'Oraya kim gitmemiş ki biz kurtulalım'

''İlim irfan yolunda, hayr-ul halef nesillerin yetiştirilmesi için çırpınan on binlerce âileleri darmadağın eden zâlimlerin, münâfıkların zulmü tehir edilir ama, aslâ ihmal edilmez, zulümleri yanlarına kalmaz. Âdil-i mutlak olan Allah (cc), mazlumların hakkını bir gün mutlakâ alır, mazlumun yüzünü güldürür.''

SHABER3.COM

Mehmet Ali Şengül / samanyoluhaber.com

İslâmiyetin en mühim rükünleri erkân-ı imaniyedir. Her şeyimizi gören, bilen, sisteme koyan Allah’a îmandan sonra, insanların hayatlarını müstakim hale getirebilmeleri adına, en önemli esaslardan biri de âhirete îmandır. 
  
Birkaç asırdan bugüne müslümanların kalbinde bu inanç zaâfa uğradığından, vicdanî mutluluğumuz, aile ve toplum huzurumuz da korkunç zarar görmüştür. Bundan dolayı bugün, dünyada husûsiyle âlem-i İslâm’da müthiş bir huzursuzluk hâkimdir.
   
Hayâtı düzene koyma, beşerin huzurunu temin etme, Allah’a îman ve haşre yani, ölüm ötesi hayata inanmaya ve kişinin dünyadaki her hareketinden sorgulanacağı inancına bağlıdır.  Onun için mü’minler, Allah’a hesap verme hassasiyetiyle hayatlarını tanzim eder, bütün davranış ve hareketlerini, büyük küçük, gizli açık, her amellerinin melekler tarafından tesbit edildiğine inanarak hareket ederler.
   
Gençten ihtiyara, kadından erkeğe, âdilden zâlime herkes için, içilen su ve teneffüs edilen hava kadar, Allah’a ve haşre îmana ihtiyaç vardır. İnsanlar bu îman ve inanca sahip olduktan sonra, ‘i’mel mâ şi’te’- istediğini yap- denebilir.
    
Çocuk, bu inançla huzurlu bir hayat bulur. Gençler, çılgınlığını kontrol altına alır. İhtiyarlar, ölümsüz ebedî âleme olan inancıyla, ruhunda kopan fırtınaları dindirebilir. Aileler, bu inançla yuvalarını Cennet’in bir köşesi hâline getirebilirler.
    
İnsanlar, hayatlarını irâdeleri ile yönlendirme mecburiyetinde ve mükellefiyetindedirler. Allah’tan korkan ve hayâtını hesap verme endişesi ile tanzim eden, bu endişeye göre hayatını yönlendirenler, âhiret mutluluğu ve huzurunu elde etmiş olurlar. Rahmet-i Sonsuz Rabbimiz bir kutsi hadiste; “İki emniyeti ve iki korkuyu bir arada vermem” buyurmuşlardır. (Tergib ve Terhib)

Evet, her canlı ölmek üzere dünyâya gelir. Kendi irâdesi dışı, gözünü dünyâya açan, nerde ne zaman öleceği belli olmayan her canlı; bir gün  çok sevdiği, ondan ayrılmak istemediği dünyâya, onun lezzetlerine, istese de istemese de gözünü kapamak zorundadır.
    
Her insan öleceğine inanır. Fakat nedense, ölümü hatırlamak istemez. Ölümden, kefenden korkar. Azrâil‘i (as) duyunca ürperir. Beş altı yaşında olan bir torunum ağlıyordu. Telefonda annesine niçin ağladığını sordum; ‘Ben ölmek istemiyorum’ diye ağladığını söyledi. Ben de onu teselli adına ekranda; ‘Ben de, sen de öleceğiz. Anne, baba, dede, nene de ölecekler. Peygamber Efendimiz Hz.Muhammed (sav) de dünyadan ayrıldı.’ Dedikten sonra şöyle devam ettim:
‘Allah (cc) bizi öyle bir âleme dâvet ediyor ki, orada artık ölüm yok, ayrılık yok, ihtiyarlık yok.. Allah’ın nîmetleri ile süslediği, sevdiklerimizle hep beraber huzur içinde yaşayacağımız Cennet var. Ölüm bizi oraya dâvet ediyor.’ Bunları söyledikten sonra torunumun yüzüne tebessüm geldi. 
     
Evet, kimse ölmek istemiyor. Çünkü Allah insana ölmeme arzusu vermiştir. Mevlây-ı Müteâl, dünyâ sarayında kuluna maddî -mânevî bütün uzuvlar ve duyguların arzularını vermiştir. Dile tatma, göze görme, akla tefekkür ve düşünme, mîdeye iştah ve dünyâ dolusu nîmetler.. Fakat ihtiyarlıktan ve ölümden kurtulmayı yâni, ebedî, ölümsüz yaşama arzusunu âhirete bırakmıştır.
   
Necip Fâzıl merhum; ‘Ölüm güzel olmasaydı, ölür müydü Peygamber’’ demiştir. Şâyet dünyâda ölmeyecek birisi olsaydı, O da, kâinatların yaratılış vesîlesi olan Nebîler Sultânı Efendimiz (sav) olurdu. 
    
Demek ki, kısacık dünyâ hayâtında insan, Allah’ı (cc) tanır, emir ve yasaklarına saygıda kusur etmez ise, ebedî bir hayatta nâmütenâhi  Cennet nimetleriyle mükâfatlandırılmış olur. İnsan; ölümle kabir kapısından girecek, ‘ba’sü ba’del mevt’ ile ebedî âleme gözünü açacaktır. 
   
Evet, ‘Ölüm, insanı hayat ve doğruluğa karşı motive ediyorsa güzeldir.’ İnandığı, hak bildiği yolda, marziyyât-ı ilâhiyi esas maksat yaparak, Resûlüllah’ın (sav) rehberliğinde gece gündüz muhtaç gönüllere hak ve hakîkatı duyurur, memleket ve milletin huzur ve güvenliğini sağlama ve dünyâ barışına katkıda bulunma gayreti içinde çırpınırsa; îman ve Kur’an yolunda koşar, coşar, hizmet verme düşüncesi içinde gece gündüz koşturursa, Allah inâyet buyurur. 
    
İlim irfan yolunda, hayr-ul halef nesillerin yetiştirilmesi için çırpınan on binlerce âileleri darmadağın eden zâlimlerin, münâfıkların zulmü tehir edilir ama, aslâ ihmal edilmez, zulümleri yanlarına kalmaz. Âdil-i mutlak olan Allah (cc), mazlumların hakkını bir gün mutlakâ alır, mazlumun yüzünü güldürür.

Allah ve Resûlüllah ile irtibâtı koparılmış bir İslâm anlayışını, bir mü’min destekleyemez. İslâm kimliğini taşıyan, fakat onu istismar eden yalan ifâdelerle, müslüman kimliğiyle, gerçekten inanmış mü’minlere, Firavunun inananlara yapmış olduğu muâmele gibi zulmedenler; adâleti, hak ve hukuku terk edip, şefkat ve merhameti rafa kaldıran idârecilerin ülkelerinde hiçbir zaman huzur ve mutluluk olmaz. Böyle zâlimleri de Allah (cc) sevmez.

Kur’an ve îman hâdimi bulunan ehl-i îman, gece gündüz hak yolunda ve hizmetinde koştururlar. Ellerini açıp Allah’tan hakta sebat ve o yolda şehitlik talep ederler. Ne var ki, şehitliğe giden bu hizmet yolunda önlerine aşılmaz engeller çıkar. Sarp kayalar, geçilmesi zor deryalarla karşı karşıya gelirler. Allah (cc), kulları arasından, cihad edenlerle, dişini sıkıp sabredenleri ortaya çıkarmayı murat buyurmuş, zîrâ; bunlar olmadan Cennet’e girmenin kolay olmayacağına dâir Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Mûciz-ül Beyân’ında  ehl-i îmanın şu şekilde dikkatini çekmektedir.
    
Allah (cc) Ankebut sûresi, 2 ve 3.âyetlerde; “Müminler sâdece “îman ettik” demeleri sebebiyle kendi hallerine bırakılıvereceklerini, imtihâna tâbî tutulmayacaklarını mı zannettiler?” 
“Biz elbette kendilerinden önce yaşamış olanları denedik. Allah elbette şimdiki müminleri de imtihan edip îman iddiâsında sâdık olanlarla, samîmiyetsiz olanları elbette bilecektir.”
    
Kasas sûresinde de şöyle anlatılmaktadır: “Ama âhiret diyârına gelince; Biz orayı dünyâda büyüklük taslamayanlara, fesatçılık ve bozgunculuk peşinde olmayanlara veririz. Hayırlı âkıbet, günahlardan sakınanlarındır.” (Kasas, 83)

“Kim iyilik yaparsa, âhirette ondan çok daha iyi bir karşılık görür. Kim kötülük işlerse, bilesiniz ki kötülük işleyenler ancak yaptıkları kötülük kadar cezâ görürler.” (Kasas, 84)

“(Habibim) Kur’ânı sana indirip onu okumanı, tebliğ etmeni ve muhtevâsına göre hareket etmeni farz kılan Allah, elbette Seni varılacak yere döndürecektir. De ki: Kimin hidâyet getirdiğini, kimin besbelli sapıklık içinde olduğunu Rabbim pek iyi bilmektedir.” (Kasas, 85)
    
“Allah ile beraber başka hiçbir ilâha yalvarma! Ondan başka ilâh yoktur. O’nun vechi (zâtı) hariç, her şey yok olacaktır. Hüküm O’nundur ve hepiniz O’nun huzûruna götürüleceksiniz.” (Kasas, 88)

“Kıyâmet saati yaklaştı, ay bölündü” (Kamer, 1)
“Ey İnsanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Gerçekten kıyâmet saatinin depremi müthiş bir olaydır.” (Hac, 1)
“Onu göreceğiniz gün... Çocuğunu emziren anne, dehşetten çocuğunu unutup terk eder. Hâmile olan her kadın çocuğunu düşürür. İnsanları sarhoş olmuş görürsün, halbuki gerçekte onlar sarhoş değildirler. Fakat Allah’ın azâbı pek çetindir.” (Hac, 2)
“Ey insanlar! Eğer siz öldükten sonra dirilmekten şüphe ediyorsanız, bilin ki: Biz sizi ilkin topraktan, sonra bir nutfeden, sonra bir yapışkan hücreden, sonra esas unsurlarıyla hilkati tamamlanmış, ama bütün âzâlarıyla henüz tamamlanmamış bir çiğnem et görünümünde bir ceninden yarattık ki, kudretimizi size açıkça gösterelim. Dilediğimizi belli bir süreye kadar ana rahminde durdururuz. Sonra da sizi bir bebek olarak dünyâya çıkarırız. Sonra güç kuvvet kazanıncaya kadar sizi büyütürüz. İçinizden kimi henüz çocukken öldürülür, kimi de hayâtın en düşkün biçimine (ihtiyarlık) götürülür. Öyle ki daha önce bildiği şeyleri bilmez hâle gelir.
Yeri de kupkuru görürsün, ama oraya Biz su indirince çok geçmeden kıpırdanır, kabarır da gözü gönlü açan her güzel çiftten nice nebat bitirir.” (Hac, 5)
“Gün gelecek, gök sahifesini, tıpkı kâtibin yazdığı kağıdı dürüp rulo yapması gibi düreriz. Biz ilkin yaratmaya nasıl başladıysak, diriltmeyi de Biz gerçekleştiririz. Bu, üzerimize aldığımız bir vaaddir. Bunu gerçekleştirecek olan da Biziz.” (Enbiyâ, 104)
“Her canlı ölümü tadacaktır. Siz ey insanlar, çalışmalarınızın ücretini ancak kıyâmet günü tam bir şekilde alacaksınız! O vakit, kim ateşten uzaklaştırılıp Cennete yerleştirilirse, işte o murâdına ermiştir. 
Yoksa bu dünyâ hayâtı, aldatıcı ve geçici bir zevkten başka bir şey değildir.” (Âl-i İmran,185)
“Nerede bulunursanız bulunun: Sağlam, yüksek kulelerde, hatta eflâke ser çeken gökteki yıldız burçlarında bile olsanız, ölüm mutlaka size yetişir.”
Onlara bir iyilik ulaşınca, “Bu, Allah’tandır” derler. Bir fenâlık gelince, “Bu, senin yüzündendir” derler.
De ki: “Hepsi de Allah tarafındandır.” Fakat bu adamlara ne oluyor da, söz anlamaya bir türlü yanaşmıyorlar. (Nisâ,78)
“Kim Allah yolunda hicret ederse dünyada gidecek çok yer, genişlik ve bolluk bulur.
Kim evinden Allah’a ve Resulüne hicret niyetiyle çıkar da yolda ecel gelip kendini yakalarsa, o da mükâfatı haketmiştir ve onu ödüllendirme Allah’a aittir. Allah gafurdur, rahimdir (affı, merhamet ve ihsanı boldur).“ (Nisâ,100)
“Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü zannetme! Bilakis onlar hayatta olup, Rab’lerinin katında yaşarlar, rızıklanırlar.“ (Âl-i İmran, 169)
“Sizden birinize ölüm gelip çatmadan önce, size nasib ettiğimiz imkânlardan Allah yolunda harcayın!
Ölüm gelip çatınca: “Ya Rabbî, az mühlet ver bana, bak nasıl hayırlar yapacağım, tam takvâ ehlinden olacağım!” diyecek olsa da Allah, vâdesi gelen hiçbir kimsenin ecelini ertelemez. Allah yaptığınız her şeyden haberdardır.“  (Münafıkûn, 10-11)
“Gün gelir, Allah hepinizi en büyük toplantı günü olan mahşerde bir araya getirir.  İşte o gün aldanma günüdür.
Kim Allah’a îman eder, makbul ve güzel işler yaparsa, Allah onun fenâlıklarını, günahlarını siler ve içinden ırmaklar akan cennetlere, hem de devamlı kalmak üzere yerleştirir. İşte en büyük başarı, en büyük mutluluk budur.“ (Tegâbün, 9)
“Ve bütün bunlardan sonra, siz ey insanlar, ölürsünüz. 
Sonra büyük duruşma (kıyâmet) günü diriltilirsiniz. (Mü’minun, 15-16)
“Ey insanlar, Rabbinizin buyruklarına kulak verin!
Çünkü sizde işitme ve görmeyi sağlayan kulakları ve gözleri, düşünüp hissetmenizi sağlayan kalbleri yaratan O’dur. 
Şükrünüz ne kadar da az!“ 
“Sizi çoğaltıp dünyâya yayan da O’dur, Muhakkak yine O’nun huzuruna götürüleceksiniz.“ (Mü’minun, 78-79)
“Ey insan! Nedir seni o kerim Rabbin hakkında aldatan? O değil mi seni yaratan, bütün vücut sistemini düzenleyen ve sana dengeli bir hilkat veren.“ (İnfitar, 6-7)
“Gerçekleşeceğinden hiçbir şüphe bulunmayan o kıyâmet gününde, kendilerini bir araya topladığımız ve her şahsa, yaptığının karşılığının tam verilip, asla haksızlığa uğratılmadığı o gün gelince halleri ne olacak?“ (Âl-i İmran, 25)
“De ki: “Ey mülk ve hâkimiyet sâhibi Allah’ım! Sen mülkü dilediğine verir, dilediğinden onu çeker alırsın.“ (Âl-i İmran, 26)
“Dilediğini aziz, dilediğini zelil kılarsın. Her türlü hayır yalnız Senin elindedir.  Sen elbette her şeye kâdirsin.“ (Âl-i İmran, 27)
“Geceyi gündüze katar günü uzatırsın, gündüzü geceye katar geceyi uzatırsın. Ölüden diri, diriden ölü çıkarırsın. Sen dilediğin kimseye sayısız rızıklar verirsin.” (Âl-i İmran, 28)
“De ki: “İçinizdekini gizleseniz de, açıklasanız da mutlaka Allah onu bilir. Bütün göklerde ve yerde olanları da bilir. Allah, her şeye kâdirdir.“ (Âl-i İmran, 29)

Allah’ın tavzif ettiği her peygamber, ruhunun ufkuna yürüdüğü, Allah’ın va‘dettiği Cennetlere kanat açıp uçarak gittiği gibi, dünyâya sığmayan -hâşâ- ilahlık iddiâsında bulunan Firavunlar, Deccallar, Nemrutlar, Ebû Cehiller, Utbe ve Şeybeler de, Cehennem’e dâhil olmak üzere, dünyâya bakan yönüyle bir metrelik kabre girmişler, sesleri ve solukları çıkmamaktadır.

İnsan; ölümden ve Azrâil‘den (as) korkmaktan daha ziyâde, Allah’ın huzuruna îmansız gitmekten endişe edip korkmalı, hayâtını ona göre tanzim etmeye gayret etmelidir. Ölümü ve hesap vermeyi unutmak, unutulmaya neden olduğundan dolayı insan endişe edip titremelidir.

<< Önceki Haber 'Oraya kim gitmemiş ki biz kurtulalım' Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER