Ümitsizlik ve korku vebadan daha tehlikeli

Dik duranı Allah yalnız bırakmaz. Kendinden motorlular, lokomotif gibi olanlar diğer insanlar için de güç kaynağı ve ümit olurlar…

SHABER3.COM

ABDULLAH AYMAZ 

Mafyanın gücü, verdiği zarar ve korkudan ileri gelir. Üstad Bediüzzaman’ın On Üçüncü Lem’adaki ifadesiyle “ızrar ve ihâfe” sebebiyle güç kazanıyorlar. Devleti ele geçiren ve mafya usulü idare eden zâlimler de aynı usulle hareket ediyorlar. Artık ülkeyi muazzam bir zelzele geçirmiş veya tsunamiye uğramış hale getiriyorlar. İnsanlar geçirdikleri travmalar ve korkular sebebiyle haklarını arayamaz, seslerini çıkaramaz, sessiz ve silik bir toplum fertleri vaziyetini alıyor. Toplumu felç hale getiren işte bu meşum hâl oluyor…

Bu hususta şöyle temsili bir hikaye bir kıssa anlatılıyor. Malum kıssa, hisse almak içindir. Aslına bakılmaz, faslına bakılır. Yani bize ne anlatmak istediği önemlidir. Büyük bir kervan uzak şehirlere gitmek için yola çıkmıştı. Uzun zaman evlerini, eşlerini, dostlarını oğullarını kızlarını göremeyeceklerdi. Kervancı başı, kendilerine doğru gelen korkunç bir siluet gördü. Sanki bir iskeletin üzerine bir cübbe örtmüşler iskeletin eline bir tırpan vermişlerdi. Karşı karşıya gelince, kervancı başı, “Sen nesin?  Kimsin?” diye sordu. O da, “Ben Vebayım!..” dedi. “Nereye gidiyorsun?” sorusuna “Geldiğin şehre, gidiyorum!” dedi. Kervancı başı korkuyla, vebanın önünde diz çöküp; “Ne olur, yönünü başka yöne çevir. Orada benim eşim ve kızlarım var, onlara zarar verme!”  diye yalvarmaya başladı. Veba, “Ben insanlardan emir almam. Yapım neyi gerektiriyorsa onu yaparım. Sen huzur içinde yoluna devam edebilirsin. Şehirden sadece 500 kişiye benim doğrudan zararım olacak. Burada kalacak değilim. Uğrayıp gideceğim” dedi.

Yüzbinlerce nüfusa sahip bir şehre göre pek çok sayılmazdı. Kervancı başı, herhalde bizimkiler pek bir şey olmaz, diye düşünüp, yakınları için âdet üzere bir dua okuyup yoluna devam etti. Aylar sonra kervancı başı, pek çok para kazanmış olarak şehrine dönüyordu. Veba ile konuştuklarını bile unutmuştu. Uzaktan bakılınca şehirde bir tuhaflık seziliyordu. Çünkü, her tarafta bir sessizlik hâkimdi ve ortalıkta hiç kimse görülmüyordu. Şehrin merkezine geldiklerinde köpeklere varıncaya kadar bütün canlıların can vermiş olduklarını fark etti. Halbuki o, evine varınca, bu kazanç ve mutlu ailesiyle karşılaşma adına vereceği ziyafet hayal ediyordu. Ama işte ortada hiç kimse yoktu, hepsi ölmüştü. Veba yalan söylemişti. Aslında veba bile olsa bu kadar zâlim olmamalıydı. İlk iş olarak veba ile hesaplaşmak, zâlimliğini ve gaddarlığını yüzüne çarpmak istiyordu.

Kervancı başı, aylarca yolculuk yapıp vebanın izini buldu ve takip etmeye başladı. Onu takip etmek kolaydı. Çünkü arkasında çok ölü bırakıyordu, tahribatı çok büyüktü. Ve bir gece onu buldu. Hemen öfkeyle onun üzerine yürüyüp: “Bana nasıl yalan söylersin? Bana sadece 500 kişiden bahsetmiştin. Halbuki koca şehirde tek bir canlı bile bırakmamışsın.” diyerek haykırdı. 

Veba ise “Ben yalan söylemedim. Zaten öyle yalan söylemek gibi bir âdetim olmamıştır. Evet, 500 kişinin doğrudan mesulü benim ama diğerlerinin sebebi korku… Maalesef ben nereye gitsem o da beni takip edip arkamdan şehirlere giriyor… Ben sadece şehirlere girebiliyorum ama korku kalplere girip yerleşiyor ve artık işlerini bitiriyor.” dedi.

Eskiden Batı’da düello vardı. İnsanlar hasımlarını düelloya davet edelerdi. Kim çevik ve erken davranıp silahı çekip ateşlerse karşısındaki saf dışı yapardı. Bir seferinde, düelloculardan birisi, bu adam beni öldürür diye diye geceden intihar etmişti. Görüldüğü gibi korku onu tesirine almış ve intihara sürüklemişti. Baştan düelloyu kabul etmeyebilirdi, sonra vazgeçebilirdi veya bir ihtimal, hasmından   daha atik davranıp onu saf dışı bırakabilirdi. 

Maalesef bu süreçte de gördük ki, ümitsizliğe ve korkuya kapılıp travma geçirenler ilk başta kendilerini saf dışı yaptılar. Direnenler, dik duranlar, çok hayırlı ve başarılı işler yaptılar. Güçleri yettiğince mağdurların ve mazlumların imdadına koştular, onları koruyup kolladılar; maddî ve mânevî desteklerde bulundular.

Dik duranı Allah yalnız bırakmaz. Kendinden motorlular, lokomotif gibi olanlar diğer insanlar için de güç kaynağı ve ümit olurlar… Amerika’da bin akademisyen kızıl karıncalar üzerine bir araştırma yapmış. Onlar şiddetli yağmurlar yağınca arkadan seller gelip onları sürükleyip götürmesin diye hepsi toplanıp sımsıkı birbirlerine sarılarak büyük bir top haline geliyorlarmış… Seller onları nerelere sürükleyip dökerse, hemen oralar hep beraber yeni kolonilerini zâyiatsız kuruyorlarmış?

İşte kainat kitabındaki bu canlılardan ibret alıp birbirimize sımsıkı sarılıp, Kur’an ifadesiyle “bünyan-ı mersus” gibi vaziyet alarak yapageldiğimiz hayırlı ve güzel işlere, hem insanlık kalesinin tamiri için Hizmet adına ciddi gayretlere devam etmeliyiz. Bir kanser gibi her şeyi mahveden ümitsizliğe ve korkuya meydan okuyup Cenab-ı Hakk’a dayanarak, İlâhî inayetine güvenerek hep ilerlemeliyiz.

<< Önceki Haber Ümitsizlik ve korku vebadan daha tehlikeli Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER