Erdoğan: Kılıçdaroğlu sen Baasçısın!

Başbakan Erdoğan, "1926-1950 arasında 513 cami satılıyor. 327 cami arsası ki bunların çoğu üzerinde cami var, bunlar da satılıyor. 1070 mescit satılıyor" dedi ve o döneme ait 9 belge açıkladı.

Erdoğan: Kılıçdaroğlu sen Baasçısın!

Grup toplantısındaki konuşmasına "darbelerin hiç bir şekilde meşru gösterilemeyeceğini" belirterek başlayan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü: "Bir hususu özellikle vurgulamak istiyorum; TBMM'nin iradesine kasteden hiçbir girişim, gerekçesi ne olursa olsun, bakın altını çiziyorum, gerekçesi her ne olursa olsun, meşru değildir. Bu yöndeki her girişim hem istiklalimize hem istikbalimize yönelik açık bir saldırıdır. 27 Mayıs'ı, 12 Mart'ı, 12 Eylül'ü ve 28 Şubat'ı meşru gibi göstermek, gerekli gibi göstermek, darbecileri değil, dönemin siyasetçilerini suçlamak hiç ama hiç tartışmasız o yapılan darbelere ortaklık etmektir. Siyasetçinin elbette hatası olabilir, yanlışı olabilir ama siyasetçinin hesap vereceği mercii TBMM'dir ve bizzat aziz milletin ta kendisidir. Kendisini milletin ve TBMM'nin yerine koyarak hiç kimse gayri meşru ve hukuk dışı yöntemlerle siyasetçiyi hesaba çekemez, cezalandıramaz." Erdoğan, "Burada bir zihniyeti bugün bu konuşmamda işleyeceğim. Ama zihniyet olarak işliyorum" vurgusunu yaptıktan sonra şöyle konuştu: "CHP, 27 Mayıs'ın öncesinde müdahaleye su taşımış, 27 Mayıs'ın hemen ertesinde de müdahaleye alkış tutmuş, hata silahlı güçlere 'emrinizdeyim' diyerek, müdahale karşısında el pençe divan durmuştur. CHP bugün dahi 27 Mayıs darbesinin meşru ve gerekli olduğunu savunarak, 27 Mayıs'ın ilerici bir darbe olduğunu savunarak, 27 Mayıs sürecindeki gaflet ve delaletinden bir adım dahi ileriye gidemediğini zaman zaman göstermektedir. 12 Eylül müdahalesinden zarar gördüğü için, bu müdahaleyi eleştiriyormuş gibi yapan CHP, maalesef 27 Mayıs'ta da 28 Şubat'ta da cesaretle yüzleşme vakarını gösterememiştir. Şu son dönemde gerek 12 Eylül, gerek 28 Şubat'la ilgili olarak CHP birbiriyle çelişen açıklamalar yapıyor. Çok ciddi biçimde bir akıl tutulması yaşıyor. Doğrudan darbeleri eleştiremeyen, doğrudan müdahaleye karşı olduğunu söyleyemeyen CHP, konuyu farklı yerlere çekerek, adeta minderden kaçıyor. 'Darbelere karşıyım ama...' diye başlayan her ifade, doğrudan doğruya darbeleri meşrulaştırmaktır ve hastalıklı bir ruh halinden başka bir şey değildir. İşte 28 Şubat tartışmalarını görüyoruz; çıkıyorlar televizyonlarda, gazetelerde, basın toplantılarında; 'ama o günkü hükümet de çok hata yaptı' diyerek, meselenin özünü konuşmak yerine meseleyi meşrulaştırmaya çalışıyorlar." "Siyasetçiler ne hata yaparsa yapsın darbe gerekçesi olamaz" Başbakan Erdoğan, siyasetçilerin hataları olsa bile bunların birer darbe gerekçesi olarak gösterilemeyeceğini vurgulayarak, ''Tekrar ediyorum; siyasiler hangi hatayı yaparlarsa yapsınlar, bu bir darbenin gerekçesi değildir ve olamaz. Darbeyi, darbe yapanları değil, siyasetçileri konuşmak, doğrudan doğruya darbe zihniyetinin bir yansımasıdır. 28 Şubat'la ilgili yargı sürecinin başlamasının hemen ardından 'intikam' kelimesini telaffuz etmek, CHP'nin genlerine işlemiş darbeseverliğin tezahüründen başka bir şey değildir. İntikam kavramıyla kırdığı potu, düzeltmeye çalışan CHP Genel Başkanı, şu an itibariyle bile CHP'nin her türlü müdahalenin karşısında olacağı yönünde samimi bir duruş sergileyememiştir" şeklinde konuştu. Kılıçdaroğlu'nun geçtiğimiz haftaki grup toplantısında Ömer Seyfettin'in Pembe İncili Kaftan hikayesinden bahsettiğini hatırlatan Erdoğan konuşmasını şöyle sürdürdü: "Sayın Kılıçdaroğlu bu hikayeyi okumuş mu okumamış mı bilmiyorum. Birilerinin ona bu hikayeyi özetleyerek anlatmasında fayda var. Biz bu hikayeyi, bu milletin yüzyıllardır arzuladığı, istediği hayalin özellikle kurulması ve böyle bir dış politikanın anlatılması olarak gördük. AK Parti'nin dokuz buçuk yıl boyunca dış politikada ortaya koyduğu tavır, işte o Pembe İncili Kaftan'da ortaya konulan, ecnebilerin karşısında el pençe divan duran liderlerin olduğu bir Türkiye Cumhuriyeti değil... Yani Şah İsmail'in önüne, sağında solunda oturacak bir yer olmadığın görünce, büyükelçinin kendi o pembe incili kaftanını serip onun üzerinde oturmaya yeltenmesi, çıkarken de o kaftanı oradan almadan çıkması ve arkasından da kaftanını getirdiklerinde, 'Osmanlı'nın elçileri yere serdikleri kaftanı omuzlarına giymezler' diyecek kadar asaletli olan elçilerdir. İşte AK Parti dış politikada hayali gerçeğe dönüştürmüştür. Bu milletin özlemleri, bu milletin hayalleri doğrultusunda her platformda, her mesele karşısında dik durmuş, bu milletin, bu bayrağın, bu asil toprakların şerefini sarsılmadan savunmuştur. Sadece ülke içinde değil, tüm dünyada, özellikle de mağdur ve mazlum halklar nezdinde Türkiye Osmanlı'nın ahfadı olduğunu her zemin ve fırsatta göstermiştir. AK Parti'nin dış politika vizyonu ile CHP'nin dış politika vizyonunun kıyası bile kabil değildir. Bize Pembe İncili Kaftan'ı okumamızı tavsiye edenler, Yunanistan basınında nasıl alay konusu olduklarını unuttular. Sayın Kılıçdaroğlu, iktidara geldiğinde Yunanistan ekonomisini de kurtaracaklarını ifade etmişti. Niye gülüyorsunuz? Kurtarabilir. Yunanistan'ın en büyük gazetesi de 'Dayan Yorgo, Kılıçdaroğlu geliyor' diye haber yapmış, dalgasını geçmişti. Bir Amerikalı yazarın kuyruğuna takılıp, Sayın Kılıçdaroğlu, İsrail'de basın ve düşünce hürriyeti olduğunu savunmuştu. Şimdi buyursun Sayın Kılıçdaroğlu, İsrail'in Alman yazar Günter Grass'a koyduğu ülkeye giriş yasağını izah etsin bakalım. Hani dış politikayı İsrail'in kirli çamaşırlarını yıkamak olarak görüyor ya buyursun İsrail'in bu tavrını da temize çıkarsın. Alman yazar Günter Grass, sadece İsrail'in nükleer silahlarını eleştiren bir şiir yazdığı için İsrail'e girişi yasaklandı. Tablo bu. Hem o Amerikalı yazarın hem onun yol arkadaşı Kılıçdaroğlu'nun İsrail'in bir yazara koyduğu bu yasağı nasıl savunacaklarını açıkçası merak ediyoruz." "Sayın Kılıçdaroğlu sen Baasçı'sın" diyen Erdoğan, kendi ülkesini, kendi ülkesinin ekonomisini kötüleyen birinin kendilerine "Pembe İncili Kaftan"dan söz edemeyeceğini ifade etti. Erdoğan, "Sayın Kılıçdaroğlu bize, bizim en iyi bildiğimizi tavsiye etmekten vazgeçsin, gitsin, önce kendisi, Ömer Seyfettin'in 'Diyet' adlı hikayesini bir okuyuversin. O hikayeyi okursa, Sayın Kılıçdaroğlu orada bizzat kendisini görecektir. Sayın Kılıçdaroğlu, o hikayede, diyetini ödemeyen bir insanın, özgür olamayacağını görecektir" diye konuştu. Erdoğan, geçmişiyle yüzleşmediği sürece, geçmişin diyetini ödemediği sürece, CHP Genel Başkanlığı koltuğuna oturmasını isteyenlere diyet borcunu ödemediği sürece, Kemal Kılıçdaroğlu'nun darbelere karşı çıkamayacağını, darbelerle hesaplaşamayacağını söyledi. "Sayın Kılıçdaroğlu en başta şunu görmeli, şunu anlamalıdır: Aynı anda hem Ergenekon'un avukatı, hem de darbe karşıtı olunmaz" diyen Erdoğan, şöyle konuştu: "(AK Parti'yi 28 Şubat üretti) diyerek, güya 28 Şubat'ın üstünü örtecek, soruşturmayı sulandıracaklar. Sene 97, AK Parti nerede? Yok. AK Parti 2001'de kuruldu. AK Parti'yi bu millet üretmiştir. Nerede, Afyon'da. Biz oradan yola çıktık. Peki sizi o genel başkanlık koltuğuna kim oturttu? Kaset komplolarının ardından sizi oraya kim getirdi, siz önce bununla yüzleşin. Bir taraftan Genel Başkanı'nı ziyarete gidiyorsun, 'ben aday değilim' diyorsun çıkınca, ertesi sabah daha 24 saat geçmeden adaylığını açıklıyorsun. Bu millet ne söylediğinize değil, ondan önce ne yaptığınıza bakar. Ben tabii merak ediyorum, bu CHP nereye gidiyor diye. CHP'ye gönül veren kardeşlerim buna dikkat etsinler, CHP nereye gidiyor, bu soruyu sorsunlar. 28 Şubat'a selam duracaksınız, 27 Nisan'a selam duracaksınız, 27 Mayıs darbesinden övgüyle bahsedeceksiniz, sonra da çıkıp, 'AK Parti'yi 28 Şubat üretti' diyeceksiniz. Bu ülkede darbelerin küvezinde sadece CHP yetişmiştir, üremiştir. CHP;den başka hiç kimse darbelerden nemalanmamıştır. Kusura bakmayın, hiç kimseyi inandıramazsınız. Daha ilk günden, 28 Şubat soruşturmasının başladığı anda intikam kelimesini telaffuz edenler, milyon kere de darbe karşıtıyım deseler de samimiyetlerine kimseyi ikna edemezler. Burada tekrar ediyorum; Biz, intikam duygusu içinde asla değiliz. Süreç, hukuki bir süreçtir; Hukukun gayesi de intikam almak değil, adaleti tesis etmektir. Ucu her nereye varıyorsa, kime ulaşıyorsa, sorumluların ortaya çıkarılması ve yargılanması için biz üzerimize düşeni yaparız ve yapmaya da devam edeceğiz. Niye, çünkü halkımıza gittik. 12 Eylül'de halkımız bize yüzde 58 ile bu görevi verdi, 'Bu işi çözün, halledin' dedi." ''Karanlık geçmişinizi meşrulaştırmaya kalkarsanız...' Bugünlerde, geçmişiyle yüzleşemeyenlerin, geçmişiyle yüzleşme cesareti bulamayanların, çok ciddi ölçüde seviye kaybettiklerini gördüklerini kaydeden Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü: "Geçmişiyle yüzleşme cesaretini gösteremeyenler, en azından geçmişleriyle ilgili tartışmalarda susma erdemini gösterirler. Ama yüzsüzlük, pişkinlik, maalesef bu kişilere susma erdemini gösterme fırsatını vermiyor. Tek parti CHP döneminin zulmünü bu millet iliklerine kadar yaşamıştır. Tek Parti döneminin zulmü, sadece sözlü hatıralarda değil, yazılı belgelerde de mevcuttur. O dönemde, kitapların nasıl yasaklandığını, toplatıldığını, yakıldığını, evlerin basılıp Kuran-ı Kerimler'in, dini kitapların, hatta Osmanlıca eserlerin alındığını bu millet çok iyi hatırlıyor. Kuran öğretiminin mağaralarda, kümeslerde, harabelerde yapılmak zorunda bırakıldığını bu millet hüzünle ve çok iyi hatırlıyor. Camilerin nasıl kapatıldığını, nasıl satıldığını,., ezanın nasıl susturulduğunu, gazetelerin, dergilerin yasaklandığını, sakala, bıyığa, kılık kıyafete nasıl müdahale edildiğini milletimiz çok ama çok iyi hatırlıyor. İki tane kitaptan yola çıkarak, 1940'larda yüzlerce kitabın yasaklanmasını meşru göstermeye çalışmak yüzsüzlüğün ta kendisidir. Karanlık geçmişinizle gurur duyabilirsiniz, buna bir şey demeyiz. Karanlık geçmişiniz hakkında, tıpkı Dersim konusunda olduğu gibi susabilirsiniz, buna da bir şey demeyiz. Ama, zulüm ve baskıyla dolu karanlık geçmişinizi meşrulaştırmaya kalkarsanız, orada biz de belgelerle size gereken cevabı veririz." ''Kılıçdaroğlu'nun yol arkadaşlığı yaptığı zat, eski Cumhurbaşkanı...'' Erdoğan, tarihin, ''çok enteresan tevafuklarla dolu solduğunu'' belirterek, kendilerinin CHP döneminde camilerin satıldığını, kapatıldığını, ahıra çevrildiğini söylediklerinde Kemal Kılıçdaroğlu'nun buna şiddetle itiraz ettiğini söyledi. ''Ben bu zatın kılavuzunun kim olduğunu bilmiyorum'' diyen Erdoğan, sözlerine şöyle devam etti: ''Bize itiraz etmekle kalmadı, değerli bir ilim adamı ve makamı saygın olan Diyanet İşleri Başkanımıza da nezaketi aşan ifadelerle, son derece münasebetsiz bir üslupla, edep dışı bir uslupla dil uzattı. Şimdi, burayı, Sayın Kılıçdaroğlu'nun özellikle dinlemesini, bilmediği, bilmeden konuştuğu tarihini öğrenmesini tavsiye ediyorum. Şu anda Sayın Kılıçdaroğlu'nun yol arkadaşlığı yaptığı bir zat var. Eski Başbakanlardan, eski Cumhurbaşkanı. Biliyorsunuz, bu zat, şapkasını kaptırmaz, şapkasını alır gider ama 12 Haziran seçimlerinde Kılıçdaroğlu ile al takke ver külah yapmaktan kaçınmadı. Şimdi, Kılıçdaroğlu'nun savunduğu, sahip çıktığı, yol arkadaşlığı yaptığı, 28 Şubat'ın özenle dışında tutulmasını istediği bu zat, 1966 yılında Başbakan iken, CHP'nin camileri kapattığını ifade ediyor. İsmet İnönü, Başbakan'ın bu ifadesi karşısında çıkıyor, 12 Ekim 1966'da, bakın çok enteresan, bugün Kemal Kılıçdaroğlu'nun takındığı tavrın aynısını takınıyor. İnönü, aynen şu ifadeleri kullanıyor: ''Acaba Cumhuriyet'in hangi devrinde camiler kapalı ve ibadet yasak olmuştur? Hiçbir zaman olmamıştır' diyor. Yani bugün Kılıçdaroğlu ne diyorsa, o gün de İsmet İnönü aynısını söylüyor. Demek ki dersi oradan almış, aynı ifadeyi kullanıyor. Bütün CHP'lilerin tavrı budur; 'ibadeti mi yapamadınız, ne oldu ezan mı sustu, namaz mı kılamadınız.' Müslüman'ın görevinin sadece bu çerçeve içinde kısıtlı olduğunu bilecek kadar onlar cahil. Ya Sayın Kılıçdaroğlu, bizden dinlemene gerek yok, sen o yol arkadaşına git, eğer, 'dün dündür, bugün bugündür' demezse, sana CHP zulmünü, kapanan camileri o yol arkadaşın gayet tafsilatlı biçimde anlatacaktır. Ama yeter ki 'dün dündür bugün bugündür' demesin.'' ''Sayın Kılıçdaroğlu, bunları iyi öğren'' İnönü'nün bu açıklamasının ardından, 19 Ekim 1966'da, Yeni İstiklal Gazetesi'nin, ''İnönü'nün yalanlarına karşı vatandaşı ispata çağırıyoruz'' diye bir kampanya başlattığını ifade eden Erdoğan, O tarihten itibaren, gazeteye adeta mektup yağdığını söyledi. Mektuplardan bir kaçından alıntı yapan Erdoğan, şunları kaydetti: ''Bakın burada sizlere birkaç alıntı yapmak istiyorum… Bir Müslüman değil, bir Hristiyan vatandaş, bir Ermeni vatandaş, aynen şu mektubu yazıyor: 'muhterem Yeni İstiklal Gazetesi, İstanbul. İnönü'nün yalanlarına karşı yaptığınız ispat çağrısına Diyarbakır'dan haykırarak cevap yazmayı, uyruğu bulunduğum Türkiye'ye karşı vazife bilerek sesleniyorum. Ben gerçi bir Hristiyanım. Ama, bütün dinlerin düşmanı olan ve nihayet ortanın solunda olduğunu ağzıyla da ispatlayan bu zatın faaliyetini arz edeyim: Müslümanların Kurşunlu Camii veya Fatihpaşa Camii dedikleri ibadethane, 1941-1942 yılında depo yapılıp kapatılmıştı. İçerisine pek az miktarda ve hurda bir vaziyette kütüklük, kama, hançer, at eğeri vesaire gibi döküntü konmuştu. Avlusunda 8-10 adet hurda at arabası takoza alınmış ve önüne nöbetçi dikilmişti. Bu meyanda, bizim Latin Kilisesi'ne de güya bu camideki mühimmatı koruması bahanesiyle bir manga asker yerleştirilmiş, dini ibadethanemizin içini, af edersiniz, ibadethane tuvalet olarak kullanıyorlardı.' Evet. Bu satırları, Diyarbakır'dan bir Ermeni vatandaş yazıyor. Sayın Kılıçdaroğlu bak bunları iyi öğren. Çorum'dan, Muğla'dan, Malatya, Ankara, Kayseri, Karaman'dan, Türkiye'nin tüm illerinden, tüm ilçelerinden gazeteye mektup yağıyor. Muğla'dan bir vatandaş, şunları yazıyor: 'Muğla'da 6 cami depo yapılmış, caminin dolapları tuvalet haline getirilmiş, kadın oynatılıp şarap içilmiştir. Bütün bu yürekler acısı hareketlere mani olmak maksadıyla mücadelede bulunan zamanın müftüsü Münir Özsay, Vali Recai Güreli tarafından görevinden azledilmiştir.' Kahramanmaraş'tan Mehmet Karaca şunları yazıyor; '1945 senesinde Maraş Türkoğlu Cumhuriyet Mahallesi'ndeki Ulu Cami kapatılmıştır. Caminin açık kalan kapısından giren hayvanlar, burasını bir ahır haline getirmişlerdir. Aynı şekilde, 1947 senesinde Şekerli ve Hatuniye camileri de kapatılmıştır. Şekerli Camisi Ambar, Hatuniye Camisi de karakol olarak kullanılmıştır.'' AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 1926-1950 yılları arasında CHP dönemine ait, camilerle ilgili 9 belgeyi açıkladı. Erdoğan, 1926-1950 arasında 513 cami, çoğunun üzerinde cami olan 327 arsa, bin 70 mescitin satıldığını belirterek, ''Bunlarla birlikte, kilise, manastır, türbe, mezarlık, imaret, darüşşifa ve benzeri çok sayıda tarihi eserin satışı yapılıyor. Toplamda 3 bin 411 adet hayrat vakıf taşınmazının satışı gerçekleştiriliyor'' dedi. Erdoğan, Balıkesir'den, Çavuş lakaplı M. Altınöz'ün Yeni İstiklal Gazetesi'ne, çok manidar olan bir mektup gönderdiğini söyledi. Erdoğan'ın okuduğu mektup şöyle: ''Sayın muhalefet lideri İnönü son konuşmalarında, 'Cumhuriyet Hükümetleri döneminde hiç bir cami ve mescit kapatılmamış, ibadete açık tutulmuştur' diye milletin gözünün içine baka baka, utanmadan ve sıkılmadan bu yaştan sonra yalan söyleyerek ve hakikatleri tahrif ederek milleti yanıltmak istemektedir.' Balıkesir vilayetinde, Zağanos Camii müstesna, bütün camiler kapatılmış, içlerine ot, saman, hayvan semeri, postal, askeri malzeme depo edilmiştir. Bu millet bir daha, CHP'yi her ne pahasına olursa olsun tekrar başına geçirip; eski aç, sefil ve perişan günlerine dönmek niyetinde değildir. Devirler değişti paşam, kafalar değişti. Paşam, arayıp arayıp bulamadığın saf ve aptal köylü kalmadı, hepsi gözünü dört açtı, seni de senin devrini de gördü ve bugünün kıymetini daha iyi anlıyor. Senin zamanında çarık alamayan köylü, şimdi ayakkabı giyiyor. Senin zamanında çul, çuval, yamalı, yırtık pırtık gezen köylü bugün ekstra kumaş giyiyor. Bizi artık rahat bırak, şimdi kazandığımız hürriyeti bize çok görme paşam. Allah'tan size insaf ve merhamet, millete de sabru celadet ihsan eylemesini dua ederim çok muhterem paşam.'' Erdoğan, camilerin kapatılması, müzeye, depoya çevrilmesi, metruk halde bırakılarak ahırlara dönüşmesi ve bu değişim ile dönüşümün 19 Kasım 1935'te çıkarılan bir yasayla başladığını ifade ederek, elindeki 9 belgeyi açıkladı: ''Belge 1: Camilerin satışını mümkün hale getiren yasa–Resmi Gazete. Çıkarılan kanunda şu ifade var: -Sayın Kılıçdaroğlu belge konuşuyor- Tasnif harici cami ve mescitler ulusal mevzuata göre kendilerinden başkaca istifade edilmek üzere kapatılır. Bu kanunun çıkmasının ardından, Türkiye'nin hemen her vilayetinde, her kasabasında, camiler kapatılmaya başlanıyor. Bakın, nerede ne kadar caminin kapatıldığı, satıldığı, farklı amaçlar için kullanıldığını gösteren bir cetvel var. Belge 2: Cetvel. 1926-1950 arasında 513 cami satılıyor. 327 cami arsası ki bunların da çoğunun üzerinde cami var, bunlar da satılıyor. Bin 70 mescit satılıyor. Bunlarla birlikte, kilise, manastır, türbe, mezarlık, imaret, darüşşifa ve benzeri çok sayıda tarihi eserin satışı yapılıyor. Toplamda 3 bin 411 adet hayrat vakıf taşınmazının satışı gerçekleştiriliyor. Bunların tamamının belgeleri, delilleri de elimizde. Ben burada, Sayın Kılıçdaroğlu'na bu yüzlerce sayfalık belgeden sadece bir kaçını gösteriyorum. Belge 3: Bakanlar Kurulu kararı. Sivas'taki Ulu Caminin, bakım ve onarım giderleri devlet bütçesinden ödenmek şartıyla, devlet müzesi yapılmak üzere Milli Eğitim Bakanlığı'na tahsisi; adı geçen bakanlığın isteği üzerine Bakanlar Kurulunca 9 Mart 1948 tarihinde kararlaştırılmıştır. İmza, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü.'' ''Kılavuzunu değiştir'' Başbakan Erdoğan, elindeki dosyayı göstererek, ''Bu dosya içinde, camilerin amaçları dışında kullanmak üzere satışına karar veren çok sayıda Bakanlar Kurulu kararı var. Belge, ben bunlarla konuşuyorum. Sayın Kılıçdaroğlu, sen neyle konuşuyorsun, kılavuzu değiştir kılavuzu. Bu yanlış kılavuzlarla akıbetin iyi değil. CHP'ye gönül veren kardeşlerime de sesleniyorum: İnanıyorum ki sizin mayanız sağlam ama önünüzdeki genel başkan sıkıntılı'' dedi. Satılan camilerin müze, müze deposu, kışla, askeriye deposu, Toprak Mahsulleri Ofisi ve Ziraat Bankası tarafından hububat deposu olarak kullanıldığını belirten Erdoğan, yatakhane, ahır, hatta eğlence merkezine dönüştürülen çok sayıda cami bulunduğunu kaydetti. Erdoğan, ''Çok enteresan. Camilerin satış ilanı verilirken, Cami değil ne diyorlar biliyor musun, millet uyanmasın diye, harap ve vakıf bina denilmesi için talimat veriyorlar'' dedi. Başbakan Erdoğan, şunları kaydetti: ''Belge 4: Vakıflar Umum Müdürlüğü'nden Tekirdağ Valiliği'ne. Satılmasına vekiller heyetince -yani Bakanlar Kurulunca- karar verilip tebliğ edilmiş ve edilecek olan cami ve mescitlerin satış ilanlarının mevkii, mahalle ve sokak ve vakfı adı tasrih edilmek sureti ile harap vakıf bina şeklinde neşrettirilmesi, cami, mescit yeri denilmemesi saygı ile rica olunur. Görüyorsunuz, bunlar millet uyanmasın diye yapılıyor. Çünkü millet uyansa CHP'nin akıbeti tehlikeli olacak. 17 Ocak 1938. Belge 5: Vakıflar Genel Müdürlüğü, Başbakanlığa önemli ve acele notuyla bir yazı gönderiyor. Yazıda aynen şu ifadeler var: Tarihi ve mimari bakımdan çok değerli olan Üsküdar'da Atik Valide Camii ve müştemilatından Atik Valide Tekkesi ile Çinili'deki Efgan Tekkesi, Milli Müdafa Mükellefiyeti Kanunu hilafına, vakıflar müdürlüğüne haber verilmeksizin işgal edilmiş ve yapılan teşebbüs sonunda yalnız Efgan Tekkesi'nin havuzlu odası boşaltılarak içinde hayvan bağlı bulunan Atik Valide Tekkesi odalarının işgaline devam edilmekte bulunmuştur. Bu eserler ve Efgan Tekkesi'nin havuzu emsalsiz ince ve kıymetli yadigarlardır. Bunca tebligata karşı vuku bulan bu gibi tecavüzler şüphesiz ki layıksız ve acıklıdır. Üsküdar'da bir kaç hayvan alacak kiralık bina bulmak zor bir şey değildir. Cumhuriyet tarihinde yanıklı iz bırakacak olan bu gibi hallere son verilmesinin icabedenlere tebliğine müsaade buyrulmasını önemle arz ve rica ederim. Vakıflar Umum Müdürü. Evet. İşte, buna benzer çok sayıda hadise, bu yazıda da ifade edildiği gibi, Cumhuriyet idaresi tarihinde maalesef yanıklı iz bırakmıştır. Bir başka Belge: Karacabey Kasabasından bir vatandaş, Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne dilekçe yazıyor. Vakıflar Genel Müdürlüğü de bu dilekçeyi Başbakanlığa gönderiyor. Tarih, 27 Eylül 1941. Karacabey Kasabası halkından Behçet Öner tarafından gönderilen tel yazıda, kazada mevcut camilerin tamamen ciheti askeriyece işgal edildiğinden bahisle, ramazanda cemaatle namaz kılınmak üzere cemaati çok olan Ulu Camii'nin tahliyesi istirham edilmektedir. Evet. Karacabey'de Ramazan'da namaz kılacak yer kalmıyor ve vatandaş, bir tane olsun caminin tahliye edilmesini istiyor. Ona da müsaade etmiyorlar. İkinci Dünya Savaşı'nı bahane edip, camileri askeri amaçlarla kullanan dönemin Hükümeti, camilere gereken hürmeti göstermediği gibi, buraları tahrip ederek tarihi eserlere de çok ciddi şekillerde zarar veriyor.'' ''Kılıçdaroğlu'nun bundan haberi yok'' Başbakan Erdoğan, 7. belgeyi de şöyle açıkladı: ''Belge 7: Gaziantep'teki Selim Efendi Camii, ne olmuş biliyor musunuz? Ama Kılıçdaroğlu'nun bundan haberi yok. Cumhuriyet Halk Partisi'ne satılmış. Çok manidar. CHP burayı teşkilat binası olarak kullanıyor. Buyurun belge burada. Belge 8: Edremit'teki Yıldırım Camii, üzerine halkevi yapılmak üzere CHP'ye satılıyor. 300 lira bedel mukabilinde CHP'ye satılıyor. Ama Sayın Kılıçdaroğlu'nun bunlardan haberi yoktur. Çünkü kılavuzları başka şeylerle uğraşıyor. Kendisi, 'geceleri dikkatli geçirin' diyor ama geçirmiyorlar. Belge 9: Osmangazi İlçesi, Tophane Mahallesindeki cami, bando ve muhafız birliğine teslim ediliyor. O döneme ait, yüzlerce gazete kupüründen biri: 20 Nisan 1936. Gazetenin adını da vereceğim, Cumhuriyet Gazetesi. Nasıl? 'Bu ne insafsızlık. Seferihisar'da tarihi bir cami ahır yapılmış.' Bu dosya içinde, tek parti döneminde camilerin satışına, depo olarak kullanılışına, ahır yapılmasına, ağıl yapılmasına, halkevi ve parti binası yapılmasına dair onlarca, yüzlerce haber kupürü bulunuyor. Şurada. Şimdi, Sayın Kılıçdaroğlu, önce Diyanet İşleri Başkanımızdan, o makamdan özür dile. Bakın senin, sana değer vererek, Kutlu Doğum haftalarına çağıran bir Diyanet İşleri Başkanı'na, 'Edebe, adaba, mugayir bir şekilde onurun varsa bunları açıkla' diyorsun. Bunları gel bize sor. Ben de şimdi özellikle grup başkanvekili arkadaşlarımı göreve çağırıyorum: Bunları Meclis gündeminde kayda girin. İşte belgeler burada. Bunun cevabını verecek makam Diyanet İşleri Başkanlığı değil. Camilerden Diyanet İşleri Başkanlığı sorumlu değildir. Camiler, Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün mülkü durumundadır. Diyanet İşleri Başkanlığı, camilere sadece hizmet verir. Yani orada imamını, vaizini, müezzinini, kayyımını, bunları alır, adete işletir. Ama bu adamlar bunu bilmiyor ki. Birileri Diyanet İşleri Başkanlığı'ndan cevabını istiyor. Bunun cevabını verecek olan merci vakıflardır, buradan bunu isteyeceksin, yani bizden isteyeceksin. Kendisine de diyorum ki yanlış adres seçtin. Diyanet İşleri Başkanı'ndan ve makamdan özür dile. Bu ülkede ayrımcılığın tarafı olmadığını ortaya koy ama ne dersen de bu konuda yerin belli. Yurdun belli, her şeyinle ortadasın. Bunu zaten bütün tavırlarınla ortaya koyuyorsun. Ama bunu söylemek bana düşmez. Çünkü AK Parti, 75 milyonu kucaklayan bir parti, 780 bin metrekarelik vatan topraklarını kucaklayan parti olarak, bunu söylemek bana düşmez. Bunu özellikle şu televizyonlarda tartışma yapanlar, köşe yazılarında yazanların ortaya koyması lazım. Sayın Kılıçdaroğlu, sen tarihinle gurur duymayı bırak da tenezzül edip önce tarihini öğren. Okumaya vaktin yoksa git, 12 Haziran'daki yol arkadaşın olan o zatın dizinin dibine otur, o sana CHP tarihini çok iyi anlatacaktır. İstediğin kadar inkar et, istediğin kadar pişkinliğe vur; senin tarihin, bu milletin yüreğinde hiç silinmeyecek yanıklı iz bırakmıştır. Bunları belgeleriyle ortaya dökmeye devam edeceğiz. CHP zulmünü tüm boyutlarıyla anlatmayı sürdüreceğiz. Değişmeyen, değişemeyen CHP'ye, kendi tarihini yine biz öğreteceğiz. Onun için tabi nereye yanaştığını çok iyi düşünmesi lazım. Eğer bunu iyi düşünmezse anında cevabını arkadaşlarımdan da bizden de alacaktır."
<< Önceki Haber Erdoğan: Kılıçdaroğlu sen Baasçısın! Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER