Türkiye'de 'Mış gibi yapmak' gibi bir problemi var

130.000’den fazla kamu görevlisi denetimsiz KHK’lar ile hiçbir hukuki denetime tabi olmayan idari işlemler sonucu kamudan ihraç edilmiş durumda.

SHABER3.COM

 Ümit Kardaş - Artı Gerçek. com 

'Mış gibi yapmak', sorunları güvenlik politikalarıyla yok sayıp, halı altına süpürmek anlayışının Osmanlı’dan bu yana devlet genetiğine sinmiş pratiğinin bir sonucu.
Her şeyin bir sınırı vardır ama  “mış gibi yapmanın” sınırı nerede biter? Demokrasi varmış gibi yapmak, devlet laikmiş gibi yapmak, yargı bağımsız ve tarafsızmış gibi yapmak, üniversite varmış gibi yapmak.

Demokratmış gibi yapmak, özgürlük havarisiymiş gibi yapmak. Kürt, Alevi ve Gayrimüslimlerle ilgili hak ve özgürlük  sorunu yokmuş gibi yapmak. Güvenlik politikalarıyla terör sorununu ortadan kaldırıyormuş gibi yapmak.

Başta iktidar olmak üzere muhalefet partilerinin de çoğulcu ve katılımcı demokrasi, hukuk ve özgürlüklerle ilgili içselleştirilmiş bir anlayışları bulunmamakta. Zaten Türkiye’nin yaşadığı krizin temelinde siyaset alanındaki bu samimiyetsizlik yatmakta.

İstiklal mahkemelerini kaldırıyormuş gibi yapıp, sıkıyönetim mahkemelerini kurmak, sıkıyönetim mahkemelerini kaldırıyormuş gibi yapıp, devlet güvenlik mahkemelerini kurmak, devlet güvenlik mahkemelerini kaldırıyormuş gibi yapıp, özel yetkili mahkemeler kurmak, özel yetkili mahkemeleri  kaldırıyormuş gibi yapıp, terör suçluları için suçtan sonra kurulmuş, tabii hakim ilkesine tamamen aykırı özel mahkemeler kurmak.

“Mış gibi yapmak”, sorunları güvenlik politikalarıyla yok sayıp, halı altına süpürmek anlayışının Osmanlı’dan bu yana devlet genetiğine sinmiş pratiğinin bir sonucu.

Bugün de AKP-MHP iktidarı ve liderlerinde tecessüm eden geleneksel devlet iktidarı tevarüs ettiği anlayışın gereğini yerine getiriyor. Yani OHAL’i kaldırıyormuş gibi yapıp, başta Türk Ceza Kanunu ve Ceza Muhakemesi Kanunu olmak üzere hak ve özgürlükleri ilgilendiren temel kanunlarda değişiklik yaparak OHAL’den daha sıkı bir istisna haline geçmek istiyor.

İtalyan felsefeci Giorgio Agamben, “kamu hukuku” ile “siyasal olgu” ve hukuk düzeni ile “yaşam” arasındaki ara bölgeyi tanımlarken “istisna hali” kavramını kullanır. Ona göre ”istisna hali” kavramı, siyasal belirsizlik veya nedeni ne olursa olsun bir kriz durumunda siyasal düzenin sağlanması adına hukukun kendini askıya almasıdır.                                 

Agamben’in temel meselesi, belirsizlikle veya krizle kesintiye uğrayan toplumsal işleyişin devamını sağlamaya yönelik hukuksuzluk veya boşluk halinin artık normal bir durum haline gelmiş olmasıdır.

Bugün gelinen noktada modern totalitarizm, istisna hali aracılığıyla yalnızca siyasi hasımların değil, siyasi sistemle bütünleştirilemeyecekleri düşünülen kesimlerin ortadan kaldırılmasına izin veren yasal bir iç savaş olarak yaşanmakta. Bu nedenle istisna hali çağdaş siyasette demokrasi ile mutlakıyet arasında bir belirsizlik eşiğine denk düşmekte.

İstisna hali temeline “zorunluluk” kavramı yerleştirilerek normalleştirilir. "Zorunluluğun yasası yoktur” (Necessitas legem non habet ). Bu deyiş iki sonuç doğurur. ”Zorunluluk hiçbir yasa tanımaz” ve “zorunluluk kendi yasasını yaratır”. Böylece “zorunluluk” kuramı, bir istisna hali olarak ortaya çıkmakta.         

İstisna hali, bir yandan normun yürürlükte olduğu ama uygulanmadığı, öte yandan yasa değeri olmayan kararların yasanın gücünü edindikleri bir yasa halini tanımlar .İstisna hali, yasasız bir yasa gücünün söz konusu olduğu bir yasasızlık uzamıdır.                    

Carl Schmitt’in şiddeti her defasında yeniden hukuka bağlamaya çalışmasına karşılık, Walter Benjamin, her defasında şiddete hukukun dışında bir yer vermeye çalışır.

Kurmaca istisna halinde hukuki bir çehreden yoksun bir şiddetin hüküm sürdüğü bir yasasızlık bölgesi vardır. Benjamin, devlet iktidarının bu maskesini düşürür

Kafka’nın da karakterleri istisna halindeki bu hayaletimsi hukuk figürüyle uğraşmak zorunda kalırlar.

Siyaset, iktidar gücünü elde ettiğinde kendini kurucu güç yani hukuku kuran şiddet olarak algılamak suretiyle hukukla kirlenmekte ve sürekli gerilemektedir. Aksine siyaset,  Agamben’in deyişiyle şiddet ile hukuk arasındaki bağı kesen eylem olmalıdır.

Türkiye’nin getirildiği nokta tam da Agamben’in tanımladığı gibi; “zorunluluk” gerekçesini kullanarak, hukuk dışılığı gücün yarattığı düzenlemelerle hukuk olarak kabul ettiren kalıcı bir istisna halinin meşrulaştırılması olmuştur.

Oysa içlerinde gazeteciler, akademisyenler, iş adamları, hakimler, avukatlar ve bürokratların bulunduğu on binlerce tutuklu tabii hakim ilkesine aykırı olarak suçtan sonra kurulmuş, bağımsızlığı ve tarafsızlığına güven duyulmayan mahkemelerce yargılanmakta.

130.000’den fazla kamu görevlisi denetimsiz KHK’lar ile hiçbir hukuki denetime tabi olmayan idari işlemler sonucu kamudan ihraç edilmiş durumda.

Bu vahim tabloda ihtiyaç duyulan  şey; ceza kanunlarına (TCK,TMK,CMK ) hukuk güvenliğini yok eden hükümler koymak ya da merkezin emrindeki mülki amirlere daha önce sıkıyönetim komutanlarınca kullanılmış denetimsiz süper yetkiler tanıyarak hak ve özgürlük kullanımlarını yok etmek değildir.

Türkiye’nin çölde aranan su gibi meşru hukuka, özgürleşmeye ve uzlaşmaya ihtiyacı var:
<< Önceki Haber Türkiye'de 'Mış gibi yapmak' gibi bir problemi var Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER