaç arkadaş idiler. İçlerinden birisi vefat edince defnetmişler. Bir de mezar taşı dikmişler. Bu resmi aldım. Türkiye’ye dönünce Konya’ya uğradım. Oradan Nevşehir ve Kayseri tarafına gidip arkadaşları ziyaret ettim. 

 

O arkadaşın arabasıyla dolaşıyordum. Sahabe Efendimiz’in mezar taşının fotoğrafını gösterip hemen Hicret’ten 26 sene sonra dünyaya yayılıp gurbette vefat eden bir yiğidin hali ona çok tesir etti. Durdu durdu: “Ah mübarek, ta oralara atla mı gittin? Yoksa deve ile mi gittin? O günlerin imkânsızlıklarında nasıl gittin?” deyip durdu. Hayretlerini gizleyemiyordu. Devamlı: “Şimdi ben de bir Afrika ülkesine gidip geliyorum. Ama uçakla gidiyorum. Karşılayanlar var. O sahabeleri kim karşıladı? Geçenlerde okulumuza oradan Milli Eğitim Bakanı geldi. Öğretmenlere teker teker ‘Daha önce nerelerde idiniz?’ diye sordu. Her biri birkaç ülke ismi söyledi. Sonunda bakan bey: ‘Sizler mobil sahabelersiniz, günümüzde!..’ dedi. Gerçekten öyle büyük fedakârlık ama at ile deve ile dünyanın uzak ülkelerine giden sahabe efendilerimizin durumu bir başka” dedi. 

 

Gerçekten 15 Temmuz komplo ve zulmünden sonra da yine bir Afrika ülkesine gidip hizmet etmeye çalışan bu kardeşimizin fedakârlığı ve cefakârlığı da küçük bir şey değil. Onun gibi binlercesi bugün dünyanın çeşitli beldelerinde aşkla, şevkle hizmetleri için büyük gayret göstermekteler. Hepsinden Cenâb-ı Hak ebediyyen razı olsun. Bizleri de “Kur’an’ın canlı tefsirleri” olan Sahabe Efendilerimizin izinden ayırmasın…

Bu haberler de ilginizi çekebilir