[Mehmet Ali Şengül yazdı] Ümitle engelleri aşma

İnsan bir yolcudur, âlem-i ervahtan rahm-ı madere, oradan dünyaya, berzah aleminden; sırat, mizan ve mahkeme-i Kübrâ’ya, netice itibariyle ya cennete veya ...

SHABER3.COM

Ümitle engelleri aşma
MEHMET ALİ ŞENGÜL | Samanyoluhaber 

İnsan bir yolcudur, âlem-i ervahtan rahm-ı madere, oradan dünyaya, berzah aleminden; sırat, mizan ve mahkeme-i Kübrâ’ya, netice itibariyle ya cennete veya ...

İnsan doğduğu gün ömründen bir yaprak kopmuştur. Allah’ın hoşnut ve rızasına uygun bir hayat yaşaması, kabiliyetlerinin hayırda inkişâfına bağlıdır. Bu noktada anne, baba ve rehberlerin ciddi sorumlulukları vardır. 

Şayet insanın ruhu, akıl ve irâdesi vahy-i İlâhi ile beslenirse, bunları ücretsiz insana emânet eden, mülkün gerçek sâhibi Allah’a tevekkül ve teslimiyet içinde, rızâ-i İlâhi gözeterek îmanda, ahlakta,hakkı tutup kaldırmada ve o yolda başa gelen her şeye katlanmada sabrederse, mânen terakki eder, mutluluk ve huzuru elde etmiş olur.

Allah (cc); “Sakın yılmayın, üzüntüye kapılmayın, eğer iman ediyorsanız mutlaka üstün gelirsiniz!”( l-i İmran, 139)buyurmaktadır.

İnsanlar bu ilahi fermana kulak verir, O’nun dinini yüceltme adına kullarına Allah’ı sevdirir, yüce ve kutsi bir mefkûreye hizmet etme gibi şerefli ve üstün bir konuma sâhip çıkarlarsa; “kimseden yılmayın, kimseden korkmayın, sadece Ben’den korkun” ( l-i imran, 175) buyuran Allah’a (cc) itaat etmiş ve rızâsına ermiş olurlar.
“Rabbiniz tarafından mağfirete, genişliği göklerle yer kadar ve muttakiler için hazırlanmış bir cennete doğru yarışırcasına koşuşun!”

“O muttakiler ki bollukta da, darlıkta da Allah yolunda harcarlar.Kızdıklarında öfkelerini yutar, insanların kusurlarını affederler. Allah da böyle iyi davrananları sever.”(Al-i İmran,133-134) buyurmaktadır.
İnsan normal dönemlerde içinden gelerek; ‘Allah’ım ne olur son nefeste îman ve şehâdet lütfeyle’ der yalvarır, o talep ettiği şey karşısına çıkınca da biraz zorlanır.

Cenâb-ı Hak: “Allah, sizin içinizden cihat edenlerle, sabır gösterenleri ortaya çıkarmadan, kolayca cennete gireceğinizi mi zannettiniz?”
“Siz ölümle yüz yüze gelmeden önce şehit olmayı temenni etmiştiniz. İşte şimdi onu ayan beyan gördünüz”(Al-i İmran,142-143) buyurup, işin ciddiyetini hatırlatıyor.
Efendimiz’in (sav), Uhud’da ruhunun ufkuna yürüdüğü haberi yayılınca, mü’minler mahzun ve mükedder olup üzüntüden iki büklüm hale geldiler. Münâfıklar ise, dinden uzaklaşma düşünceleriyle beraber, çeşitli planlar ve ayak oyunları yapmaya başladılar.

Peygamber de bir beşerdir, her insan gibi O’da (sav) ölümü tadacaktır ve tatmıştır. Ama din, kıyâmete kadar bâkidir. Böylesine ebedî ve Allah’ın tasarrufunda olan bu din, fâni şahıslara bina edilemez. 

“ … kim geri döner, dinden çıkarsa, bilsinki Allah’a asla zarar veremez. Ama Allah hidâyetin kadrini bilip şükredenleri bol bol mükâfatlandırır.”(Al-i İmran, 144)buyurarak, nifak şebekesinin planlarını deşifre ediyor.
“Nice peygamberler gelip geçtiki onlarla beraber, kendilerini Allah’a adamış birçok rabbaniler savaştı. Onlar, Allah yolunda başlarına gelen zorluklar sebebiyle asla yılmadılar, zayıflık göstermediler, düşmanlarına da boyun eğmediler. Allah böyle sabırlı insanları sever.”
“Evet onların bu durumda dedikleri sadece şu oldu: ‘Ey bizim Kerim Rabbimiz, günahlarımızı ve işlerimizdeki aşırılıklarımızı affet! Ayaklarımızı hak yolda sabit kıl ve kafirler güruhuna karşı bize yardım eyle!”

“Allah da onlara hem dünya mükâfatını, hem de o güzelim ahiret mükâfatını verdi.Allah elbette muhsinleri, hep iyi davrananları sever.”(Al-i İmran;146,147,148)

Asırlar sonra aynı yolda Efendimiz’e (sav) vâris olma şerefiyle müşerref hasbî, fedâkar, muhlis ve muhâcir olma şerefine ermiş, medresey-i Yusufiye’de Hz.Yusuf gibi iftiralara maruz kalarak, hapishane köşelerinde çocuk, hasta, ihtiyar, kadın ve erkek gönül erleri ve kalp mimarları olan kardeşlerimiz de iftira ve isnatlarla, bilâ suç (suçsuz) hapishanelerde tutulmakta ve sabır kahramanları olarak tarihe geçmekte, hayru’l halef nesillere örnek olmaktadırlar.

Cenâb-ı Hakk;“Ey iman edenler! Dini inkâr edip de Allah için seferde ölen veya gazalarda öldürülen arkadaşları hakkında:“Bizim yanımızda olsalardı ne ölürler, ne de öldürülürlerdi” diyenler gibi olmayın.Allah bunu, onların gönüllerinde bir hasret, bir yürek yarası olarak bıraksın diye yaptı.Hayatı veren de, alan da Allah’tır. Allah bütün yaptıklarınızı görür.”
“Eğer Allah yolunda öldürülür veya ölürseniz, Bilin ki Allah tarafından bir mağfiret ve rahmet, bütün insanların topladıkları mallardan daha hayırlıdır.”(Al-i İmran; 156,157) buyurmaktadır.

Münâfıklardan bazıları, mü’minlerle birlikte savaşa katıldıklarına pişman olmuşlar ve “Yönetimde rolümüz olsaydı, tekliflerimiz kabul edilseydi, böyle perişan olmaz, bu kadar ölü vermezdik.”diyorlar. Ve kâinatın yaratılış vesilesi İnsanlığın İftihar Tablosu Peygamber Efendimiz’i (sav) itham ediyorlar ve mü’minlerin de moralini, mâneviyatını bozuyorlardı.

Efendimiz (sav) her icraatında ashâbıyla istişare ediyordu. İstişarenin hakkını vererek galibiyete göre hüküm veriyordu. Meselâ; Uhud’da şehir dışına çıkmak yerine, Medine’de kalarak savunmayı uygun görmesine rağmen, karşı görüş gâlip gelince dışarıya çıkıldı ve yetmiş kadar şehit verildi. Kendisi de yara almış olmasına rağmen kimseyi tenkit etmedi ve kırmadı. 

Cenâb-ı Hak buyuruyor ki; (Habibim)“İnsanlara yumuşak davranman da Allah’ın merhametinin eseridir. Eğer katı yürekli, kaba biri olsaydın, insanlar senin etrafından dağılıverirlerdi. Öyleyse onların kusurlarını affet, onlar için mağfiret dile ve işleri onlarla müşâvere et! Bir kere de azmettin mi, yalnız Allah’a tevekkül et! Allah muhakkak ki Kendisine dayanıp güvenenleri sever.”(Al-i İmran, 159)

İnsanlar tarih boyu bu ve benzer imtihanlara maruz kalmışlardır. Bu türlü hadiselerde ye’se düşmemeli, ümitler Allah’a olan tevekkül, teslimiyet ve sabırla güçlendirilmelidir. Aynı zamanda sebeplerde kusur işlemeden sorumluluk ve mes’uliyet  şuuruyla dualar kalpten yapılmalı; zâlimlerin ve ihanet şebekelerinin her türlü plan ve projesi karşısında da onları Allah’a havale etmeli ve yardımı sadece O’ndan (cc) beklemelidir.

Hz.Yunus (as) içtihad ederek, Allah’a baş kaldırıp isyan eden kavminden ayrılıyor. si ve tâğî kavminin başına gelecek musibetleri sezmiş olacak ki, bu kararı veriyor.Başına gelenler mâlum, neticede kendini  balığın karnında buluyor. Öyle dua yapıyor ki, ilâhi huzurda kabul görüyor ve necata eriyor. 

Kavmi, kendilerini Hakk’a dâvet eden Hz.Yunus (as)’u kaybedince aklı başında olanlar; insanları imana, ahlâka, adâlete, kardeşliğe, sevgi, şefkat ve merhametle muâmeleye dâvet ediyor ve yüzbinlerce insan tövbe edip hidâyetle şerefleniyor.

Şecere-i yaktin altında kendini toparlayan Hz.Yunus (as) kavmine geldiğinde, yüzbinlerce insanın Allah’a îman ve itaat içinde olduklarını görünce, kendi zellesini görüyor ve Allah’tan af ve mağfiret diliyor.
Dâvâya gönül veren, o günün ağır şartları altında yurt dışında açılan eğitim kurumlarında boğaz tokluğuna vazife yapan, kahraman öğretmenlerden biri olan merhum Adem Tatlı bey, 18 ay maaşını alamamış. 

Kendisine “Bu kadar zaman nasıl geçindin?” denilince; “Nöbet mahallim olan okulumu ve talebelerimi terk edemezdim. Okulu paydos ettikten sonra taksicilik yaptım, hanımefendi de bir iş bulup çalıştı. Böylece geçimimizi sağladık.” demişti.

Bu kahraman merhum Adem bey, irşat ve tebliğ vazifesi için gittikleri yerden dönerken, trafik kazası geçirerek vefat etmişti. (Allah bütün vefat eden ehl-i imanla beraber kardeşimize de rahmet eylesin!) Cüzdanından çıkan vasiyetnamede; “Birgün buralarda vefat edersem, beni ülkeme götürmeyin. Burada okulum bahçesine defnedin. Çünkü kıyamete kadar talebelerin seslerini duymak istiyorum.” diyordu ve öyle gerçekleşti.

Şartlar ne kadar ağır olursa olsun, nöbet mahallini terk etmeden dişini sıkıp müsbet mânâda, kavli leyyinle insanlara gerçekleri anlatmak gerekiyor. Peygamberlerin ve onlara tâbi olan vârislerinin vazifesi, Hakkı tebliğ ve temsildir. Kalplere îmanı koyacak olan ve niyetlerini gizli açık bütün teferruatıyla bilen, kulun akıl ve irâdesini nerde, nasıl kullanacağına nigâhban bulunan sadece Allah’tır.

İnsan başa gelen musibetlerin ve sıkıntıların farkına varır ve rızâ ile karşılarsa, kalben Allah’a yaklaşıp, îman erkânını; ibâdetle, hayır ve hasenatla güçlendirirse, aynı zamanda çaresizliğe sabredip Allah’a tevekkül ve teslimiyetle teveccühte bulunursa o zaman, Allah’ın inâyet ve nusreti imdada yetişir ve –inşallah- saâdet-i dareyni elde etmiş olur.
<< Önceki Haber [Mehmet Ali Şengül yazdı] Ümitle engelleri aşma Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER