'Pişkinliğin böylesini ne gördüm ne duydum'

Özgür Düşünce yazarı Nazlı Ilıcak; yolsuzluklar, askeri vesayet ve Ergenekon'u yazdı

Nazlı Ilıcak'tan çarpıcı tespitler

Bazen şöyle düşünüyorum: Keşke benim de onlar gibi pervasız bir aklım olsaydı. Belki ülkeyi, güllük gülistanlık görür, her türlü zulmü de, tersten baktığım için, meşrulaştırırdım.
Enerji Bakanı Berat Albayrak… AKSaray'ın damadı… Her şeyden önce, kızının kocasını bakan yapmak, akraba kayırmacılığına girer. Demokrasilerde yakışıksız bir tutumdur. Ayıptır; tam bir nepotizm örneğidir.
İşte o Berat Albayrak diyor ki: “Paralel yapı son bin yılın en tehlikeli örgütüdür.”
Brezilya Devlet başkanı Dilma Rousseff'le de bir karşılaştırma yapmış. “Rousseff, eğer Tayyip Erdoğan gibi dik durabilseydi, güçlü bir lider gibi davransaydı, başına bunlar gelmezdi” demiş.
Orada bulunan gazeteciler de bu değerlendirmeyi alkışlıyor. Demek artık, sadece kendi yolsuzluklarımızı değil, başka ülkelerdeki hırsızları da savunma noktasına geldik.
Dilma Rousseff, Petrobras isimli bir devlet kuruluşundan haksız ihale alan işadamları ve onların dağıttığı rüşvetler dolayısıyla suçlanıyor. 21 Brezilyalı milletvekili benzer iddialara muhatap. Yani olay ciddi. 137'e karşı 367 oyla Meclis, Dilma Rousseff hakkında soruşturma açılmasını kabul etti. Şimdi konu Senato'nun önünde.
Senato Rousseff'in yargılanmasına karar verirse, Brezilya Devlet Başkanı istifa etmek zorunda kalacak. Ama bizimkiler, “Dik durmadı, liderlik göstermedi, okkanın altına gitti” diye düşünüyor.
Şu ahlâki çöküşü görüyor musunuz? Rüşveti alacaksın, ihaleye fesat karıştıracaksın, sonra da suçlamaların üzerini örtmek maksadıyla yargı ve polisi darmadağın edecek, hatta kâğıt kırpma makineleriyle, henüz ulaşılamayan delilleri karartmaya çalışacaksın. Ve bunun adı “dik durmak” olacak. Keşke Dilma Rousseff'e müşavirlik yapıp, ona da bir paralel “iç düşman” yaratıverseydiniz.
Pişkinliğin böylesini bin yıllık Türkiye tarihinde ne gördüm, ne de duydum.

*****

ERDOĞAN VE ERGENEKON

Bir zamanlar Ergenekon hakkında Tayyip Erdoğan neler demişti:
*“Silivri'de tiyatro yok. Silivri'de halkın hâkimleri, savcıları milletin adına sanıkları yargılıyor.”
*“Çukurlardan nasıl el bombalarının çıktığını, nasıl bir yeri yok etmek için planların çıktığını çok iyi görüyoruz. Ve bütün bunlarla beraber bu ülkede hepsinin ötesinde binlerce onbinlerce merminin acaba birilerinin evlerinden çıkmasının bir anlamı yok mu? Bunun üzerinde durulmayacak mı? Bunlara seyirci mi kalacağız. Bunları takip edenler, korku imparatorluğunu temsil edecek, bunların avukatlığını yapanlar ise korku imparatorluğunu değil, bu ülkede barışı konuşacak. İtalya'da temiz eller operasyonu olduğu zaman, İtalya'yı Türkiye'ye örnek gösterenler lütfen şu anda da Türkiye'de temiz eller operasyonunu yapanlara saygı duysunlar.”
*“Benim ülkemde bu operasyonu yapana da saygın olsun. Niye ona durmadan vuruyorsunuz. Bırakın bakalım nereye varacak bu işin sonu. Rahat olun. Anadolu'da güzel bir söz var: Abdestinden şüphesi olmayanın, namazından şüphesi olmaz… Mesele bu.”
*“Bakınız ortada son derece vahim, son derece ciddi iddialar var. Anayasamıza, yasalarımıza göre suç teşkil eden ithamlar var. Bu iddiaların peşine düşen, bu iddiaları aydınlatmaya çalışan bir hukuk sistemimiz var. Bırakalım yargı işlesin. Bırakalım hukuk işlesin. Bırakalım ak ile kara ortaya çıksın. Süreci bulandırarak, süreci istismar ederek, hâkimleri, savcıları, yargıyı itham ederek, tehdit ederek hiç kimse bir yere varamaz.”
*“CD'leri dinliyorum şok oluyorum. YAŞ toplantılarında beraber olduğumuz bir arkadaş. Yolculuklarımız olduğu bir arkadaş. Ben tabii bunun sesini CD'den dinleyince, inanın o CD'yi dinlemesem inanmayacağım. Ama CD'yi dinleyince, şoklara giriyorum. Nasıl olur bu diyorum.”
*“Bir korgeneral ayağa kalkmaz mı? Kalmadığı anda da bedelini öder o ayrı mesele. Zaten bedelini de ödedi.”
***
Yalçın Akdoğan: “Ergenekon davası, Cumhuriyet tarihinin en büyük hukuki hesaplaşmasının adıdır. Bu dava, 27 Mayıs'tan, 12 Mart'tan, 12 Eylül'den, 28 Şubat'tan, 27 Nisan'dan süzülüp gelen bir müdahale ruhundan hesap sorulmasıdır.”

***

17-25 Aralık'tan sonra, bugün gelinen nokta: “Orduya kumpas kuruldu. Bizi de aldatmışlar.”
Doğu Perinçek: “Tayyip Erdoğan'lar bizim yanımıza geldi. Biz onların yanına gitmedik.”
Evet durum bu: Darbecilerle hırsızlar el ele… Uçurumun başındayız. Bakalım, bu pervasızlık bizi nerelere sürükleyecek.

*****

ASKERİ VESAYET NASIL GERİLETİLDİ?

Balyoz ve Ergenekon davalarının delilleri, sadece mahkemeye sunulanlardan ibaret değildi. Askeri vesayetin emarelerine her gün, uygulamada da şahit oluyorduk. Maksat, irtica korkusunu yaygınlaştırarak, AK Parti iktidarının meşruiyet zeminini zedelemek ve 28 Şubat'a benzer bir sonucu elde etmekti.
Kıbrıs'ta Annan referandumu yapılacakken, Denktaş'ın askerler tarafından aleyhte tavır alması için ikna edilmesi; Danıştay cinayeti ve bu hadiseyi irtica odaklarına yükleme gayretleri; Ahmet Necdet Sezer'in Çankaya resepsiyonuna eşi başörtülü AK Partili milletvekillerini davet etmemesi; Bülent Arınç, Münevver Hanım'la birlikte Sezer'i yolcu etti diye medyanın kıyamet koparması, Arınç çiftini ağır bir dille kınaması; Cumhurbaşkanlığı seçiminde komutanların ileri geri konuşması, o seçim öncesinde Yargıtay Başsavcısı Sabih Kanadoğlu'nun öngördüğü 367 şartının getirilmesi, ANAP ve DYP milletvekillerinin, toplantı yeter sayısına ulaşılamasın diye, oylamaya katılmalarının engellenmesi; Yaşar Büyükanıt'ın yayınladığı e-muhtıra; Hayrünissa Gül'ün elini sıkmayan komutan; Atatürkçü Düşünce Derneği destekli Cumhuriyet mitingleri; üniversiteleri YÖK esaretinden kurtaracak düzenlemelere rektörlerin karşı çıkması ve Şener Eruygur'la gizli toplantılar yapması; “Cumhuriyetimiz tehlikede. Farkında mısınız?” reklamları; üniversitede başörtüsünü serbest bırakan anayasa düzenlemesinin Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmesi; İmam Hatiplilerin katsayı engelini aşmasına imkân verecek idari kararların sürekli Danıştay tarafından geri püskürtülmesi; şehit cenazelerinde hükümetin organize protestolara muhatap olması; AK Parti'ye kapatma davası; Abdullah Gül'ün, 29 Ekim resepsiyonlarını, eşinin başörtüsü askerleri rencide edecek endişesiyle öğlen vakti ve eşsiz yapması; Meclis Başkanı Bülent Arınç'ın düzenlediği 23 Nisan resepsiyonlarını, CHP ve askerlerin Münevver Hanım'ın başörtüsü yüzünden boykot etmesi; halk egemenliğini vurgulamak maksadıyla oluşturulan Türkiye Öğrenci Meclisi'nde bir İmam Hatiplinin konuşmasını, gazetelerin, laikliğe aykırı bir davranış gibi görmesi ve Arınç'a “yobazlık” ithamlarında bulunmaları…
Türkiye'de daha neler neler yaşandı. Peki bütün bunlar kendiliğinden mi sona erdi? Bir gün yattık kalktık, bir de gördük ki askerler cici çocuklar haline gelmiş. “Artık siyasete müdahale etmeyeceğiz, kara propaganda siteleri oluşturmayacağız, başörtüsü takıntısını bir kenara bırakacağız, siyasi iradenin arkasında yer alacağız, tayin ve terfilerde Başbakan'a istifa tehdidi savurmayacağız, Milli Güvenlik Kurulu'nda onları söz ve davranışlarımızla terletmeyeceğiz” mi demişler? Yoksa, “Komplolar meydana çıkıyor, yargı da yakamıza yapışıyor. İyisi mi, meşruiyet çizgisinde kalalım” diye bu davalar sayesinde mi demokrasi ayarlarına dönmüşler?
Buyurun kararı siz verin…

<< Önceki Haber 'Pişkinliğin böylesini ne gördüm ne duydum' Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER