Türkiye'de demokrasinin vahim durumu

"Tüm muhalif sesleri keserek olayların üstünü örtmeye çalışmalarına rağmen darbe yapmakla suçladıkları her üç grubun masum olduğuyla ilgili örnekler her geçen gün artıyor."

SHABER3.COM

 2002 den sonraki yıllarda iktidar partisi ülkede demokrasi ve hukuk normlarını geliştirmesiyle tüm dünyanın beğenisini kazanıyor ve ilgi odağı haline geliyordu. Ancak bir süreden beri kurmay kadro istedikleri hedefe ulaştıklarını düşünüyor ve demokrasi treninden inmeye karar vermiş gibi bir görüntü çiziyor.  Üzerindeki kuşkuların hala kalmadığı senaryo izlenimi veren 15 Temmuz'dan sonra Türkiye hızla demokratik hukuk devletinden uzaklaştı, diktatörlüklere özgü tek adam yönetimine doğru eviriliyor.

15 Temmuz'dan sonra ilan edilen ve 7 kez uzatılan OHAL döneminde devleti tek başına yönetme gücünü suistimal ederek çıkarılan 32 KHK ile hem 15 Temmuz sırlarının üstü örtülüyor hem de yargıdan medyaya ondan bağımsız birimlere kadar devletin tüm kontrol mekanizmaları Erdoğan’ın eline geçiyor.

Darbeyle suçlananlar hakkında hiçbir delil ortaya konulamazken 15 Temmuz'un tüm fırsatlarından Erdoğan’ın kendinin yararlanması ister istemez onu darbenin bir numaralı şüphelisi haline getiriyor. Bundan kurtulmak ve 15 Temmuz'un yükünü birilerin sırtına yıkmak için olmadık sahte yöntemler kullanılıyor. 15 Temmuz'un sorumlusu olarak gösterdikleri kesimler hakkında bir delil ortaya koyamayınca hukuk sistemi dışına çıkıyor hatta sahte deliller üretmeye çalışıyorlar.

15 Temmuz'a karışmakla suçlayıp yargısız infaz etmeye çalıştıkları toplum kesimlerini 3 grupta toplamak mümkün.

-Komutanlarının emriyle olay yerine gönderildikleri halde sonrasında 15 Temmuzla suçlanan askerler.

-Hiç olaylara karışmadığı halde 15 Temmuzla suçlanıp tutuklanan ve daha sonra hakkında sahte delil üretilenler.

-Hiç delile gerek duymadan tutuklanıp sonra yasal eylemleriyle suçlu ilan edilen ve cezalandırılanlar.   

Tüm muhalif sesleri keserek olayların üstünü örtmeye çalışmalarına rağmen 15 Temmuz'u yapmakla suçladıkları her üç grubun masum olduğuyla ilgili örnekler her geçen gün artıyor. Ahmet Dönmez, Adem Yavuz Aslan gibi yurtdışında olduğu için hala olayları iktidarın baskısından bağımsız değerlendirme şansı olan bazı gazetecilerin mahkeme kayıtlarından araştırıp aktardıkları, basına ve sosyal medyaya düşen mağdurların beyanları perde arkasında dönen kirli oyunları bir bir açığa çıkarıyor.

KOMUTAN EMRİYLE OLAY YERİNE GÖTÜRÜLENLER

Ülkedeki yoğun sansür iklimine rağmen köprüye komutan emriyle götürülüp sonra darbe yapmakla suçlanarak müebbet hapis cezasına çarptırılan askeri öğrencilerle ilgili her gün trajik bir örnek ortaya çıkıyor. Son günlerde ciğerparesi hapiste kalbi kırık bir annenin sesini duyurmak için sosyal medyadan Emine Erdoğan’a hitaben yazdığı mektup bunlardan biri:

Hukuk sisteminin çöktüğü hukuk adamlarının sağır ve dilsizleri oynadığı bir ülkede Bayan Erdoğan’ın belki kadın hassasiyetiyle olaya müdahil olabileceğini umarak ona mesaj göndermeye çalışan bir annenin bastıramadığı çığlıkları.

20 yıl önce şehit edilen bir asker eşi olduğunu aktardıktan sonra harbiye öğrencisi olan kızı Nimet Ecem ve arkadaşları gibi gencecik insanlara adalet dağıtması gereken mahkemelerde koca koca hâkim ve savcıların 3 yıldan beri nasıl zulmettiğini haksız yere Silivri’de yattırdıklarını, talimatla hukuksuz yargılama yapılarak müebbet hapis cezasına çarptırıldıklarını anlatıyor. Ardından kimseden merhamet beklemediğini mahkemelerden umutlarını kaybettiklerini eğer vicdanı varsa bu olaya sessiz kalmaktan vazgeçip müdahale edeceğini umduğunu aktarıyor.

Yalova’dan komutanlarının emriyle köprüye getirildiği halde darbe yapmakla suçlanıp müebbet hapis cezasına çarptırılan yaklaşık 350 askeri öğrenci ve ailesinin feryatları göğe yükseliyor ama Türkiye mahkemeleri tüm gerçeklere kulak tıkamış adalet dağıtacağı yerde iktidarın zulmüne ortak oluyor.

Furkan Çetinkaya’nın annesi Melek Çetinkaya, “Onu devlete teslim ettim sonra Silivri’de buldum mahkeme gerekçeli kararı ancak 11 ay sonra yazabildi”

Yusuf Uyanık’ın annesi Emine uyanık, “Çocuğum daha birinci sınıftaydı onun emin ellerde olduğunu sanıyordum”

Yasin Türedi’nin annesi Nurdane Türedi “Onu ben değil devlet yetiştirdi ve 17-18 yaşındaki oğluma acımadı onu hapse attı” diyerek boğucu korku ortamında buldukları ilk fırsatı kullanarak sessiz çığlıklarını aktarmaya çalışıyorlar.

Bunlar sesini duyurabilen ailelerden bazıları ancak yönetimdekiler iktidar hırsıyla hiçbirini görmüyor yaptıkları zulüm için hiç vicdanları sızlamıyor. Kurulan basın imparatorluğu sayesinde masum öğrenci ve ailelerin feryatları şimdilik toplum tarafından duyulmasını da engelliyorlar ve hala insani duygularını kaybetmediklerini sanıyorlar.

Aynı şekilde tatbikat için Genelkurmaya gönderilen özel kuvvetler ekibi, Akıncı’dan kalkan uçak pilotları, denize açılması istenen savaş gemisi komutanları, kışlalarından çıkan tankları kullanan askerlerin de suçlanabileceği hiçbir delil yok. Emri veren komutanlar kahraman ilan edilirken bu emirlere uymak zorunda olan masum asker ve subaylar darbeye kalkışmakla suçlanıyor. Kendileri de tutuklanma baskısıyla tehdit altında olan bu askerlerin aileleri seslerini duyurmaya bile cesaret edemiyorlar.

HAKKINDA SAHTE DELİL ÜRETİLENLER

Talimatla olaylara karıştırılanlar yanında hiç olaylara karışmadığı halde hakkında sahte delil üretilerek müebbet hapis cezasına çarptırılanlar da var.

Dönmez’in aktardığına göre 15 Temmuz sonrası olaylara bir şekilde adı karıştırılan askerlerin yargılandığı dava dosyalarında ilginç detaylar yer alıyor.

O gün Malatya’daki askerlerin hiçbirisi darbe girişimine katılmıyor bu yüzden de darbe yanlısı olduğunu gösteren delil bulmakta zorlanılıyor. Ancak önceden belirlenmiş bazı isimleri darbeyle suçlamaya karar vermiş iktidar partisi gerekçe göstermeden komutanları tutuklatıyor. Ardından Savcının MİT görevlileriyle birlikte üssü ziyaret ettiği ve oradakilerle yaptığı toplantıda Hava Pilot Kurmay Albay Tayfun Tuna gibi bazı subaylar aleyhine delil üretilmesi talimatı verdiği toplantıya katılanlar tarafından mahkemede açıkça belirtiliyor.

Savcı’nın MİT’le birlikte verdiği talimattan sonra yeni göreve gelen Tuğgeneral Erdoğan Gür “tutuklanan 10 pilotun dosyaları boş bu dosyaları kabartmalıyız değilse bu adamları suçlayamazlar” emrini veriyor. Bunun üzerine toplantıya katılanlardan Albay Şaban Delioğlu gibiler diğer üs personeli ile tek tek görüşüp onlardan “bu adamlar darbe yanlısı davrandılar” şeklinde ifade vermelerini istiyor.

Malatya davasında tutuklananlar hakkında basına tanık beyanı olarak yansıtılan Adem Huduti’ye ait olduğu iddia edilen, “Ne yaptınız çocuklar beni de yaktınız” sözünün, Avni Angun ve Emin Ayık’a ait olduğu söylenen, “Ne yapalım komutanım başaramadık” şeklindeki sözlerinin suçlamalarda kullanılmak üzere yalancı tanık ifadeleri ile üretilmiş sahte delil olduğu ortaya çıkıyor.

Suçlanan her üç komutanda aralarında böyle bir konuşmanın geçmediğini mantıki delilleriyle anlatıyor. Ancak önceden kararlarını vermiş olan mahkemeler tutanaklara geçen bu ifadeleri de dikkate bile almıyor.

Daha sonra toplantıya katılıp sahte delil üretilmesi işine karışanlar üst görevlere getirilip ödüllendirilirken haklarında yalan beyanlarla suç üretilen ordu komutanı Huduti 15 yıl, 3 general-4 Albay-2 Yarbay-4 binbaşı-2 yüzbaşı müebbet hapis cezalarına çarptırılıyor.

Bu olay basına yansıdığı için MİT ile savcının ortak çalışma yaparak masum insanlar hakkında sahte delil üretildiğini öğrenme şansımız oldu. Diğer mahkemelerde verilen kararlarda MİT le savcıların nasıl ortak çalıştıklarını ve masum insanları nasıl sahte delillerle suçlu ilan ettiklerini şimdilik bilmiyoruz. AKP iktidarı devlet birimlerindeki tüm veri kayıtlarını silmeye çalıştığı gibi ilerleyen dönemde mahkeme kayıtlarını silmezse başka örnekler de ortaya çıkar.

HİÇ DELİL OLMADAN TUTUKLANIP CEZALANDIRILANLAR

Sahte delille hakkında suç üretilip cezaya çarptırılanlar yanında hiç delil olmadan darbeyle ilişkilendirilip işten atılan yüz binlerce masum insan var, bunlardan yaklaşık 50 bini hala tutuklu bir bölümüne yasal eylemleriyle 6-15 yıl arasında değişen cezalar verildi.

Adem Yavuz Aslan; BM İnsan Hakları Komitesi Türk istihbaratı tarafından Malezya’dan kaçırıldıktan sonra Türkiye’de tutuklanan “İsmet Özçelik ve Turgay Kahraman” hakkındaki Türkiye’de hizmet mensuplarına yönelik tutuklamaların keyfi ve hukuk dayanaktan yoksun olduğuyla ilgili kararında detaylarıyla her şeyi ortaya koyuyor.

BM komitesi yüz bini aşkın devlet memurunun işten atılmasına 50 bine yakın kişinin tutuklanmasında kullanılan By Lock telefon uygulaması ve Bank Asya’ya para yatırma gibi yasal eylemlerle kişilerin tutuklanamayacağına hükmediyor. Türk makamlarından hukuksuz yapılan bu uygulamaya son verilmesini, ilgililerin serbest bırakılmasını, keyfi tutuklama mağdurlarına tazminat ödenmesini istiyor ve durumun düzeltilmesi için 180 gün süre veriyor.

Keyfi tutuklama çalışma grubunun bu kararıyla Türkiye’de yüzbinlerce insanın mağdur olmasına yol açan delillerin hukuki dayanağının olmadığı uluslararası bir mahkeme tarafından da tescillenmiş oluyor.  Bu karardan sonra sanıklar tahliye edilip mağdurlara eski haklarının geri verilmesi zorunlu olduğu gibi ayrıca devletin tazminat ödemesi de gerekecek.

ULUSLARARASI RAPORA GİREN HUKUKSUZLUKLAR

Tüm uluslararası kuruluşlar Türkiye’nin demokrasi ve hukuk normlarını kaybettiği yönünde raporlar hazırlıyorlar, bunlardan bazılarında;

-Hukukun üstünlüğüne dayalı çerçevenin parçalandığını, adaletin altının üstüne geldiğine,

-Cezaevlerinde iddianame bile hazırlanmadan 57.000 kişinin hukuksuz bir şekilde tutulduğuna,

-Mahkemelerde kanıt olmadan işlem yapıldığına,

-Türkiye’nin 3. Ülkelerde vatandaşları rahatsız ettiğini adam kaçırma ve gizli takip, hatta infaz işleri yürüttüğüne, ihbar hatları kurduğuna, adeta cadı avı başlattığına,

-Gülen hareketi ve tüm muhaliflere Avrupa’da da baskı uygulamak için diyanet ve istihbaratın kullanıldığına bunun Avrupa ülkelerinin egemenlik haklarının ve sosyal düzenini tehdit ettiğine yer veriliyor.

Ülkenin yeniden hukuk sistemine dönmesinin istendiği raporlarda Türkiye’den mağdurların uluslararası hukuk standartlarına göre maddi ve manevi hak kayıplarını tazmin etmesi isteniyor.    

2019 yılında ABD de hazırlanan Türkiye insan hakları raporunda da:

Keyfi tutuklamalara değinildikten sonra keyfi gözaltı, işkence, şüpheli ölüm, ya da infazın kullanıldığıyla ilgili bulgular yer alıyor. Muhalefet milletvekillerinden başlamak suretiyle avukatların, gazetecilerin, akademisyenlerin, yabancı ülke vatandaşlarının terörle bağlantı gerekçesiyle tutuklanması, iktidarın politikalarını eleştirenlerin yargılanması gibi hukuk dışı uygulamalar örnek olarak veriliyor.

Ulusal güvenlik kavramının olabildiğince esnetilip genişletilerek ülkede hukuk normlarının değiştirildiğine, devletin yurt içi ve yurt dışında adam kaçırdığına,  3 bine yakın işkence şikâyetine, hapishanelerde doluluk oranın çok yüksek olduğu ve zorunlu ihtiyaçlara erişim problemi olduğuna, kayda değer suçlama olmadığı halde 400 ağır hastanın içerde tutulduğuna, tedavisi engellenenlerin öldüğüne, kanuni dayanağı olmayan uzun hücre cezaları verildiğine, 610 binden fazla kişi hakkında hukuki işlem başlatıldığına, 80 binden fazlasının gözaltına alındığına, 50 binden fazlası kişinin suç sabit olmadan cezaevinde tutulduğuna yer veriyor.

HSYK yapısı değiştirilip yargı bağımsızlığının ve avukatlar tutuklanarak savunma hakkının yok edildiğine, gizli tanıklarla kişilerin suçlandığına, suçlamalara savunmanın ulaşamadığına, terör kanunlarının kullanılarak muhaliflerin sindirildiğine değiniliyor.  4 bini hâkim savcı olmak üzere 130 bin kamu çalışanın işten atıldığı, binden fazla şirketin 50 milyarlık mallarına hukuksuzca el konulduğu belirtiliyor.

İnsan hakları izleme örgütünün yayınladığı 2019 Dünya raporunda:

OHAL’in bitmesine rağmen insan haklarına geri dönüleceğine ilişkin tüm umutların yıkıldığı, Erdoğan’ın muhaliflerin peşine düşerek baskıcı yönetim anlayışını aynen devam ettirdiğini, hukukun üstünlüğüne dayalı çerçevenin parçalandığını, adaletin altının üstüne geldiğini, seçimlerin adil olmaktan çıktığını medyanın ve hukukun tamamen Erdoğan’ın baskısı altında olduğuna yer veriliyor.

2019 Avrupa Komisyonu raporunda:

Türkiye’nin hızla demokrasiden ve hukukun üstünlüğünden uzaklaştığına Cumhurbaşkanının yürütmeyi tümüyle kontrol altına aldığına, önemli düzenlemeler ve atamalarla kamu yönetimini kendisine bağlayarak siyasallaştırdığına, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının ciddi biçimde yara aldığına, insan hakları ve mülkiyet hakkında hızla gerilemenin devam ettiğine, yolsuzluğun önüne geçilemediğine ihalelerin şeffaf olmadığına yer veriliyor.   

Sendikal hakların baskı altında olduğu, OHAL döneminde yaşanan hak ihlallerinin soruşturulamadığı, bu dönemim karşıt görüştekilerin haklarını kısıtlamak sindirmek için kullanıldığı aktarılıyor. Cezaevlerinde iddianame bile hazırlanmadan 57.000 kişinin hukuksuz bir şekilde tutulduğuna, ifade özgürlüğünün ağır bir şeklide kısıtlandığına sosyal medya kullanıcılarının cumhurbaşkanına hakaretten yargılandığına, medya organlarının sahiplerinin şeffaf olmadığına, medyanın kontrol görevinin kalmadığına işaret ediliyor.

OHAL in yerel makamlarca ve mahkemelerce fiili olarak devam ettirildiğine, mülkiyet hakkı dahil tüm özgürlüklerin geriye gittiğine, terör bahanesine sığınılarak yetmiş bini aşkın insanın tutuklandığına, mahkemelerde kanıt olmadan işlem yapıldığına, Gülen hareketi ve tüm muhaliflere Avrupa’da da baskı uygulamak için diyanet ve istihbaratın kullanıldığına, bunun Avrupa ülkelerinin egemenlik haklarının ve sosyal düzenini tehdit ettiğine yer veriliyor.

Ülkede pasaport iptallerinin şüpheli yakınlarını kapsayacak şekilde genişletildiğine, Türkiye’nin 3. Ülkelerde vatandaşları rahatsız ettiğini adam kaçırma ve gizli takip işleri yürüttüğüne, ihbar hatları kurduğuna, 18 ülkeden 101 vatandaşın usulsüz yöntemlerle alındığına, İnterpol’ün gazeteci insan hakkı savunucuları için kullanıldığına, işten atılanların sosyal hayatta damgalandığına temas ettikten sonra Türkiye’den mağdurların uluslararası hukuk standartlarına göre maddi ve manevi hak kayıplarını tazmin etmesi isteniyor.    

4 binden fazla hâkim ve savcının işten atılarak hukukun bağımsızlığının ve tarafsızlığının yok edildiğine avukatların tutuklanarak savunma hakkının ortadan kaldırıldığına, suçlamalarda sendika üyeliği gibi yasal eylemlerin kullanıldığına hukuksuz ortamdan kaçışlarla AB sığınma talep eden Türk vatandaşı sayısının arttığına temas ediliyor.

AB Raporunda Türk hükümetinden birçok konuda düzeltme isteniyor.

Yalnızca meşru gazetecilik ya da diğer medya faaliyetlerini yürütmelerinden ötürü tutuklanan gazeteci ve medya çalışanlara yöneltilen tüm suçlamalar düşürülmeli ve bu kişiler serbest bırakılmalıdır. Gazetecilerin ve medya çalışanlarının bu tür nedenlerle tutuklanmalarına ve kovuşturulmalarına son verilmelidir.

Medya çalışanlarının kamuyu ilgilendiren meselelere dair yorumlarda bulunma, kamuoyunu bilgilendirme ve bilgi verme işlevlerini tehdit, taciz ya da gözdağı olmaksızın yapabilmeleri ve şiddete teşvik etmeyen görüşleri açıklamaları nedeniyle kovuşturmaya tabi tutulmamaları güvence altına alınmalıdır.

Uluslar arası af örgütü raporunda:

Türkiye’de ifade özgürlüğü giderek artan düzeyde ve sürekli bir saldırıyla karşı karşıya. 15 Temmuz 2016’dan sonra, hükümeti eleştiren akademisyenler, gazeteciler ve yazarlar cezai soruşturma ve yargılanma, yıldırma, taciz ve sansür riski altında bulunuyor. Türkiye hükümetinin medya üzerindeki baskısı, «gazeteciliğin ölümü» olarak nitelendirilmesine sebep olacak kadar ağır.

Birçok medya kuruluşu yüzlerce sivil toplum örgütü kapatıldı. Aralarında öğretmenler, akademisyenler, polis memurları, hâkimler, savcılar ve ordu personelinin de bulunduğu 100.000’den fazla kamu görevlisi işlerinden atıldı. Tutuklu yargılan anan 47.000’den fazla kişinin avukata erişim ve savunma haklarına ağır sınırlamalar getirildi.

Giderek artan bir şekilde itaatkârlaşan medyada muhalif seslerin kendilerini duyurması daha da güç bir hale geldi. Hükümet tarafından eleştirel olarak değerlendirilen görüşleri ifade eden herkes internet üzerinden tehdit, gözdağı ve taciz, cezai kovuşturmalar, gözaltı, işten çıkarılma veya sansüre maruz kalma tehlikesi altında bulunuyor.

Haklarında herhangi bir suçtan mahkûmiyet kararı bulunmayan medya çalışanlarının uzun sürelerle ve rutin bir biçimde tutuklanmaları nitelik itibariyle cezalandırıcıdır ve kişi özgürlüğü hakkının ve masumiyet karinesinin de altını oymaktadır.

Freedom House basın özgürlüğü raporunda:

Türkiye iki yıldan beri özgür olmayan ülkeler kategorisinde yer alıyor. Dünya daki kötü örnekleri anlatmak için Türkiye de cumhurbaşkanına hakaret sebebiyle 20 binden fazla soruşturma açıldığına, yurt dışındaki muhalifleri taciz, adam kaçırma, hatta suikast gibi yöntemlerin kullanıldığına, muhalefet liderlerin hapsedildiğine, OHAL in fiilen devam ettiğine devlet kurumlarından tasfiyelerin sivil toplum, gazeteciler ve akademisyenlere yönelik keyfi tutuklamaların devam ettiğine, demokratik kurumların otoriter lidere boyun eğdiğine yer veriliyor.

2014 den bu yana basın özgürlüğünün ortadan kalktığı iktidarın sosyal medya kullanıcıları göstericiler hatta siyasi partiler, yargı ve seçim sistemi üzerinde baskı kurulduğu anlatılıyor. Erdoğan’ın devlet ve toplum üzerinde baskı dayatmak için savaş verdiğine aktardıktan sonra Türkiye denge ve denetim özelliği olmayan otoriter rejimlere dönüşen devletlerden biri olarak gösteriliyor. Darbenin cadı avına dönüştüğü 60 bin kişinin tutuklandığı, 160 medya organın kapatıldığı, 150 den fazla gazetecinin tutuklandığına muhaliflerin kırmızı bültenle arandığına yer veriliyor.

İsmail S. Gülümser/Aktif Haber
<< Önceki Haber Türkiye'de demokrasinin vahim durumu Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER