Meşveretin neticesi

Üstad Bediüzzaman Hazretleri diyor ki: “Müslümanların İctimaî hayattaki saadetlerinin anahtarı, şer’î (İslamî) meşverettir. Onların (Müslümanların) işleri kendi aralarında şûrâ ve istişâredir.’ (Şûrâ Suresi, 42/38) âyet-i kerimesi, şûrayı esas olarak emrediyor.”

SHABER3.COM

Abdullah  Aymaz - Samanyoluhaber.com 

Üstad Bediüzzaman Hazretleri diyor ki: “Müslümanların İctimaî hayattaki saadetlerinin anahtarı, şer’î (İslamî) meşverettir. Onların (Müslümanların) işleri kendi aralarında şûrâ ve istişâredir.’  (Şûrâ Suresi, 42/38) âyet-i kerimesi, şûrayı esas olarak emrediyor.”
Üstad’a göre teknolojinin gelişmesi ile kâşif ve buluşçuların başarıları bile istişare ve şuradır. Diyor ki: “Nasıl ki, fertler birbiriyle meşveret edip danışırlar; tâifeler ve kıtalar da o şûrayı yapmaları lâzımdır ki, üç yüz belki dört yüz milyon (şimdi bir buçuk milyar)  Müslümanın ayaklarına vurulmuş çeşit çeşit istibdatların bağlarını, zincirlerini açacak, dağıtacak; İslamî hürriyetin, İslamî âdâb ile süslenip sefih, hevaî anlayışların  kötülüklerinden kurtulması  gerekmektedir.”
Bir soru üzerine M. Fethullah Gülen  Hocaefendi, İstişarenin tabii bir neticesinin İTAAT  olduğunu şöyle ifade etmektedir: “Zaman, cemaat zamanı olduğuna göre, meseleler, her zaman BELLİ  BİR  HEYETİN MEŞVERETİNDEN  ÇIKMALIDIR  VE  ALINAN  KARARLARA DA,  Mutlak Mânâda İTAAT  EDİLMELİDİR.
“Meşverette alınan kararları bazen herkesin aklına yatmayabilir ve herkes tarafından kabul edilmeyebilir. Meşveret Meclisinde bulunanlar da, Allah katında kendilerini sorumluluktan kurtarmak için, İCTİHAD  FARKLILIKLARINI  dile getirebilir, her meseleye ulu orta evet demeyebilir ve alınan kararlara muhalefet şerhi düşebilirler. Aslında MEŞVERETİN  gerçek mânâsı da işte budur. Ancak bazılarının muhalefetlerine rağmen, ilgili mevzuda bir KARAR (Çoğunlukla) ALINMIŞSA, artık o muhalif kişilerin bu karar aleyhinde tek bir kelime bile konuşmamaları ve karara uymaları gerekir. Zira bu tür konuşmalar koskoca bir CEMAATİ  GIYBET  ETMEK  demektir. GIYBET  ise, HAKKA HİZMET  EDEN  BİR CEMAATİN  HUKUKUNA İHLAL olduğundan, o CEMAATİ  TEŞKİL  EDEN  Bütün  FERTLERE  onlar hakkında söylediklerini zikredip ferden ferda helâlleşmedikçe o şahsın kurtulması ve Cennete girmesi mümkün olmayabilir.
“Evet, İSTİŞAREDE  alınan kararlar mutlaka uyulması lâzımdır. Meselâ, MEŞVERET  MECLİSİNDE  bir yere gidilmek üzere ekseriyetle karar alındı ve yola çıkıldı. Yolda-Allah muhafaza –kaza oldu. Kaza neticesi karara karşı çıkanların ‘Biz dememiş miydik?.. Gitmeseydik kaza olmayacaktı… Gittik başımıza bu iş geldi’ gibi ifadeleri, KADERİ  TENKİDİN yanında, diğer arkadaşları gıybet sayılır. (…)
“Buraya kadar arzetmeye çalıştığımız esaslar, itaat etme ile ilgiliydi. Bu meselenin bir diğer yönü –ki o da itaat etme kadar önemlidir. KARARLARA  İTAAT  ETTİRME  adına sevk ve idarede bulunan vazifelilere düşen sorumluluktur. Hemen ifade edelim ki, bunu bütün misallerini Allah Resulünün (S.A.S.) hayat-ı seniyyeleri içinde görmek ve göstermek mümkündür. Nebîler Serverinin (S.A.S.) hayatını da perspektif inceleyerek, ondan her zaman İTAAT  ETTİRMEYE  YÖNELİK  GENEL PRENSİPLER  çıkartabiliriz.
Bu hususta Allah Resulünün (S.A.S.)  ŞU  KARARLILIĞI  .ok dikkat çekicidir. Allah Resulü (S.A.S.) Uhud Savaşı öncesi ashabı ile meşveret eder. Kendi görüşü Medine’de kalıp Müdafaa Harbi yapma istikametindedir. Ancak yapılan istişare neticesi, Medine’nin dışına çıkılarak TAARRUZ  HARBİ yapılmasına KARAR  verilir. Bu KARAR gereği Nebiler Serveri (S.A.S.) Uhud’a gider. Bu noktada Seyyid Kutub’un şu enfes yorumu çok yerindedir. ‘Allah Resulü Uhud’a çıkarken orada 70 kişinin ŞEHİD  verilmesi değil; Medine’de taş taşın üstünde kalmayacağını bilseydi, meşveretin hakkını vermek için yine çıkacaktı.’  Evet, MEŞVERETİN  İslam Devletinde ve İslamî yapıda böyle önemli bir yeri vardır. YIKILAN  MEDİNE  TEKRAR YAPILABİLİR  AMA, teşri (İslamî Prensiplerin konulup yerleştirilmesi)  döneminde İslamın bir rüknü yıkılırsa, onu yeniden inşâ etmek imkânsızdır. Öyleyse, meşveret heyetinde bulunan herkes sahip oldukları güzel fikirleri heyete sunmalı ve o güzel düşüncelerin herkese mâl olmasını sağlamalı ve tabiî aksi (bile olsa) KARARA da MUTLAK  MÂNÂ’da uyulmalıdır.” (Prizmaz-2)
Zeyd bin Harise, Bilal-i Habeşî gibi siyahî bir insandı. Peygamber Efendimiz bu azatlı kölesini, içinde Cafer b. Ebi Talib, Abdullah b. Revaha, Halid b. Velid (R. Anhüm) gibi asîl harp dâhileri ve savaş kahramanları bulunan  ordunun başına kumandan tayin ediyordu ve savaşa gönderiyordu. Bu icraata herkes itaat ediyordu.
Seneler sonra Bizans üzerine gidecek bir ordunun başına da Zeyd b. Harise’nin oğlu Üsame b. Zeyd’i komutan tayin ediyordu. Bu sefer ordunun içinde Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali gibi devâsa zâtlar bulunuyor. Yine Efendimizin (S.A.S.)  bu icraatına herkes itaat ediyordu…
İşte cemaatin kıvamı bu idi. Alına kararlar icraya dökülüyor ve herkes itaat ediyordu. Madem bundan sonra BİZİM  REHBERİMİZ Şûra, Meşveret ve İstişaredir. İcmâ halinde veya çoğunlukla alınan KARARLARA itaat etmemiz ve herkes tarafından da uyulmasını sağlamamız gerekmektedir. 

<< Önceki Haber Meşveretin neticesi Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER