Sedat Laçiner'den çok önemli uyarı

Ulusal güvenlik ve Ortadoğu uzmanı Sedat Laçiner, birbirine çok benzetilen Suruç ve Ankara katliamlarından sonra “IŞİD ileride yeniden saldırabilir. Gidişat onu gösteriyor. Bunun üçüncüsü olunca kimse şaşırmasın!” uyarısında bulundu.

Sedat Laçiner'den çok önemli uyarı

Ulusal güvenlik ve Ortadoğu uzmanı Sedat Laçiner, Nokta Dergisi'nden Fatih Vural'ın sorularını cevapladı. Laçiner, son Ankara saldırısıyla yine gündem olan IŞİD ile ilgili çarpıcı değerlendirmelerde bulundu.

İŞTE O RÖPORTAJ

Laciner’in IŞİD’ın kökleriyle ilgili İslam Tarihi açısından tespiti oldukça çarpıcı: “IŞİD, Selefi, Harici bir düşünceyi temel alıyor. Hz. Ali’yi, ‘Müslümanlıktan çıktı’ diye öldürenlerin düşüncesi bu! Müslümanları bölen, son derece tehlikeli bir fitne… Yüzyıllardır devam eden bir hareket.”

Bir buçuk yıl önce yaptığımız bir röportajda, Türkiye’nin IŞİD’le mücadeleyi ağırdan aldığını ve bunun tehlikeli sonuçlar doğurabileceğini söylemiştiniz. Suruç ve Ankara katliamları ne yazık ki sizi haklı çıkardı. Türkiye, IŞİD’i fazla mı küçümsedi?

AK Parti’nin üçüncü döneminde, Müslüman bir grup olduğu için mi bilmiyorum, IŞİD’in bir tehdit boyutu yokmuş gibi davranıldı. Herhalde, “Bunlar Esad’a karşıdır” diye düşündüler. Muhalif olan herkese sempatiyle veya görmezden gelerek baktılar. El Nusra benzeri gruplar, Esad’a karşıydı. IŞİD de sonra PKK ile savaş noktasına geldi. “Düşmanımın düşmanı, dostumdur” gibi bir bakış açısı geliştirildi.

“IŞİD, bize saldırmıyor. Bize saldırmayan bir grupla savaşıp bu tehdidi üzerimize çekmenin ne anlamı var?” diye bir mantık da oluştu. Ama IŞİD, Türkiye’ye yerleşti. Sempatizan ve taraftar toplayıp, burayı bir cephe arkası olarak kullanmaya başladı. Hastasını Türkiye’ye getirdi. Silah sevkiyatı, lojistik destek hep Türkiye üzerinden oldu.

“BUNLAR ÖFKELİ GENÇLER”

Türkiye, IŞİD’e nasıl bir anlam yükledi?  

ABD’liler, Ortadoğu’daki Şii-Sünni dengesinde, Şiilerin üzerine oynamaya başladı, Irak Savaşı’ndan sonra. Bu dengenin bozulması, İran ve Şii dünyasının desteklendiği düşüncesi, hem Suudi Arabistan’ı, hem de Türkiye’yi kaygılandırdı.

Davutoğlu’nun IŞİD için kullandığı, “Şiiler, Irak’ta çok eziyet ettiler. Sünniler çok bastırıldı. Bu tepki, IŞİD’in ortaya çıkmasına neden oldu. Bunlar öfkeli gençler. Biraz aşırıya kaçıyorlar” sözleri, bu çerçevede ele alınabilir. Yani güncel, konjonktürel bir çatışma değerlendirmesinden ibaret kaldı, Türkiye. Oysa ki mesele öyle değil!

SURİYE’DEN SÜRÜLEN IŞİD, TÜRKİYE’YE GELEBİLİR

Nasıl?

IŞİD, Selefi, Harici bir düşünceyi temel alıyor. Hz. Ali’yi, “Müslümanlıktan çıktı” diye öldürenlerin düşüncesi bu! Müslümanları bölen, son derece tehlikeli bir fitne… Yüzyıllardır devam eden bir hareket. Hadislerde ‘cehennem köpekleri’ diye geçen bir gruptan bahsediliyor.

Bu düşünce, kültürümüze de, dinimize de bir tehdit. Bununla Diyanet İşleri Başkanlığı başta olmak üzere üniversiteler vs. düşünce üzerinden mücadele vermeli, dersine iyi çalışmalıydı. Türkiye’nin o mücadelesini göremedik.

Bu adamlar, Hz. Ali döneminden bu yana yönlendirilmeye çok açıklar ve kolay bölünüyorlar. Batılı ve diğer ülkelerin bu örgütü yönlendirmesi çok kolay. Sizin üzerinize kolayca yönlendirirler. Büyükşehirlerde hücreler oluşturmaları zararsız gibi durur; ama içine bir adam sokar, Türkiye’yi yakıp yıkan bir şeye dönüşüverir. “O altyapıyı oluşturmayın, bunlara müsaade etmeyin” diye çok söyledik. Şu anda yaşadığım endişelerden birisi de Suriye’den sürülen IŞİD’in Türkiye’ye gelmesi.

SURUÇ TİPİK BİR IŞİD SALDIRISI DEĞİLDİ

Bu anlamda, Suruç saldırısının bir dönüm noktası olduğunu ve Türkiye’nin kimyasını bozduğunu düşünüyorsunuz…

Suruç’tan sonra Türkiye’nin politikalarında radikal bir değişiklik oldu. Türkiye, Kandil’i bombalamaya başladı. Eylemi yapan IŞİD, ama PKK politikası baştan sona değişti. 7 Haziran Seçimleri’nin sonuçları yerle bir oldu. ABD’ye İncirlik Üssü’nü açtık, ortam tamamen değişti. Her gün şehit haberleri aldığımız bir döneme girdik.

Ben, Suruç’un tipik bir IŞİD saldırısı olduğunu düşünmüyorum. Şüphelerim var.

ANKARA KATLİAMI TAM BİR ‘USTALIK’ İŞİ

Mesela?

Saldırının üstlenilmemesi! IŞİD, saldırı üstlenmeyen bir örgüt değil. Suruç saldırısının hemen akabinde Kobani’de yapılan bir saldırıyı hemen üstlendi.

Suruç’taki topluluk, kabaca bir hedef noktası değildi. Orada, Türkiye’nin marjinal de sayılabilecek sol gruplarının temsilcileri vardı. Kreş yapmak isteyen insanlardı. IŞİD; PKK ve HDP’ye ceza vermek istiyorsa doğrudan orayı vurur. Neden HDP sempatizanlarına saldırsın?

Ankara’daki saldırı da öyle… Böyle bir hesabı, ancak ve ancak Türkiye’yi çok iyi tanıyan, Türkiye’nin dengeleriyle oynamak isteyen bir kişi veya grup yapar. Seçilen hedef, daha ziyade bir ‘usta’ işi gibi geliyor. Suruç’taki kitleyle Ankara’daki kitle birebir aynı. IŞİD niye bu kitleyi seçsin?

EMNİYETTEKİ KURUMSALLIK ÇÖKTÜ

Türkiye’nin terörle mücadelede, özellikle Emniyet’te bir kalite düşmesi yaşadığını vurguluyorsunuz. Neden böyle bir düşüklük oldu?

Türkiye, sürekli kendisiyle kavga eden bir ülke. Güvenlik anlamında nispeten daha iyi olduğu yıllar, 2000’li yıllar. İnsan gücü olarak çok eğitimli, üniversite mezunu, mastırlı, doktoralı emniyetçilerin sayısı arttı. Bir de iktidar arkasında durdu. Tutarlı bir kurumsallaşma gerçekleşti. Bu yapı, Cemaat-Hükümet kavgasından sonra dağıldı. Bu kavgadan sonra iktidar en çok da İstihbarat ve Terörle Mücadele şubelerini dağıttı. Orada çok iyi, çok tecrübeli beyinler vardı ve gittiler.

CEMAAT GİTTİ, PERİNÇEK’İN EKİBİ GELDİ

O boşluğu nasıl doldurdular?

Cemaati devletten uzaklaştırmaya çalışırken, ulusalcılardan, özellikle de Doğu Perinçek grubundan yararlanmaya çalıştılar. Çünkü sol cenahtan davet edilen herkes “Ben gelirim” demedi. “Yaparım” diyenler, genelde Perinçek Grubu. Onlar da Erdoğan’a sadık insanlar değil! Öyle eğitimli ve donanımlı da değiller. Sayıları da belli…

DEVLET ÖNÜNE GELENİ ‘EMNİYET’E ALIYOR

17-25 Aralık, Türkiye’nin terörle mücadelesine de doğrudan etki mi etti?

Sadece terör değil, bugün geldiğimiz noktada özellikle Emniyet için söylüyorum, ciddi bir hafıza, tecrübe ve insan kaynağı kaybı var. Bu kaybın telafi edilmesi büyük zaman alır, şu anda başlasanız bile. Ki başlanmadı…

Şu anda yapılan şu: Devlet hızlıca bir sınav açıyor. Önüne geleni alıyor. Yeter ki Cemaatçi olmasın! İstihbaratın yüzde 90’ından fazlasını Emniyet üretiyordu. Orayı çökerttiniz!

AKP ORTADA KALDI

AK Parti-Cemaat kavgasından sonra iktidarın yaşadığı insan kaynağı sıkıntısını, Nokta’nın yayımladığı AKP Günlükleri’nde de okuduk. Ali Sarıkaya şöyle diyor: “Dışişleri’ndeyken, yüz tane vakfa haber edip eleman alacağımızı duyuruyordum, beş tane isim gelmiyordu. Gelenlerin de ya puanı eksik oluyordu ya da dil puanı olmuyordu. Fakat Cemaat yüz kişilik, dört dörtlük bir liste yollayabiliyordu. Gençliğe yönelik ciddi tek bir çalışmamız bulunmuyor.”

Eğitime ağırlık veren Türkiye’deki en önemli gruplardan birisi, Cemaatti. Bugün de öyle. AK Parti siyasetle uğraşırken, kendine göre insan yetiştirmeyi çok ihmal etti. Bakmayın, “Dindar nesil yetiştiriyoruz” çıkışlarına! AK Parti’nin o nesli yetiştiremediği için yaptığı bir çıkış, o.

AK Parti hep başkalarından istifade etti. Cemaat’le arası bozulunca da ortada kaldı! Birçok yerde, değil A Takımı, E Takımı’na bile almayacağınız kişiler görevde. Sırf sadakatten dolayı… Bu da hemen her alanda büyük bir felaket getirdi. O felaket, güvenlik alanında daha ölümcül oluyor.

SORUN, DEVLETİN GÜVENLİĞE BAKIŞI

Bu zafiyet, Türkiye’nin bundan sonraki olası saldırılara açık olmaya devam edeceği anlamına mı geliyor?

Güvenlik zaafları önemli; ama daha önemlisi, devletin meseleye bakış açısında. Siz IŞİD’i tehdit olarak görmezseniz, güvenlik zaafından çok daha ileri bir neden vardır orada. IŞİD ileride yeniden saldırabilir mi? Saldırabilir. Gidişat onu gösteriyor. Suruç, Ankara… Bunun üçüncüsü olunca kimse şaşırmasın!

ASKER VE KEMALİST BÜROKRASİ, AKP’NİN DENETİM MEKANİZMASIYDI

Son köşe yazılarınızın birinde, AK Parti’nin çöküş sürecinin başlangıç noktası olarak, 2007 yılını işaretliyorsunuz. Bu düşünceyi nasıl temellendiriyorsunuz?

Zirve, düşüşe başladığınız yerdir. Orada düşüşün tohumları atılır. Oraya çıkınca başınız döner. Yalnız başınıza kalırsınız. Doğru kararlar almazsanız tepetaklak aşağıya inersiniz.

2007’ye kadar Erdoğan’ı ve AK Parti’yi sürekli sıkıştıran; ama aynı zamanda da kontrol eden, zorlayan bir asker ve Kemalist-Cumhuriyetçi bir bürokrasi vardı. Bu bir dert gibi görüldü; ama aslına bakarsanız büyük bir avantajdı.

ERDOĞAN KENDİNİ MESİH GİBİ GÖRMEYE BAŞLADI

Bir denetim mekanizması oluşturduğu için mi?

“Demokles’in Kılıcı” hep üzerinizde sallanıyor. Öyle olunca “Hatam var mı?” diye sürekli kendinizi kontrol ediyorsunuz. O mekanizma ortadan kalkınca, hatalarını kontrol etme ihtiyacı da ortadan kalktı. AK Parti, “Biz iyiyiz. O zaman bütün kurumları ele geçirmeliyiz” varsayımıyla yola çıktı. Böyle bir girişim hep aynı yere varır, yozlaşır, çürür. AK Parti’de de bu oldu.

Partinin bir başka dezavantajı, 2007’den sonra ‘tek adam rejimi’ne doğru dönüşmesi: One Man Show! Özellikle 2011’den sonra karar mekanizması, Erdoğan ve ona yakın isimler oldu. Eleştiri yapanlar çok sert karşılık gördüler. Şu anda da bir iç eleştiri mekanizması kuramıyorlar.

Liderlerin en büyük sınavı budur. Bir süre sonra, “Bu kadar insan yanılıyor olamaz” dersiniz. Başlarsınız, kendinizi yarı-tanrı, halife, mehdi, Mesih gibi görmeye. Bu bir Türkiye hastalığıdır. AK Parti de bu hastalığa yakalandı.

GÜL BAŞTA OLSAYDI, SURİYE VE TÜRKİYE BU HALE GELMEZDİ

Erdoğan’ın Türkiye’nin zirvesindeki yalnızlığı ile Arap Baharı sonrası Türkiye’nin bölgede başlayan yalnızlığı aynı döneme denk düşüyor. Bu durum AK Parti’nin işini daha mı zorlaştırdı?

“Bu yaşananlardan dolayı sadece Türkiye’yi suçlayamazsınız. Dünya ve bölge değiştiği için bu hallere geldik” diyorlar. Yanlış! Dünya her zaman sıkıntılıydı ve sıkıntılı olur. AK Parti iktidara geldiğinde ABD, Irak’a girmek üzereydi, girdi de. Dört yıldır Suriye kaosu varsa, ondan önce de bir sekiz-on yıllık Irak kaosu var. Orada da Türkiye, Irak’ın komşusu olarak büyük risklerle karşı karşıya kaldı. Ama güçlü bir liderlik gösterdi. Tayyip Erdoğan’ın gaza bastığı yerde Abdullah Gül frene bastı.

Arap Baharı sonrası sarhoşluk başlayınca Türkiye, kendi Suriye ve Ortadoğu politikasını bombaladı. AK Parti’de frenleyici mekanizma devre dışı kalınca herkes gaza yüklendi.

Abdullah Gül’ün Köşk’e çıkıp Dışişleri’ni Davutoğlu’na bırakmasını mı kastediyorsunuz? 

Tayyip Erdoğan 2010’da siyaseti bırakan bir isim olsaydı ve yerinde Abdullah Gül olsaydı, Suriye’deki savaş bu hali almazdı. Türkiye’deki kutuplaşma da bu seviyede olmazdı. Harikalar yaratamazdı belki; ama işi bu kadar berbat etmezdi.

İdeoloji, birine âşık olmak gibidir. Orada akıl, hatalarınızı büyüten bir araca dönüşür. Bu, hem Erdoğan’da, hem de Davutoğlu’nda var. Davalarıyla sarhoş olmuş bir vaziyette yol alıyorlar. İnandıkları şeye, bu tavırlarıyla ulaşmaları da mümkün değil. Akıl-duygu dengeleri bozulmuş durumda.

YENİ OSMANLICILIKLARI VE SİYASAL İSLAMCILIKLARI ARIZALI

Nedir bahsettiğiniz o davaları?

İslamcılık, deniyor… Herkesi Müslüman yapmak! Herkes, ölü yıkayabilecek kadar İslam’ı bilecek! Herkes İslam’ın şekli boyutunu çok iyi bilecek. Bir de Yeni Osmanlıcılık’tan bahsedebiliriz ki bunu Davutoğlu’nda daha çok görüyoruz. Osmanlı’yı yeniden inşa etmek gibi bir aşkı var.

Erdoğan’da ise muhtemelen kendine ‘Mesihyan’ bir gözle bakma söz konusu. Bu, George Bush’ta da vardı: “Tanrı, benim Oval Ofis’te olmamı istedi.”

Erdoğan o kadar seçim kazandıktan sonra sanıyorum ki son nokta olarak ‘ümmetin liderliği’ni gördü. Kendisini Fatih, Kanuni gibi görüyor olabilir.

Davutoğlu, Yeni Osmanlıcı gibi davranırken, Erdoğan’da Ümmetçi-Yeni Osmanlıcı bir anlayış var. Ama Yeni Osmanlıcılık’ta da, İslamcılık’ta da ciddi arızalar var.

KANUNİ GELSEYDİ, DAVUTOĞLU’NU FENA AZARLARDI

Nedir o arızalar?   

Kanuni gelseydi, Davutoğlu’nu çok fena azarlardı! Osmanlı’nın odak noktası, Ortadoğu değil! Ortadoğu’ya sadece Yavuz’un seferi var. O da İran tehlikesinden dolayı. Yavuz o tehlikeyi bastırıp Batı seferine hazırlık yaparken çadırında ölüyor.

Osmanlı İmparatorluğu yıkılırken bile belkemiği İstanbul, Selanik, İzmir. Bir Balkan İmparatorluğu… Başından beri Batı’ya akmış. Bütün derdi, Avrupa’yı fethedip oraya yerleşmek. İslamcılıkla itham edilen 2. Abdülhamit bile Osmanlı’yı bir Avrupa devleti olarak görüp o sistem içinde kalması için uğraşmıştır.

Davutoğlu’nun Yeni Osmanlıcı dış politikasının Osmanlı’yla hiçbir alakası yok! Türkiye’yi Avrupa’dan çıkarıp Ortadoğu’daki bataklığa sokan bir anlayış, bu.

HZ. MUHAMMED’E HASIR, ERDOĞAN’A SARAY!

Ya Erdoğan’ın Siyasal İslamcılığı?

Erdoğan’ın Siyasal İslam düşüncesindeki problemli taraf ise özün kaçırılıp şekle girilmesi… Siyasal İslamcılık, dinî değil, siyasi bir kavram. Dinin temel gereksinimlerini dahi yerine getirmeyen, sadece dilde Müslümanlıkla İslamcılık yapanlar ortaya çıktı. Oysa Siyasal İslamcılık’ı savunuyorsanız, dinin özüne, ahlaka odaklanmanız gerekiyor. Çalmamanız gerekiyor! Hz. Peygamber’i örnek almanız gerekiyor.

Hz. Peygamber, iktidarı, kişisel zenginleşme aracı olarak görmüyordu. Devletin başı olduğu zaman bile şu tip hadiseler yaşanıyordu: Hz. Ömer, onun yattığı yere giriyor. Peygamber, yerde bir hasırın üzerinde yatıyor. Kalktığı sırada hasırın izi bedenine geçmiş. Bu insan, Basra’dan Kızıldeniz’e kadar olan topraklardan gelen zekâtların toplandığı bir devleti yönetiyor. Hz. Ömer titreyerek ağlıyor ve kendisini suçlayarak, “Biz sana iyi bakamadık” diyor. Hz. Muhammed de “Ya Ömer, saraylar, köşkler, saltanatlar diğerlerinin olsun. Bize ahiret yeter” diyor. Yani İslamcı olacaksan önce mütevazı, gösterişten uzak yaşayacaksın.

KİM ÇÖKÜYORSA SARAY YAPTIRIYOR

Erdoğan ise Saray’dan hareket edersek, “Bu benim değil, Türkiye’nin gücünün kanıtıdır” diyor…

Diyorlar ki “Peygamberimiz yaşasaydı o da sarayda otururdu.” Hz. Muhammed döneminde İran’da devasa saraylar ve lüks içinde yaşayan insanlar var. İhtişam içinde yaşayan bir Roma var. O da aynısını yapamaz mıydı?

Saray’ın, dini açıdan ‘helal’ olduğunu düşünmüyorum. Seküler anlamda da ekonomik verimliliğe hiçbir şekilde uymuyor. Dikkat ederseniz, kim çöküyorsa saray yaptırıyor.

Her insan ölümsüz, kalıcı olmak ister. Bu duygu bazı liderlerde daha fazla var. Bu yüzden Erdoğan için “Mesihyan” ifadesini kullandım. Bizim toplumumuzda ölümsüzlük, kalıcılık arzusu daha ziyade şeklî oluyor. Oysa nesil ve fikir yetiştirmek önemli olmalı. Ama bu şekilcilik, sağ iktidarların temel arızası. Kültüre, eğitime, nesil yetiştirmeye önem veriyormuş gibi görünüp vermiyorlar.

AKP İÇİN EĞİTİM VE KÜLTÜR ÖNEMSİZ

O kadar çok Milli Eğitim Bakanı ve Kültür Bakanı değiştirdiler ki, anlıyorsunuz ki eğitim ve kültür, AK Parti için çok da önemli bir şey değil! Cumhurbaşkanı, “Tiyatroları kapatalım” diyor. İdeolojik baktığınızda bile bir iktidar, tiyatro kapatmaz, kendi fikrine göre oyunlar sahneler.

Burada ise her şey şekilcilikte! Ne İslamcı, ne Osmanlıcı! Batıcı da değil! Son üç, dört yılda temel özgürlükler, düşünce ve ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü tehdit altında. Çıkarılan yasalara bakınca, otokratik ve despotik bir yöne, tek adam yönetimine doğru gidiyoruz.

Nokta/Fatih Vural
 
<< Önceki Haber Sedat Laçiner'den çok önemli uyarı Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER