Sistemli ve bilinçli hareket 4: Etraflıca ele almadan olmaz
İnsanların güneşleri konumunda olan peygamberlerin hayatlarının gayesi insanlara Hak ve hakikati anlatmak olmuştur. Dolayısıyla yeryüzünde bundan daha önemli bir iş ve görev yoktur. Bu en kıymetli işi yaparken sistemli ve planlı hareket edilmesi ve günümüz dünyasına en uygun ve en geçerli olan metot ve yöntemlerin kullanılması gerekir.
Ayrıca bu tebliğ (anlatma) ve temsil (yaşayarak gösterme) vazifesi
sadece belli insanlara mahsus bir iş değildir. Bu, hakikate uyanmış her bir
insana yüklenmiş ve içinde bulunduğu şartlar her neye elveriyorsa onları
değerlendirmek suretiyle yerine getirilmesi gereken farzlar üstü (ötesi) bir
sorumluluktur.
Bu iş için illaki bir sistem dahilinde bazı hizmetlerde görevlendirilmek
gerekmez. Herhangi bir resmi veya gayri resmi vazife verilsin veya verilmesin
herkes bulunduğu şartları, imkânları ve ortamları değerlendirerek üstüne düşeni
yerine getirmekle sorumludur. Ötelerde “ne yapayım bana bu konuda vazife
vermediler ki ben de hizmet etseydim” diye bir mazeret kurtarmayabilir. Aksine
“sana verilen imkânları ne kadar bu uğurda değerlendirdin” diye hesaba çekilme
söz konusudur:
“Eski ve yeni bu mevzuda aklımıza gelen bütün metot ve usûlleri yeniden
gözden geçirip devrimize tatbiki mümkün olan ve neticeye götürücü olduğunu
kabul ettiğimiz prensipleri pratiğe dökme en birinci vazifemizdir. Meseleyi
sadece öğretmen, talebe, imam, müezzin, okul ve cami çerçevesine sıkıştırmak da
doğru değildir. Belki Allah karşısında mükellef olan herkes usûlü dairesinde
hemen her yerde hizmet vermelidir.
İnsanoğlu, hayat boyu âdeta hep talebelik eder. Diğer bir ifade ile,
insan için en mühim, en hayatî mektep hayattır. Hususî mânâsıyla mektep, ancak
hayatın cüz'î bir kısmına ait meseleleri üzerine alıp tekeffül edebilir…
Hâlbuki geniş ve umumî mânâsıyla hayat mektebinde her bir fert, hem bir
çıraktır, hem hoca, hem de üstad. O, bir taraftan öğretirken diğer taraftan
yeni yeni şeyler öğrenme durumundadır…
Hayata atıldıktan sonraki dönemde de hem kendi bir şeyler öğrenecek hem
de elde ettiği fikir meyvelerini çevresinde bulunanlara takdim etmeye
çalışacaktır. Onun için her bir fert yaş ve seviye ne olursa olsun, anlatılması
gereken hususları etrafına anlatmak mecburiyetindedir. Bu onun en hayatî
vazifesidir. Zaten bizim varlık gayemiz de budur…
Meseleye bu zaviyeden ehemmiyet atfederek bakan bir insan için, riyasete
(idareye) giden kapılar ardına kadar açılsa ve ona, herkesin gözünü diktiği en
yüksek dünyevî bir makam dahi teklif edilse ve mutlaka ikisinden birini tercih
durumunda bırakılsa; muhakkak o, bu vazifeyi diğerine tercih edecektir.
Zira o bilmektedir ki bu, nebilere, sıddîklara ait bir vazifedir. Orada
Allah Resûlü vardır, Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali (radıyallâhu
anhüm ecmain) vardır. Büyük ölçüde beri tarafta var olanlar ise, zalimlerdir,
şeddatlardır... Bunların vazifesi de mânen beslenmediklerinden, içinde bin bir
kinin, nefretin yalanın kuyruğunu dikip akrep gibi gezindiği bir vazifedir.
Hâlbuki diğeri, nur hüzmeleri ile ve nuranîlerle her zaman ışıl ışıldır.” (Tebliğ Metodumuz Nasıl Olmalıdır?) (Tebliğ Metodumuz Nasıl Olmalıdır?)
İşte bu en önemli işi yerine getirirken kullanılacak metot ve yöntemler
de ona göre olmalıdır. Önceki yazılarda ele aldığımız ve günümüz hizmetleri
açısından başvurulması gereken bu metotlardan yedincisiyle devam edelim
inşallah…
Hak ve hakikati anlatacak insanların muhatapları tarafından güzel bir
kabule sahip olmaları gerekmektedir. Eğer onlar anlattığından dolayı insanlarda
bir reaksiyon ve kabullenmeme meydana gelecekse orada onların anlatmaması daha
doğru bir iştir.
Yani “biz anlatırız ister kabul etsinler isterse etmesinler” diye bir
yaklaşım asla kabul edilemez ve bu Hak ve hakikate karşı en büyük bir
saygısızlık olacaktır. Bu iş ciddiyetle ele alınıp bir sistem dahilinde
planlanması gereken bir iştir. Bu hususta ciddi müzakereler yapmalı ve en
verimli yol ve yöntemler kullanılmalıdır:
“Yedincisi: Eğer bir meseleyi bizim anlatmamız bir kısım vicdanlarda
reaksiyon ve tepkiye sebep olacaksa, "Hakkın hatırı âlidir." diyerek
o meseleyi bir başkasına anlattırmak hoşumuza gitmelidir. Burada dikkat edilmesi gereken bir incelik var. Başkasının anlatmasına
razı olmak başkadır, ondan hoşlanmak daha başkadır. İşte bizler ikinci durum
çerçevesine göre, ondan hoşlanmalıyız, nefsin hiç hoşlanmadığı durumlardan
birisi de budur. Ve bu, bir civanmertliktir.
Bazı kimselerin şahsımıza ait bir durumdan ötürü bize reaksiyonları
olabilir. Bizim anlatacağımız her şey onlarda aksi tesir yapabilir. Bu durumda
kalkıp bir hak ve hakikati ona anlatmamız, anlattığımız şeyi kabul etmemesi
için gayret sarf etmemizden farksız olacaktır. Böylece o, bir hakkı kabul
etmemekle ziyan edecek, biz de bir hakkın kabulüne mâni olduğumuz için kendi
adımıza zarara uğrayacağız. Bunun çaresi, o mevzuu ona, bizim değil de bir
başkasının anlatmasıdır. Böylece o hakkı kabul edeceği gibi, biz de vesile
oluşumuzun sevabını aynen ona o hakikatleri anlatan kadar kazanmış olacağız.
Nasıl ki, imarete talep, Allah Resûlü tarafından hoş karşılanmadı; öyle
de, bir yerde konuşmaya talip olmak da hoş karşılanmamıştır. O daima bu gibi
vazifeleri kendi inisiyatifini kullanarak lâyık ve ehil olanlara verirdi.
Bu itibarla, insanlara kim nüfuz edip herhangi bir meseleyi daha iyi
anlatacaksa, herkes onun için konuşma zemini hazırlamalı ve diğerleri de
dinleyenler arasında bulunmaktan rahatsızlık duymamalıdır.” (Tebliğ Metodumuz Nasıl Olmalıdır?)
Görüldüğü üzere, iş çok ciddidir. Eğer bizim anlatmamızdan dolayı kabul
görmeyecekse, bunun çok büyük bir zararı hem muhataplara hem de anlatana
dokunacaktır. İşin derdini ve sancısını çekerek, enine boyuna düşünmeli, kime
anlattırılacağı ve en etkili bir tebliğ için şartların nasıl olacağı
belirlenerek bütün bunları gerçekleştirmeye çalışmalıdır. Bu durumda değil
sadece anlatan emeği geçen herkes elde edilecek sevaba ve faydaya ortak
olacaklardır.
Günümüzde yaşanan süreçte bazı mürşitlere karşı toplumda bazı
reaksiyonlar gelişmiştir. O yüzden eğer muhataplarda bu reaksiyon tespit
ediliyorsa, orada güzel bir kabul görecek olanlara tebliğ (anlatma) işi
verilmelidir. Kendisine karşı reaksiyon gelişen mürşitlerin kenara çekilip
başkalarının anlatmasına imkân sağlamaları ve onları ileri sürerek bu işi
onlara yaptırmaları zaruridir. Diğer taraftan, tebliğ potansiyeli olan bu
mürşitlerin kendilerine hüsnü kabul (güzel kabul) görebilecekleri yerlere hicret
etmeleri en doğru bir yol olacaktır.
Bugün yaşanan süreçte evlatlarında kendilerine karşı reaksiyon meydana
gelen ve başlarına gelen bela ve musibetlerden evlatları tarafından sorumlu
görülen anne ve babaların durumu da aynı şekildedir. Bu yaşadıklarından dolayı
evlatlarında anne ve babalarının anlattıklarına karşı bir önyargı ve
tepkisellik meydana gelmiş olabilir. Bazı çocuklar tekrar bu bela ve
felaketleri yaşamamak için anne ve babalarının takip ettikleri Hizmet ve hatta
dini yaşama düşüncesinden uzaklaşmayı tercih etmiş olabilirler. Eğer böyle bir durum varsa bu anne ve
babaların tebliğ (anlatma) işini başkalarına ve özellikle de akranları olan
rehber talebelere yaptırmaları gerekir.
Aksi takdirde ne kadar samimi ve yürekten olurlarsa olsunlar ve ne kadar
güzel bir anlatım yaparlarsa yapsınlar bu yaptıkları kabul görmeyecek ve belki
de evlatlarının daha da uzaklaşmasına yol açabilecektir. Bunun yerine onlara
düşen vazife, evlatlarının doğru beslenebilecekleri bu ortamları ve insanları
hazırlama ve evlatlarını onlarla buluşturma adına sürekli bir ceht ve gayret
içinde bulunmalarıdır. Bunun dışında kendileri en güzel bir temsil ile
yaşayarak onlara örnek olmaya çalışmalıdırlar.
Diğer taraftan evlatları ile iletişim problemi olmayanların onlara
hakikatleri anlatmasında tabi ki bir problem yoktur. Ayrıca çocuklar belli bir
yaşa kadar ebeveynlerinden gelecek telkinlere ve anlatımlara açıktırlar. Bu
durumlarda anne ve babaların onlara en güzel şekilde temsil ederek ve
sevdirerek tebliğ işini yapmaları çok büyük bir öneme sahiptir. Bu zamanlar
altın değerinde kaçırılmaması gereken en büyük fırsatlardır.
Bu haberler de ilginizi çekebilir
En Çok Okunanlar

PROF. DR. OSMAN ŞAHİN

SAFVET SENİH

CUMA KARAMAN

ERTUĞRUL İNCEKUL








