[Safvet Senih] Cehennem gayzından patlayacaktı

Kur’an-ı Kerim’de: “(Merhamete lâyık olma haklarını kaybettiklerinden ) perişan hallerine gök de ağlamadı, yer de ağlamadı.” (Duhan Suresi, 44/29) buyuruluyor.

SHABER3.COM

SAFVET SENİH - SAMANYOLUHABER.COM

Kur’an-ı Kerim’de:  “(Merhamete lâyık olma haklarını kaybettiklerinden ) perişan hallerine gök de ağlamadı, yer de ağlamadı.”  (Duhan Suresi, 44/29)  buyuruluyor. Bu hususta Üstad Bediüzzaman Hazretleri: “Âyet sarih mânasıyla, ‘Ehl-i dalâletin ölmesiyle, insan ile alâkadar olan semâvat ve arz, onların cenazeleri üstünde ağlamıyorlar, yani onların ölmesiyle memnun oluyorlar’ diyor. İşârî mânasıyla ‘Ehl-i hidâyetin ölmesiyle semâlar ve arz, onların cenazeleri üstünde ağlıyorlar, ayrılmalarını istemiyorlar.’  Çünkü ehl-i iman ile bütün kâinat alakadardır, onlardan memnundurlar. Zira iman ile Kainatın Yaradanını bildikleri için, kainatın kıymetini takdir edip hürmet ve muhabbet ederler. Ehl-i dalâlet gibi tahkir ve zımnen düşmanlık etmezler.

Mülk Suresinde: “Rabbî’lerini inkâr edenlere cehennem azabı var. Gidilecek ne kötü yerdir orası!  Onlar oraya atılınca, cehennemin müthiş homurtusu, kaynaya kaynaya çıkardığı uğultuyu işitirler. Cehennem öfkesinden neredeyse çatlayacak haldedir.” (Mülk Suresi, 67/ 6-8)  buyurulmaktadır. 

Bu âyetlerin sırları ve hikmetleriyle ilgili olarak Üstad Bediüzzaman Hazretleri diyor ki: “Şeytanlar ve şeytanlara uyanlar dalâlete (sapıklık ve sapkınlığa) gidip yol aldıkları için, küçük bir hareketle çok tahribat yapabilirler. Ve çok mahlukatın hak ve hukuklarına, az bir fiil ile çok zarar veriyorlar. Nasıl ki, bir sultanın büyük bir ticaret gemisinde bir adam az bir hareketle, belki küçük bir vazifeyi terketmekle, o gemi ile alâkadar bütün vazifelilerin çalışmalarının meyvesinin ve amellerinin neticelerinin  mahvolmasına ve iptaline sebebiyet verdikleri için, o geminin Şanlı Sahibi, o âsîden, o gemi ile ilgili olan bütün halkının hesabına büyük şikayetler edip dehşetli tehdit ediyor ve onun o cüz’î hareketini değil, belki o hareketin müthiş neticelerini nazara alarak ve o Şanlı Sahibinin Zâtına değil, belki kendisine bağlı halkının hukuku nâmına dehşetli bir cezaya çarpar.

“Öyle de, Ezel ve ebed Sultanı da, küre-i arz gemisinde ehl-i hidayetle beraber bulunan ehl-i dalalet olan şeytan taraftarlarının zâhire cüz’î hatâlarıyla ve isyanlarıyla pek çok mahlukatın hukukuna tecâvüz ettikleri ve mevcudâtın  ulvî vazifelerinin neticelerinin iptaline sebebiyet verdikleri için, onlardan büyük şikayet ve dehşetli  tehditlerde bulunup tahribatlarına karşı mühim tahşidat ve yığınaklarda bulunması, belâğatın tâ kendisidir, tamamen hikmetlidir, gayet münasip ve uygundur. Hem de halin gereğine uygundur ki, belâğatın tarifi ve esasıdır ve kelâm israfı olan mübalağadan münezzehtir.
“Malumdur ki, böyle az bir hareketle çok tahribat, yapan dehşetli düşmanlara karşı gayet metin bir kaleye sığınmayan, çok perişan olur. İşte ey ehl-i imân! O çelik ve semâvî kale Kur’an’dır, içine gir ve kurtul.
* * *
“Yokluk tamamen şer ve varlık da tamamen hayır olduğunu, hakikatları delilleriyle bilen âlimler ve gaybî bazı hakikatları Cenab-ı Hakkın lütuf ve ihsanı ile bilen zâtlar ittifak etmişler. Evet mutlak ekseriyet ile hayır, güzellikler  ve kemâlat, varlığa dayanır ve ona râci olur. Sureten menfi ve ademî de olsa, esası subûtîdir ve vucûdîdir. Dalâlet, şer, musibetler ve masiyetler ve belâlar gibi bütün çirkinliklerin esası, mayası yokluktur, menfidir. Onlardaki fenalık ve çirkinlik, yokluktan geliyor. Gerçi, zâhir surette müsbet ve vucûdî de görünseler  esası ademîdir, nefiydir.
“Hem müşahede ile sabittir ki, bina gibi bir şeyin vücudu, bütün parçalarının mevcut olmasıyla var olur. Halbuki onun harabiyeti, yokluğu ve yokluğa gitmesi, bir esas ve temel parçanın yok olmasıyla hasıl olur. Hem vücud her halde mevcut bir ana sebep ister. Muhakkak bir sebebe dayanır. Yokluk ise yoklukla ilgili şeylere dayanabilir. Ademî bir şey madum bir şeye illet olur.
“İşte bu iki kâideye göre insan ve cin şeytanların, kainattaki müthiş tahrip eserleri ve küfür, dalâlet, şer ve tehlikeli işleri yaptıkları halde, zerre mikdar icada ve yaratmaya müdahaleleri olmadığı gibi, Cenab-ı Hakkın mülkünde en ufak bir ortaklık hisseleri olamıyor. Ve bir iktidar ve bir kudretle o işleri yapmıyorlar, belki çok işlerde bir iktidar ve bir kudretle o işleri yapmıyorlar, belki çok işlerde iktidar ve fiil değil, belki terk ve atâlettir (hiçbir iş yapmamaktır).  Hayrı yaptırmamakla, şerleri yapmış oluyorlar. Yani şerler oluyorlar. Çünkü tehlikeli işler ve şer, tahribat nevinden olduğu için, illetleri, mevcut bir iktidar ve fâil bir icad olmak lâzım değildir. Belki, yoka ve yokluğa dayanan bir şeyle ve bir şartın bozulmasıyla koca bir tahribat olur.
“İşte bu sır, Mecusilerde inkişaf etmediği içindir ki, kâinatta ‘Yezdan’  nâmı ile bir HAYIR  İLAHI,  diğer ‘Ehriman’  nâmı ile bir ŞER  TANRISI itikat etmişlerdir. Halbuki onların Ehriman dedikleri hayalî ve vehmî ŞER  TANRISI, bir irade-i cüziye ile ve icadsız bir kesb (kazanma ve elde etme)  şerlere sebebiyet veren mâlûm şeytandır.
“İşte, ey ehl-i iman!  Şeytanların bu müthiş tahribatına karşı en mühim silâhınız ve tamir-imar etme cihaz ve donanımınız İSTİĞFARDIR   ve Eûzü billah (Allah’a sığınırım)  demekle  Cenab-ı Hakk’a sığınıp iltica etmektir. Kaleniz de, Sünnet-i Seniyye’dir.” 
Bu muhkem kaleyi âcilen sığınak yapmanız gerekir…
<< Önceki Haber [Safvet Senih] Cehennem gayzından patlayacaktı Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER