Sidney'den Meriç'e uzanan gönül köprüsü

Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümetinin baskı ve zulmünden kaçıp Yunanistan'a sığınan yüzlerce ailenin dramı yürekleri burkuyor. Ailelerini, kariyerlerini, bütün birikimlerini geride bırakıp yola düşenler dava arkadaşlarının kendilerine uzattığı yardım eli ile teselli buluyor. Hele çocuklar! Ellerinde küçük hediyelerle gelen amca ve teyzelerini görünce nasıl seviniyorlar... Avustralya'nın Sidney şehrinden uzatılan yardım elinin hikâyesini Enes Cansever, Avustralya Zaman'da kaleme aldı.

Esma Uludağ belgeseli: Erdoğan rejiminin soldurduğu hayatlar...

Sidney’den Meriç’e uzanan gönül köprüsü…
ENES CANSEVER
Merhametin, şefkatin ve adaletin zıddı zulümdür. Kimi zulmün aktörü, kimi sessiz seyircisi, kimi de izleyip alkışlayanı… Merkez üssü Türkiye’de yaşanan dramlar, neredeyse dünyanın her noktasına yayıldı. Bir dokun bin ah işit. Bir zalimin yüzünden, insani sınırları zorlayan sınavlar ve inanılmaz travmalar söz konusu. Merkezi Anadolu olan bir kimlik kırımı yaşanıyor. Bu kırımdan yakalarını sıyırıp, güvenli iklimlere doğru yol almaya çalışanlar var. Çalışıp başaramayanlar, zorlu badirelerden geçip el diyarında, mülteci kamplarında binbir zorluğa göğüs gerenler… Büyük bir deprem adeta… Üç yıldır yaşanan depremin merkez üssü talihsiz ülke Türkiye, vefasız memleketim… Depremin artçılarının en çok yankı bulduğu yer, artçı sarsıntıların can yaktığı en yakın nokta ise hiç kuşkusuz, komşu Yunanistan’dır… Başkent Atina… Atatürk’ün şehri Selanik…

MERİÇ AH MERİÇ…
Can yakan Meriç ve Batı yakası. Bir umutla kendisine kulaç açanları alıp vermeyen Meriç. Anaları, babaları, gençleri, yavruları bağrına alıp saklayan Meriç. Olan bitenler, yaşananlar… Olup bitenleri anlamaya çalışan evlatlar… Bazıları için eza ve cefa dolu dünya çilesinin noktalandığı yer, dar- ı beka ´ya geçiş noktası da olduğu bir hakikat. Meriç’in ve Ege’nin çocukları, deli kurşun misali zulümden nasibini alanlar… Aylan Kurdi, Feridun maden, Emrah Aydemir, Orhan Arslan, Fırat Simpil ya da Abdülkadir Enes… Anne karnında veya baba kucağında muhacir olan ve bu acıları yaşayan minik yürekler… Suriyeli Aylan bebeğin suya kapaklanmış hali… Dalgalarla savrulan minik canlar, küçük bedenler, minnacık eller ve bilmedikleri bir kumsal… Aylan bebek ve babası da Suriye’deki bir başka zalimden kaçıyordu. Yönetemeyenler, yönetemeyince hırçınlaşan, zalimleşenlerden kaçan gençler… İnsan kaçakçılarının insafına terk edilmiş hayatlar, kopkoyu sulara umutla açılanlar…. Azgın sular geçip, sonrasında bilinmedik yollarda günlerce binbir meşakkatle yol almalar… 11 yaşındaki Abdülkadir Enes, 3 yaşındaki Halil Münir, anneleri Ayşe ve babaları Uğur. Abdurezzak ailesi. Yürek burkan, can yakan Meriç yolculuğu… Yine Meriç. 2.5 yaşındaki İbrahim Selim Doğan, anne Aslı, baba Fahretin’in üzüntüye gark eden yolculukları. Yitip giden üç can… Adres bu kez Ege,  bir aile egenin karanlık, soğuk sularında yitip gidiyordu. Beş kişilik Maden ailesiydi bu. Ve niceleri… Haksızlık da etmeyelim, bağrına alıp öte yana taşıdı pek çoğunu da. Umudun nehri oldu büyük oranda. Mazlum olan insanlar için özgürlüğe açıldığı su kadar aziz bir visal kapısı oldu aynı zamanda Meriç… Hasılı Meriç, geçeniyle geçemeyeniyle bütün masumların farklı farklı hatıralara, tecrübelere mazhar oldukları soğuk, can yakan, ama aynı zamanda can kurtaran sırat köprüsü gibi…

YARALI YÜRÜKLERE MERHEM OLMA DÖNEMİ
Sözden eyleme geçme zamanı… Yaralı yüreklere merhem alma vakti şimdi. İmdat çığlıklarına kulak kesilme dönemi. Unutmadık değil mi? Hani bir Esma öğretmen vardı. Meriç’in azgın sularını aşmış, ancak sonraki zorluklara artık güç yetirememişti. Kalbi durmuş, ayrı yaşadığı Almanya’daki eşine ulaşmaya nefesi yetmemişti. Evet, nefes olabilmek, Esma öğretmenlere, Halil öğretmenlere, Ayşe öğretmenlere… Emanetlerine, onlar gibi nice mazluma… Ateş düştüğü yeri yakmasın, kapıları yalnız bad-ı saba açmasın.
İKİ GÖNÜL DOSTUYLA, DÜŞTÜK YOLLARA, MERİÇ’İN BATI YAKASINDAKİ SAKİNLERİNE…
Biz de dokunalım kapılara, ‘biz geldik’ diyelim. Ateş ne yana düşerse düşsün, bizim yüreğimiz de o ateşle kavrulsun. İki dostla, yol arkadaşıyla düştük yollara. İşte böyle bir yolculuktu bizimkisi. Niyet, arzu buydu. Yol alırken bir göçmen de sen oluyorsun. Evet, öyle yapalım, imkânımız varsa düşelim yollara, uzak yakın demeden… Meriç nere, Avustralya nere demeye hakkımız yoktu, dememeliydik de. Acıları, dramları elbette yürek dağlıyor, ama yakından görmeli, acıları bölüşerek azaltmalıydık. Sesiyle, soluğuyla, duasıyla, nefesiyle ve kimsesiyle imdat çığlıklarına kulak kabartma seferberliğidir bugün… Aşıyla, imkanıyla, eliyle, diliyle, kalemiyle hasılı her türlü imkanıyla yaralı yüreklere ve dertlere merhem olma iklimindeyiz. Zira bazı anne ve babaların bu dönemde, zalimden yana yer aldığı bir süreç yaşanıyor. Umarım ortaya koyduklarımız, temiz niyetlerimize halel getirmemiştir. İngilizlerin meşhur şairi ve drama yazarı Shakespeare, çok anlamlı cümleyle özetliyor aslında bugünleri… Acı, ıstırap ve ruh çilesini… Şöyle der Şairlerin Üstadı Shakespeare: “Acıda arkadaş, ıstırapta ortak bulunca ruhun çilesi hafifler.” İnsanlık var oldukça anılacak Anadolu merkezli bu kırımın önemli bir parantezedir Meriç. Yakılacak ağıtların nehridir bu debisi derin yerin adı atık. Sarp yokuşlar, azgın sular geçip Yunanistan’a ulaşanlara arkadaş, yoldaş olmak, ıstıraplarına ortak olmaktır pek tabii bizlere düşen. Shakespeare’nin kulağımıza üflediği sözden sonra hiç durulur muydu? Acıda ve ıstırap arkadaş olma ve hafifletebilme yaşanan acıları… Yol arkadaşlarım Mahmut ve Mehmet beylerle, (Dubai, Londra, Frankfurt ve Atina hattı) 28,5 saatlik bir yolculuktan sonra varıyoruz kadim şehre, bizi uyutanların masallarında dile getirdiği  “düşman” ülkeye. Rehberlerimiz 3 milyon mülteciden bahsediyor, dile kolay. Şunu söylemeden geçemeyiz: Ülkelerini yönetemeyen beceriksiz yöneticiler yatağı Ortadoğu. Beceriksizliklerini düşman bellediklerinin boynuna asan, hep “dış düşman” masalını okuyan yöneticiler. Halklarını mutlu kılamayan ve zalimleşen, zalimleştikçe insanlarının kendilerinden kurtulmak için ölüme yürüdüğü, can yaktığı yöneticiler. Afganistan… Pakistan… İran… Irak… Suriye… Ve ‘Bir Millet” aynı zilleti yaşayan iki devlet olan Azerbaycan ve Türkiye… Ve diğer Ortadoğu ülkeleriyle Afrika kıtasından kampları dolduran insan yığını… Çaresiz, aç ve bîilaç topluluklar…

CADI AVININ KURBANLARI…

Türkiye’den binlerce KHK mağduru mülteci var. Bunlar, her kademeden cadı avının kurbanları. İyi eğitimli, nitelikli mülteciler bunlar. Herkesin ayrı bir dramı, bambaşka can yakan, yürek parçalayan bir hikâyesi var. Kulak kesilip dinleyince, ah edip inliyorsunuz. Yokluğa mahkûm edileni mi dersin? Cezaevinde bir insanın yapmayacağı işkencenin her türlüsünü yaşayanı mı dersiniz? Meriç’in iki yakasında defalarca ölümü soluklayanı mı dersiniz? Evet kulak kesildik, acılara şahit olduk, ıstıraplı yürekler gördük, yanan sineleri yakinen tanıdık. Umarım acı ve ıstırapları bir nebze de olsa azalmıştır dokunabildiklerimizin.

KARINCANIN HAC YOLCULUĞU GİBİ BİZİMKİSİ…
Aslında öyle, karıncanın hac yolculuğu bizimkisi: Karınca kararınca… Derler ki, İbrahim, Nemrud ateşindeyken, bir karınca su taşır ateşe, karıncayım demez, küçücük bedeni unutur, çabalar durur. Velhasıl netice de kocaman olur inşaallah. “Geride karanlık görüyordum.” diyerek, önce doğduğu şehri Van’dan, sonra da  büyüyüp boy verdiği doğma kenti Ege’nin güzel şehri İzmir’den göç ede ede Türkiye’yi terk etmek zorunda kalanlar arasında Aydın İşleyen de, aynı acıları yaşıyor. Rahat verilmedi, ülkesini o da terk edenlerden. Sığındığı Atina‘nın sokaklarında yanında memleketinden ancak getirebildiği sazının tellerine dokunarak, yanık ve içli sesiyle; ‘Uçun kuşlar, İzmir’e doğru‘yu söylüyor ve memleket hasretini dile getiriyor. Devir değişti, ecnebiler çağ atladı ama talihsiz Anadolu(m)’da zulüm adete tırpan yemiş yabani ot misali, boy verip  duruyor. Nazım Hikmet de, Cem Karaca da on yıllar önce sürgün hayatını ve vatan hasretini çektiler. Yıllar değişse de, değişen bir şey yok… Karaca da, bugün hasretle yanıp tutuşanlar gibi; vatan özlemini gidermek için Kos adasına gelip uzun uzun Bodrum’un ışıklarını izlemişti. Dedim ya, herkesin hikâyesi avuç içi çizgiler gibi; hiç birbirine benzemiyor. Türk’ü, Kürt’ü… Sağcısı da, solcusu da… İnananı ya da inanmayanı. Alevisi veya Sünnisi, fark etmez. Meriç’in kıyısındaki ayazı da, Madımak’ın kavurucu ateşi, yakıcı Temmuz’u da… Hâsılı, herkesi yakan aynı ateş…

Bu topraklarda zülüm hiç adresi sormadı ki, sadece adres değişikliği yaşandı… Son sözü, biri sırtında, diğerleri ağlayarak 3 evladıyla Meriç’in çileli yolculuğu sırasında Atina tarafına geçerken çektiği vidosuyla yürekleri burkan Esma Öğretmenin şu duasıyla tamamlayalım: “Rabbim yardımcısı olsun gelmek isteyenlerin...” Dileğimse Meriç, bundan sonra hep özgürlüğe, güzelliklere ve hayra dolu dolu aksın inşaallah. Acıda kardeş, ıstırapta can olunca Meriç’in etrafındaki çile daha hafifler.  Öyle değil mi? 
[email protected]
<< Önceki Haber Sidney'den Meriç'e uzanan gönül köprüsü Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER