Tek çare kaldı, o da gecikmeden...

Gazeteci Yavuz Baydar, referandum sonucunu değerlendirdiği yazısında önemli tespitler ve uyarılarda bulundu

SHABER3.COM

Tek çare kaldı, o da gecikmeden...

Bu referandumun özü ve amacı belliydi: Türkiye'nin 1946'dan bu yana iyi-kötü işleyen, daha iyiye hep açık kalmış parlamenter sistemini bir daha geri dönüşü olmayacak şekilde alaşağı etmek.

''Boşuna uğraşmayın. Atı alan Üsküdar’ı geçti, haberiniz yok."

Böyle mi diyor 'Başkan' Erdoğan?

Aynen böyle diyor.

Size ters gelebilir ama söyleyeyim:

Yerden göğe kadar haklıdır.

İş bitmiştir.

Şimdi kopan CHP ve HDP kökenli yaygarayı da, kimse kusura bakmasın, hayretler içinde izliyorum.

Neymiş, mühürsüz oy pusulaları ve zarflar yüzünden bu referandum şaibeliymiş.

Neymiş, CHP açık sayım kuralı çiğnendiği için YSK'den referandumu iptal etmesini istemiş, eğer kabul edilmezse Anayasa Mahkemesi'ne, o da olmazsa AİHM'e başvuracakmış.

Vay canına.

Ve de hayırlı başarılar.

Ben bu kadar çok sayıda balık hafızalı insanın bir arada bulunduğu, idrak sorunu bariz bir ahali görmedim.

İzin verirseniz izah edeyim, hem de yanlış anlaşılmasın:

Bu referandumda bir yığın dalavere katakulli madrabazlık döndüğünden benim de zerre kadar kuşkum yok.

Referandumda medya diye bir şeyin olmadığını, kamusal tartışma denen elzem hadisenin esamesinin okunmadığını, Hayır cephesinin mağdur edildiğini de biliyorum.

AGİT'in bugün açıkladığı rapor da zaten ayan beyan herşeyi ortaya döküyor.

Bunlar ayrı.

Benim hayretim, başta CHP olmak üzere bir ton muhalefet mahfilinin sanki Erdoğan döneminde bunlar ilk kez oluyormuş gibi kendilerini ortaya atarak dövünmelerine ve aynı kum havuzunda kürek çalmalarına.

Bakın, hatırlayalım.

Hatırlamak için de, üzerine çöken yolsuzluk dosyaları kabusundan silkinip hukuk düzenini tarumar ederek kendisine cumhurbaşkanlığı seçiminin yolunu söke söke açan Erdoğan'ın, sınır kural tanımadan Ağustos 2014'te cumhurbaşkanlığını devraldığı günlere geri gidelim.

Bir kere o seçim de kılpayı bitmiş, Erdoğan % 51.79'la cumhurbaşkanı olunca, 'sen bizim cumhurbaşkanmız değilsin, iki kişiden biri sana hayır dedi, olmaz öyle şey' babından yaygara kopmuştu.

Hatırlayın.

Erdoğan hiç tınmadı.

Oralı bile olmadı.

Seçimden beş gün sonra, YSK başkanı Sadi Güven, 15 Ağustos'ta o kesin sonucu açıkladı ve resmileştirdi.

Bunun ardından daha büyük bir yaygara koptu.

Anayasa'ya göre cumhurbaşkanı seçilen kişinin başbakanlık ve parti üyeliğinden ayrılması gerekiyordu.

Bunun için de, YSK'nin resmi seçim sonucu kararının Resmi Gazete'de yayınlanması beklendi.

Beklendi de beklendi.

Beklendi de beklendi.

Ve ne zaman Erdoğan Başbakanlığa Davutoğlu'yu 'tayin etti', ancak o zaman Resmi Gazete baskıya girdi (!)

Anamuhalefet partisi CHP, Recep Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı seçilmesinin ilanından itibaren hem Başbakanlık hem de AKP Genel Başkanlığı’ndan istifa etmeyip bu görevleri devam ettirmesi nedeni ile etkili başvuru, adil yargılanma ile seçme ve seçilme haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek 25 Ağustos 2014 tarihinde Anayasa Mahkemesi’ne başvurmuştu.

CHP başta kendisi, bazı safları inandırmaya çalışıyordu ki, denge denetim sistemi işleyecek, ve adalet yerini bulacak, Erdoğan 'aa tamam' diyerek iki görevinden de istifa edecek.

Falan filan.

Ne oldu?

Anayasa Mahkemesi'nin 9 Eylül 2014 tarihinde açıklanan kararında başvurucuların, ihlale neden olduğunu ileri sürdükleri hususlardan 'mağdur olmadıklarını' vurgulayarak, başvurunun diğer kabul edilebilirlik koşulları incelenmeksizin ‘kişi yönünden yetkisizlik’ nedeni ile kabul edilemez olduğuna oy birliğiyle karar verildiği açıklandı.

AYM de, YSK gibi görevini 'yerine' getirmiş miydi?

Getirmişti.

Ağustos sonlarında, hiç unutmam, 'efendim acaba istifa etmeyi düşünüyor muydunuz?' şeklindeki kibar sorulara Erdoğan malum üslubuyla gayet net cevabını yapıştırmıştı:

'Ne istifası? Ya gidin işinize ya!'

Çünkü atı alan daha o zamandan Üsküdar'ı geçmişti.

Bilmem anlatabiliyor muyum?

Bakın daha bir tane tane izah edeyim:

Sistem ayarlarının ta Gezi olaylarından başlayarak, 17-25 Aralık sonrasında ivme kazanarak Ağustos 2014'te iyice bozulduğu, hemen sonra Türkiye'nin tarafsız cumhurbaşkanlığına elveda dediği bir dönemden kopup geldik bugünlere.

Araya (CHP'nin başrol oyuncusu olarak girdiği) HDP'lilerin kürsü dokunulmazlığını lağvetme, 15 Temmuz'daki karanlık darbe girişimi ardından Yenikapı üzerinden göz boyama, cadı kazanı kaynatma, 190 medya kuruluşunun kökünü kurutma süreçleri de yaşanarak sistem iyice zıvanadan çıkarıldı mı?

Hem de nasıl.

15 Temmuz'un 'intikamı' diye lanse edilen 16 Nisan'da, sanıyor musunuz ki, memlekette hukuk devletinin, adalet mefhumunun zerresi kalmıştı?

Sanıyor musunuz ki, AYM'si, HSYK'si, ve de YSK'si ile devlette ayarları bir arada tutacak özerk kurum, yargı yapısı vardı?

O halde, biz neden 'varmış gibi' yapan bir CHP'nin, namevcut bir yargı mekanizmasına başvurularıyla sonuç almasını bekliyoruz?

Biz salak mıyız?

İnsanlarımıza böyle boş umutlar zerketmek ahlaksızlık değil mi?

Bakın, hakkında yaygara kopartılan şaibeli oy sayısı 45 - 50 bin filan değil.

Sözü edilen oy farkı 1 milyon 300 bin.

Ne kadar hilekar olursa olsun, bir iktidar partisinin bu kadar kör gözüm parmağına madrabazlık yapma ihtimali hiç de sanıldığı kadar yüksek değil.

Ters gelecek bir şey daha söyleyeyim:

Olacağı yok ya, diyelim YSK veya AYM bu referandumu geçersiz ilan etti.

Tekrar yapılsın dedi.

Siz sanıyor musunuz ki, Hayır oyları 'tekrar'da galip gelecek?

Tam tersine, böyle bir 'kurumsal şok' üzerinden yapılacak komplo propagandası ile, oyunu Hayır'a kaydırmış olan ne kadar AKP'li ve milliyetçi muhafazakar varsa, olduğu gibi Evet'e dönecektir.

O zaman, en az % 55 oy oranı ile, bu kez daha sağlam bir Erdoğan zaferine tanıklık ederiz.

Bundan adım gibi eminim.

Peki, ne demek istiyorum?

Şunu:

Bu referandum ta baştan yaptırılmamalıydı.

Engellenmesi için anamuhalefet elindeki tüm demokratik direniş olanaklarını sonuna kadar kullanmalıydı.

Erdoğan'ın Ağustos 2014'ten itibaren hızlandırdığı iktidara şahsen el koyma oyununun kurgusu bozulabilirdi ve bozulmalıydı.

Bu referandumun özü ve amacı belliydi:

Türkiye'nin 1946'dan bu yana iyi-kötü işleyen, daha iyiye hep açık kalmış parlamenter sistemini bir daha geri dönüşü olmayacak şekilde alaşağı etmek.

Bu, Cumhuriyet tarihinde eşine rastlanmamış bir sivil karşı darbe durumunu ifade ediyordu ve mevcut siyasi koşullar, böyle bir olağandışı hamleye aynı ölçüde olağandışı hamleyle cevap verilmesini şart kılıyordu.

Erdoğan'ın oyununu bozmanın tek yolu derhal Anayasa Komisyonu'ndan çekilmek, ve CHP olarak topluca TBMM'den istifa ederek erken seçimin yolunu açmaktı.

Bu hamleye büyük olasılıkla HDP de - zaten mağdurdu - katılabilecekti.

Ama CHP için bu elbette ki kendi çıkar ve ayrıcalıklarına aykırı bir durumdu. Onlar için sine-i millet arada sırada raftan çıkarılan bir süslü sözden ibaretti. TBMM konforlu bir mekandı.

Sonunda ne oldu?

Erdoğan'ın senaryosuna tıpış tıpış uyuldu.

HDP'ye uzak duruldu.

Muhalefetmiş gibi yapılıp hayır oylarının üstün çıkması umuldu.

Peki CHP, 2014'ten bu yana Erdoğan için kural ve ilke kalmadığını, hak aramak için legalist tavırların hiçbir anlam ifade etmediğini, AYM vs başvurularının, tamamen nüfuz altına alınmış yargıya gitmenin boşa kürek çekmek olduğunu bilmiyor mu?

Bilmiyorum, cevabını size bırakıyorum.

Bunca kepazeliğe rağmen, CHP'nin 16 Nisan ardından sanki bu ülkede kurumlar yerli yerindeymiş gibi - evet 'gibi' - top koşturması bana son derece tuhaf geliyor.

Acaba CHP, referandum sonrası başlayacak seçim sistemi tartışmalarından kendisine 'iki partili TBMM' gibi bir fırsat çıkacağını mı umuyor?

Acaba böyle bir danışıklı dövüş mü söz konusu?

Bilmiyorum, sadece soruyorum.

Siz de sorun.

Değerli meslektaşım Çiğdem Toker'in Cumhuriyet'te bu konuya değinen yazısından 'huylandığım' için bunu sizlerle paylaşıyorum.

Şu noktaları vurgulayıp bitireyim:

* Kimse, bu referandumun iptal veya tekrarını beklemesin. Olmayacak. Atı alan Üsküdar'ı geçmiştir.

* 'Sonuç meşru değildir' yaygarasına Erdoğan asla pabuç bırakmaz. Ta 2014 Ağustos'undan beri buna bağışıklı ve şimdi tabanı daha da kararlı. Bu yaygaranın nefes tüketimi dışında hiçbir anlamı yok.

* AGİT raporunun da bir yaptırım gücü yok. Tavsiyeler demetidir. O kadar. Bir kulaktan girer öbüründen çıkar.

* Dış dünyanın sonuçla ilgili meşruiyet kuşkusu dile getirmesi de büyük bir önem taşımayacaktır. Çünkü ABD ve AB için günün sonunda, 'güçlü lider-istikrarlı yönetim' ağır basacak ve iş zamana - yani ekonominin dalgalanmasına - bırakılacaktır.

* Muhalefetin bir sonraki hesaplaşma için 2019'a kendisini odaklaması, 2014'ten beri süren aymazlığın devamı olacak ve daha da ağır bir yenilgiyle sonuçlanacaktır.

* Erdoğan, 16 Nisan'dan aldığı yetkiyi OHAL'le betonlayıp, önümüzdeki bir buçuk yılı, bir on yıllık iktidar için ustaca kurgulama şans ve imkanına sahiptir. Bu, onun 'oyun kurucu'luğunun devamı için tam bir Allah'ın Lütfu'dur.

* Şu anda yapılacak tek bir şey vardır: Sonucu sorgulamak yerine AKP-MHP bloğunun 15 puanı da aşan kaybını sağlam bir kafayla değerlendirmek ve, eğer referandum sonucu bir gerekçe ise, derhal CHP olarak 'biz bu sonucu tanımıyor ve erken seçim istiyoruz' diye eldeki tek yolu kullanarak topluca TBMM'den istifa etmek.

* Çare var mı? diye soranlara dediğim budur. Kalan tek çaredir.

* Altını çizeyim: Bu anamuhalefet, içi boş bir legalizm ile AYM'ydi şuydu buydu başvurularıyla yetinip insanların umutlarını sömürmekten vazgeçmez, işi zamana bırakırsa, Türkiye ahalisi bundan böyle tamamen bir 'tek adam'ın insaf ve merhametine emaneten boynu bükük yaşamaya devam edecektir. Yazmadı söylemedi demeyin.

Yavuz Baydar / artigercek.com
<< Önceki Haber Tek çare kaldı, o da gecikmeden... Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER