Ölümün öldüremediği güzellikler var mı?

İlahiyatçı-yazar Dr. Ali Demirel, konusunu samanyoluhaber.com okurlarının belirlediği aylık yazı dizilerine devam ediyor. Bu ayın konusu: Hayatın en büyük gerçeği ölüm ve ötesi. Bugün 4. bölümü yayınlıyoruz. Bu bölümde de Demirel okuyucudan gelen soruları cevaplıyor

SHABER3.COM


DR ALİ DEMİREL 

Ölümün öldüremediği güzellikler var mı?

Ölümün peçesi karanlık, siyah ve çirkindir. Dünyaya gelmekle birlikte sürekli olarak insanın arkasında dolaşan ikizidir. Her zaman insanın sevdiklerinden ayıracak acımasız giyotinden darbedir. Güzel ortamlardan ayırıcı, insanın vicdanını cayır cayır yakıcı adeta amansız bir cellât gibidir. Hülyanın kâbus, idealin bir hiç, dünyanın ise her şey ile bomboş olduğunu korku sinyalleri ile gösteren bir ölümdür, ölüm. 

Fakat İlâhi makamdan gelen nimet olan îmânla vicdanı dolmuş bir mümin için asıl sîmâsı nuranîdir, güzeldir, güzel kelimesi onunla güzelliğine kavuşur.
Şurası muazzam bir gerçektir ki ölüm de bir yaratılma ile vücuda gelir. O halde madem bir yaratılmadır. Yaratıcının da yarattığı her şeyi güzel olması, bir kanun olduğuna göre ölümün de güzel olması kaçınılmazdır. Zira güzelden gelen bir icraattır ölüm. 
Nasıl ki bizlerin dünyaya gelmesi elimizde değilse ve o başlı başına dünya dolusu güzelliklerle dolu ise ölüm ile gitmemiz de bizim elimizde olmadığına göre, gelecek ebedî âlemler kadar güzelliklerle dolu olması kaçınılmazdır. O halde bu dünyaya gelmemiz de gitmemizde mutlak anlamda güzeldir. 
Ölümün görünen yüzü, insana, ürkütücü ve düşmandır. Ama bu insandan kaynaklanan bir durumdur. Dünyaya ebedî kalacakmış gibi görene, ölümün can alıcı ve dünyasını yok edici bir hakikat olarak gelmesi kadar doğal bir şey yoktur. 
Fakat ebed isteyen ve ebed için fıtratı tasarlanan şu insan; boğucu ve sürekli can yakıcı dünyadan daha güzel bir diyarı sürekli vicdanen arar ve orayı temaşa eder. Bu beklentinin karşılanması ve gerçekleşmesi ise ancak ecel denen davetiyenin devreye girmesi ile gerçekleşecek olan ölümle mümkündür.
Nasıl ki çekirdekler çürüyerek ve dağılarak filizlenmeye geçiyorlarsa, insanın da ölümle dağılması ve çürümesi de aslında, haşir sabahında filiz vererek hesap günü için diriltileceğini gösterir. O halde madem insan bütün yaptıklarından suale çekilecektir. Dünyadan gitmesi de rast gele bir durum değildir. Tamamen bir hikmet tahtında yapılan, neticesi haşir olacak olan bir icraattır. 
Bu durumda zaten “O, hanginizin daha güzel iş yapacağınızı denemek için ölümü ve hayatı yarattı.” (Mülk, 67/2) âyetinde alenen ifade edilmiştir. Demek en güzel, güzeli görmek, ölümde; hayatımızda kazandığımız kazanımlarımızla ölümde bu güzel görmeyi sağlayabilmektir. Ölümü ve ölümünü güzel gören biri için artık her şey güzellemeye ve güzellenmeye hazır bir resmigeçit sırasında oluverirler. 
Âyette ölümün de hayat gibi bir yaratılmaya muhatap olduğu nazara verilerek, hayatın her yönü ile güzel olduğu gibi ölümünde o güzelliklerle sırlanmış olduğuna işaret vardır. Belki ölüm bâkî güzelliklere geçmek için tek vasıta olduğu için daha da güzel olur ki zaten Allah her şeyi güzel yaratır. 
O halde ölümde de yaratmak olduğuna göre orada da güzelliği görmek gerekir ve güzelliğin olmaması mümkün değildir. Çünkü güzelden ancak güzellik gelir. Yeter ki biz kendimiz şer olmasını tercih etmeyelim.
Fâni hayattan, bâkî hayata geçmek için ölmek gerekiyorsa ve bu hayat, o hayatın yanında bir zerre ile güneş gibi bile olamıyorsa, ona mazhar olmak için ölüme muhatap olmak “güzel” değil, “ebedî güzel” bir tablodur. Yer altına bir tohum atıp yüz binler tohum almak, yüz binler kadar güzelliklerin habercisi değil midir?

Ölürüm ben o ölüme!

Hizmet, kulluk ve meşakkat çekme dünyası olan bu dünyadan, ebedî ama bütün sevdiklerinin olduğu ama hizmetin ve külfetin olmadığı, üstüne üstlük her çeşit arzu ve isteklerin âlâsı ile karşılandığı bir diyara gitmeyi, herkes, en samimi duyguları ile ister. Fakat bu diyara kavuşmak için, ölümle ölmek gerekeceğinden, o ölüme ölünür. Can-ı gönülden güzelce “Ölürüm ben o ölüme!” denir.
Bu dünyanın, sıkıntılı ve kararında olmayan zindanındaki güzelliklere meftun olup da bâkî diyardakilere kavuşmak istememek mümkün olmayacağından, o zevali mümkün olmayan ve sürekli de açılımı söz konusu olan o güzelliklere kavuşmak için “ebedî bir surette, ölümü, öldürmek için ölünür.” Herkes der ki veya demeli ki, “Ben de varım bu ölüme!..”
Kısa bir süre sonra çıkılacak olan ahiret yolculuğunun, bir şehirden başka bir şehre gidilmesi gibi bir seyahat olduğunu, geçici olarak gelinilen şu dünyadan, terhis tezkeresi alan bir askerin sevinci ile baba ocağına koşma sevinci ile yaşanılacağı bir âkibet ne güzel bir âkibettir değil mi? 
Hem meşakkatlerden, zahmetlerden kurtulmanın paydos borusu bu âkibetimizle bizim için çalınacaksa, bu bizim için güzellik şarkılarının armonisi ve mızıkası değil midir? 
Ölümde düşünülen acı ise kişinin tamamen yaşantısı ile ilgilidir. İnsanın yaşam kalitesi ölümünün kalitesini netice verir. Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın davetini acılı ve elemli yapması asla düşünülemez. O halde ruhunu cesedinin emrine verenler için elbette ki bir acı olacaktır. Çünkü onlar ruhlarını değil cesetlerini gaye edinmişlerdir. Ondan ayrılmak da insan elbette ki acı ve keder verecektir. 
Ama ruhunu cesedinin efendisi olarak görenler için ise bu elem asla olmayacaktır. Tıpkı kirada bir evde kalıp da daha sonra yeni almış olduğu kendi evine giderken duyduğu sevinç ve huzur gibidir. Kiralık evden ayrılmanın hüznü elbette ki vardır ama o anda doya doya yaşanması gereken insanın kendi özel evine kavuşmasıdır. 
Hele bir de o mesken cennetle eş değerse dünyanın bütün saltanatı dahi insanın nazarında güneşe karşı kendini kıyaslayan ateş böceği gibi de olamayacaktır.
Ölümde ruhun bedeni terk etmesi vardır. Yani fâni olan, elde durması mümkün olmayan, ihtiyarlamaya mahkûm olan bir bineğin hurdaya ayrılması söz konusudur. O halde hurdayı verip son ve ebediyyen eskimeyecek olan bâki bir vücut nimetine mazhar olmak için ebedî âleme geçip o bineği almaya gitmeyecek kim vardır acaba akıl sahiplerinden?
Hasılı ölüm, dipsiz kuyuda seyahat eden ve ucu görünmeyen bir girdapta yokluğa her an yuvarlanarak giden birinin her anı acı ve elem doluyken onu ebedler sahiline çıkaran tek bineğidir. Bu durumu kimileri bu dünyada iken anlar, kimileri ise “Ah ne olaydı, ben bir toprak olaydım!” (Nebe, 78/40) diyerek anlar.


TWİTTER : @aliihsandemirel

<< Önceki Haber Ölümün öldüremediği güzellikler var mı? Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER