[Selman KUZU] Devlet malından çalanı korumak!

Yolsuzluk Haftası" münasebetiyle hem o gün hem de bugün hala yolsuzlukları/hırsızlıkları örten/örtmeye çalışan ya da "Çalıyorlar ama çalışıyorlar!" diyen zümreyi muhatap alacağım.

SHABER3.COM

SELMAN KUZU

Ülkemizde 2013 yılının son ayında tarihe "17/25 Aralık operasyonu" olarak kaydolmuş büyük bir yolsuzluk operasyonuna şahit olmuştu. Olay herkesin malumu olduğu için ben onun üzerinde durmayacağım. Bilakis "Yolsuzluk Haftası" münasebetiyle hem o gün hem de bugün hala yolsuzlukları/hırsızlıkları örten/örtmeye çalışan ya da "Çalıyorlar ama çalışıyorlar!" diyen zümreyi muhatap alacağım. Bir de İslamî ilimlerde ihtisas yapmış, toplumda ilmiyle ve kariyeriyle kanaat önderi haline gelmiş fakat "İktidara zarar verecekse haksızlık ve yanlışlardan şikayetle doğruları söylemek caizdir diyemem!" diye fetva veren ulemaya bir kez daha Kur'an ve sünnetin bu konudaki naslarını hatırlatmaya çalışacağım. "Devleti idare eden kimselerin yolsuzluklarını şimdi dile getirirsek iktidarı kaybederiz. Dolayısıyla bugün iktidarı elinde tutanların hırsızlıklarını ve gayr-ı kanunî işlerini araştırmak caiz değildir!" hükmünü veren ve böylece Kur'an ve sünnetin açık beyanlarını yolsuzluk yapanları iktidarda tutma uğrunda kurban eden İlahiyatçılara sesleneceğim. Belki de bu makaleyle köprüden önce son çıkışta bize düşen vazifeyi yapmış, Kur'an'ın "Hatırlatıp öğüt ver! Zira gerçeği hatırlatıp nasihatte bulunma, inananlara ve inanacaklara fayda verir." (Zâriyat, 51/55) ayetinin gereğini yerine getirmiş oluruz.
 
Devlet Malını Çalanı Koruyan, Hırsızın/Hainin Ortağıdır
İslam'da kamuya ait bir malı çalmak, ihalelerde yolsuzluk yapmak, devlete ait işlerden konumunu kullanarak  çıkar sağlamak (ğulûl) haram kılındığı gibi böyle bir kimseyi/grubu korumak ve onlara maddî-manevî (oy) destek vermek de yasaklanmıştır. Allah Resûlü açık bir ifadeyle "Ğanimetten/devlet hazinesinden mal aşıran kişiyi/yetkiliyi koruyan kimse de onun gibidir." buyurmuş (Ebû Dâvud, Cihad 146 (2716)) ve böyle davranan kimseleri, suç ortağı ilan etmiştir. Dolayısıyla böyle bir suçu/günahı işleyeni gören, bilen kimseler onun halkı ve devleti soymasına göz yummamalı, engel olmalıdırlar. Aksi taktirde o kişiler de yolsuzluk yapanı himaye etmiş olurlar ki böyle bir yardım ve desteklerinden dolayı ahirette onlarla birlikte haşr olur ve  hesaba çekilirler. Bunun içindir ki Kur'an, Allah Resûlüne hırsızlara/mala kasteden hainlere asla destek olmamasını emreder: 
 
Ey Resûlüm! Hainlere/Hırsızlara Destek Olma!
Rifaa İbn Zeyd, Medine'ye gelen tüccarların birisinden birkaç çuval un alır ve bunu içinde silahlarının da bulunduğu bir mahzene koyar. Bu ticaretten haberdar olan Übeyrik ailesinden biri geceleyin mahzene girer ve unlarla birlikte silahları da çalar. Rifaa, un ve silahlarının çalındığını görünce durumu yeğeni Hz. Katâde İbn Numan'a açar ve yardım ister. Hz. Katâde gerekli araştırmaları yapar ve hırsızın Übeyrik ailesinden biri olduğunu tespit eder. Fakat kendilerini ele vermek istemeyen hırsızlar bu sefer suçu Lebîd İbn Sehl isimli masum bir sahabinin üzerine atar ve onu suçlarlar. Hz. Lebîd bu iftira karısında müfterilere fırsat vermez ve eline kılıcı alır ve kendisini suçlayanlara "Ben çalmışım ha! Vallahi ya gerçek hırsızı ve çalınanları saklamaz ortaya çıkarırsınız ya da şu kılıcımla hepinizi doğrarım." diyerek üzerlerine yürür. Hz. Lebîd'in bu yiğitçe duruşu karşısında korkan Übeyrik ailesi iftiralarından vazgeçmek zorunda kalırlar. Bu gelişme üzerine hırsızın kim olduğunu araştırmaya devam eden mağdurlar, Übeyrik ailesinden birisinin olduğuna kesin kanaat getirir ve olayı Allah Resûlünün hakemliğine götürürler. Hadiseyi detaylı bir şekilde dinleyen Efendimiz henüz ortaya tam deliller çıkmadığı için "Gerekeni yapacağım!" der ve olayı daha detaylı araştırmak için bekletir. Bu durumdan rahatsız olan ve hırsızlıklarının ortaya çıkmasından korkan Übeyrik ailesi ise yeni bir entrika peşine düşer ve  aralarından seçtikleri birini Resûlüllah'a gönderip iftiraya uğradıklarını, delilsiz ve mesnetsiz bir şekilde suçlandıklarını ve Katâde tarafından zan altında bırakıldıklarını iddia ederler. Onların bu çıkışlarından haberi olan Hz. Katâde, Peygamber Efendimizin huzuruna gelir ve ulaştığı sonuçları rapor etmek ister. Ancak Allah Resûlü kendisine "Bana, Müslüman ve suçsuz oldukları söylenen kimseleri, elinde kesin bir delil olmadığı halde hırsızlıkla suçladın ve onları zan altında bıraktın!" diye ikaz da bulunur. Hz. Katâde bu duruma çok üzülür ve kalkıp amcasının yanına gelir ve olup-biteni anlatır. Yeğenini dikkatle dinleyen Hz. Rifaa "O zaman yapacağımız tek şey Allah'a sığınmak ve O'nun yardımını beklemektir!" der ve tevekkül eder. Çok geçmeden nazil olan vahiy hem bir gerçeği ortaya çıkarır hem Allah Resûlüne hem de O'nun zatında kıyamete kadar gelecek bütün müminlere temel bir ölçü verir: "Doğrusu insanlar arasında Allah'ın sana gösterdiği gibi hükmedesin diye Kitap'ı sana hak olarak indirdik; hakkı gözet ve sakın hainlerin/hırsızların  destekcisi/savunucusu olma!"  (Bkz. Nisa, 4/105) Bu ayetle haksız ve hırsız olduğu gün yüzüne çıkarılan Übeyrik ailesine mensup Büşeyr adlı münafık ise Medine'den  kaçar ve Mekkeli müşriklere sığınır. Rıfaa da bulunan silahlarını Allah yolunda kullanılmak üzere bağışlar.(Tirmizî, Tefsir, 5/22 (3036))
 
Allah'tan Af Dile!
Yukarıda geçen olay vesileyle bu tür hukuki meselelerde şahısların ya da herhangi bir ailenin korunması değil daima hakkın esas alınması, hakkın ve haklıların yanında durulması hukukî ve ahlakî bir ilke olarak vazedilir. Ardından da Allah Resûlüne, Müslüman olduğunu iddia eden biri bile olsa haksız olan kimsenin sözlerine/iddialarına kanıp da "sakın hainlerin destekcisi/savunucusu olma!" buyrulur ve insanların mal ve şahsiyetlerine musallat olan hainlere -her ne şekilde olursa olsun- asla destek verilmemesi gerektiği bütün müminlere temel ölçü olarak belirlenir. Bunun hemen akabinde de Allah Resûlü ve bu konuda yanlış yapan ve kusurlu hareket eden herkes tevbe ve istiğfara davet edilir: "Allah'tan af dile! Allah çok affedici ve çok merhametlidir." Ancak bu olay vesilesiyle yönlendirme burada tamamlanmaz; İslam'ı ve Müslümanlığı istismar ederek kendi şahsiyetlerine ve topluma zulmeden bu güruha karşı yetkililer/müminler bir kez daha uyarılır: "Yaptıkları hırsızlıklar/ğulûller, ve iftiralarla yani emanete ihanetle hem halka hem de kendi nefislerine hıyanet edenleri, mazlumlara ve masumlara karşı asla savunma! Çünkü Allah, hangi dine mensup olursa olsun hainliği meslek/yol edinen ve günaha dalmada cesur davranan kimseleri asla sevmez."  (Nisa, 4/107)
 
Dolayısıyla çeşitli yol ve yöntemlerle devlet ya da halka ait mallardan maddî menfaat devşiren hainler geçici dünya hayatında sözde refah ve saadet içinde yaşıyor olabilirler. Ancak yolsuzluğa başvurarak işledikleri büyük günahlar ve girdikleri kul hakları ile ağır veballer altına girerler. Bunlar da ahirette tek tek kendilerine sorulacaktır. Onun için  mahkeme-i kübrada hainlere ceza, hak sahiplerine ise büyük mükafatlar verileceği düşünülürse gerçekten fani olanı ebedi olana tercih edip kul haklarına girenlerin önce kendi nefislerine zulmettikleri görülür. Ayetin sonunda ise "Allah'ın bu hain ve günahkârları sevmediğini" ifade etmesi büyük bir tehdit ve uyarıdır. Şayet girdikleri yanlış yoldan dönmez, çaldıkları kul haklarını iade etmez, muhataplarla helalleşmez ve Allah'a da tevbe-istiğfarla yönelip af dilemezlerse öteleri cehennem ateşi olacaktır.    
 
Hainler İnsanlardan Utanır da Allah'tan Utanmazlar! 
Kur'an'ın bu hususta üzerinde durduğu bir nokta da emanete hıyanet eden hainlerin/münafıkların yolsuzluk ve hırsızlıklarını (ğulûl) insanlardan utanarak/çekinerek gizlemeleridir: "Onlar hıyanet, kötülük ve günahlarını insanlardan sakınıp gizlerler de Allah'tan  gizlemezler. Oysa O, asla hoşnut olmayacağı  söz ve sinsi projelerden ibaret hıyanet girişimlerini planlarken onların yanı başındadır. Zira Allah, kullarının bütün yaptıklarını (ilmiyle ve kudretiyle) ihata edendir." (Nisa, 4/108)   
 
Bu ayetin kısaca bir tefsirini Diyanet İşleri Başkanlığının, Hayrettin Karaman ve ekibine hazırlattığı  "Kur'an Yolu" adlı tefsirden verelim: "Haksız menfaat elde edenler, başkalarının hak etmedikleri zarara uğramalarına sebep olanlar, tek kelimeyle hainler emellerine bir takım tuzaklarla, planlarla ulaşırlar; gizli görüşmeler yaparlar, tertipler içine girerler ve bunların gizli kalacağını zannederler. Tecrübe göstermektedir ki, çoğu defa bunlar dünyada ortaya çıkmakta, rezillik ve rüsvaylık hallerini yaşamaktadırlar. Dünya hayatında yaptıklarını insanlardan gizlemeye muvaffak olsa bile, onlar bu kötülükleri yaptıklarında ilmiyle yanlarında olan ve bilgisi her şeyi kuşatan Allah'tan bir şey gizlemeleri mümkün değildir. Hainler, insanlar nezdinde utanç yaşamamak için hainliklerini gizleme yoluna giderken 'her şeyin Allah'ın bilgisi içinde cereyan ettiğini unuturlar ve O'ndan utanmayı da akıl edemezler." (Kur'an Yolu, İlgili ayetin tefsirinde, II/140)  Üstelik bu hain ve zalimlerin sinsi planları ortaya çıkacak gibi olsa hemen suçu/planı başkalarının üzerlerine atmaya kalkışırlar. Kur'an onların bu taktiklerine karşı müminleri aldanmamaları için uyarırken hainleri de sert bir şekilde  tehdit eder: "Her kim de bir hata yahut büyük bir günah işler de sonra onu masum/mazlum birinin üzerine atarsa, gerçekten pek ağır bir iftira ve apaçık bir vebal yüklenmiş olur." (Nisa, 4/112)  
 
Dolayısıyla burada hem Diyanet'in bu günkü yetkililerine hem de sayın Karaman'a ve onunla birlikte bu eseri kaleme alan hocalarımıza sormak istiyorum, "Bu tefsiri yazdığınız günden bugüne Kur'an'ın ve sünnetin bu konudaki hükmü mü değişti? Yoksa iktidarın getirdiği menfaatler karşısında siz mi rüku' ve secdeye kapanıp değiştiniz?" 
 
Kıyamet Günü Onları Kim Müdafaa Edecek?
Kur'an'da emânete ve halka hıyanet eden, kamu malına göz diken ve ondan aşırabildiği kadar aşıran hainleri savunma yasaklandıktan sonra bir de ötelere vurgu yapılır: "Haydi siz, yeterli ve dikkatlice bir araştırma yapmadan haklı olduklarını sanarak hainleri/münafıkları bu dünya hayatında savundunuz. Peki diriliş gününde onları ve onları savunanları Allah'a karşı kim müdafaa edecek; yahut onlara kim vekil olabilecek?"(Nisa, 4/109)
 
Dolayısıyla bu ayet silsilesinde bir taraftan kesin bilgi ve belgeye dayanmadan başkalarını suçlamak, onlara iftira atmak ve mağdur etmek yasaklanırken diğer taraftan kıyamet gününde onları hiç kimsenin savunamayacağı da çarpıcı bir ifadeyle dile getirilir. "Onları, kıyamet gününde Allah'a karşı kim savunacak, kim onlara avukatlık yapacak?" Ayetin tefsirini yine Diyanet işleri Başkanlığının hazırlattığı "Kur'an Yolu" tefsirinden takip edelim: "Bu hüküm ve irşat özellikle iki meslek erbabını muhatap alıyor: Hakimler ve avukatlar. Ayetlere bunların asıl vazifeleri hakkın yerine gelmesi ve sahibini bulması için çalışmaktır. Davacının mevkii, şöhreti, serveti, rütbesi, sağladığı menfaat ne olursa olsun hakim ve avukatlar, onun tarafını tutmayacak, hükmün onun lehinde çıkması için özen göstermeyeceklerdir. Özellikle avukatlar bilgi ve becerilerini, müvekkilleri lehine hüküm almak için değil, hakkın ortaya çıkması ve sahibini bulması için kullanacaklardır. Avukatların bu anlayış ve ahlak içinde hareket etmeleri yani haklıların davalarını savunmaları ve haksızların davalarında sulhu aramak, cezada ve tazminatta adalet ve hakkaniyetin gerçekleşmesine katkıda bulunmak için çaba sarf etmeleri halinde avukatlık mesleği meşruiyet temelini korumuş olacaktır." (Kur'an Yolu, Nisa Sûresi 105. ayetin tefsirinde, II/135-140)     
 
Şimdi tekrar soruyorum Diyanet'in yetkili ulemasına ve bu Tefsiri hazırlayan Karaman ve ekibine.. Bu ifadeler sizin ifadeniz ise ve bu din kıyamete kadar değişmeyecek ise, bugün niçin bu çizgide değilsiniz? Zalim hakim ve savcıların İslam'ın emrettiği hak ve adaleti ayaklar altına alıp çiğnemesi karşısında, ey Diyanet ve İlahiyat camiası! Ali ed-Dekkâk'ın ifadesiyle niçin dilsiz şeytan kesildiniz? İslam mı değişti siz mi?  
 
Haşirde Allah Resûlü de Hainlere Sahip Çıkmayacak!
Kur'an'ın bu emirlerine imtisal eden Allah Resûlü, kamu malından aşıran yolsuzlara dünyada destek vermediği gibi ahirette de sahip çıkmayacağını açıkça  belirtmiştir: "Sakın sizden biriniz kıyamet gününde omzunda aşırdığı bir  ganimetten/devlet malından dolayı avaz avaz meleyen bir koyunla benim yanıma gelmesin. Ya da bazınız omzunda aşırdığı millet malından dolayı sırtına yüklenen ve yem ister gibi kişneyen bir atla benim huzuruma çıkmasın. Bu yüz karası haliyle o "Ey Allah'ın Resûlü bana yardım et!" diye yalvaracak. Ancak ben de ona "Senin hakkında hiçbir surette şefaat etmeye muktedir değilim. Ben sana bu konuda Allah'ın hükmünü açıkça tebliğ etmiştim!" diye cevap vereceğim. Yine böyle birinin omuzunda bir böğüren bir sığırla bana gelip "Ey Allah'ın Resûlü! Bana meded eyle!" demesin. Zira benim ona da şefaat etmeye gücüm yetmez. Çünkü ben ona da "Sana dünyada iken Allah'ın bu husustaki emrini tebliği ettim!" diyeceğim. Yine bir başkası da omzunda altın ve gümüş yüklü halde gelmesin. O da "Ey Allah'ı Resûlü bana da yardım et!" diye talepte bulunduğunda ona da " Sana da hiçbir şekilde yardım edemem, çünkü ben dünyada iken sana da Allah'ın hükmünü tebliğde bulunmuştum." diyeceğim.  Yine biri diğeriniz üzerinde giydiği ğanimet elbisesini yeldirerek gelmesin!" Zira o da "Ya Resûlallah! Bana yardım et!" diyecek. Ben ona da "sana hiçbir şekilde yardım edemem çünkü ben sana dünya hayatında iken Allah'ın bu konudaki hükümlerini tebliğ ettim." diye cevap vereceğim. (Müslim, İmâret 6/24 (1831))   
 
Görüldüğü üzere, kamu malından ister resmî ister gayr-i resmi haksız bir şekilde elde edilen kazanç, ahirette farklı şekillerde temessül edecek ve onu sahiplenen kimsenin sırtına yüklenecek. Bu haliyle o mahşerde hem aleme teşhir edilecek hem de omuzlarına yüklenen bu varlıklar onların aleyhinde şahitlik edecektir. Bu haliyle çok zor durumda kalan o kimse çareyi Allah Resûlünden yardım istemekte bulacak fakat Efendimiz de ona kamu malından yaptığı yolsuzluklardan dolayı şefaat hakkını kaybettiğini  "Ben bu hususta gerekli ve yeterli açıklamayı dünyada iken yapmıştım! Fakat sen buna uymadın! Dolayısıyla şimdi de sana yardımcı olmam mümkün değildir." diye açıklayacaktır. Hatta Efendimizin bu beyanları da onun aleyhinde bir şahitlik olarak kabul edilecektir.   
 
El-hasıl, 17/25 Aralık yolsuzluk operasyonlarından itibaren hala devlet ve millet malında yolsuzluk yapan kimselere yardımcı olanlar ya da onları bir şekilde destekleyip koruyanlar bu büyük günahın/hırsızlığın ortaklarıdır. Dolayısıyla ister "Çalıyorlar ama çalışıyorlar!" diyen halk, isterse "Şimdi yolsuzların/hırsızların/rüşvetçilerin/komisyoncuların/ihalecilerin üzerine gitme zamanı değil!" deyip onlara destek olan Diyanet ve İlahiyat camiası büyük bir yanlışın ve yolsuzluk bataklığının içine batmıştır. Bir de dini temsil konumunda bulundukları için İslam'ı da bu bataklığın içine çekmişlerdir. Bu konuda  her ne pahasına olursa olsun vazifesini yapan ve yolsuzluğa geçit vermeyen yiğit hakim savcı, polis, bürokrat ve gazetecilerin ise mükafatları Allah'a aittir.   
<< Önceki Haber [Selman KUZU] Devlet malından çalanı korumak! Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER