Rahmetli Profesör İdris Küçükömer 1969 senesinde ünlü kitabı “Düzenin
yabancılaşması”nı yayınladığı zaman şabloncu zihinler büyük şoka uğramışlardı.
İttihat Terakki,
CHP geleneğine sağ,
Hürriyet ve İtilaf,
Demokrat Parti geleneğine ise sol diyen Küçükömer şabloncu zihinleri çok rahatsız etmiş idi. En çok da 12 Eylül’ün orgenerallerini rahatsız etmiş olacak ki, ilk işlerinden biri Küçükömer’i çok sevdiği üniversitesinden atmak oldu.
Bu şabloncu zihinler (!) Küçükömer’den hala çok rahatsız olurlar.
Küçükömer’in geleneksel sağ ve sol hareketler için başlattığı ezber bozucu
tartışma kanımca bugün de benzer bir çerçevede çağdaşlık üzerinden yürüyor.
Türkiye’de bir kesim çağdaşlık gibi kavramların tekelini ellerinde tuttuğunu zannediyor, bu çağdaşlık kavramı için bir çerçeve çiziyor, bu çerçeve dışında kalan herkes için de çağdışılık suçlamasını (!) getirebiliyor.
Bu konuyu bir kısa köşe yazısında biraz açmaya gayret edelim.
Mesela yargı, özellikle
yüksek yargı ülkemizde son senelerde sözde bir çağdaşlığın bayraktarlığını yapıyor.
Yüksek yargının çağdaşlık kriteri
adli yıl başlangıç törenlerinde buram buram anti
demokrasi kokan nutuklardan değil AB standartlarında karar üretmekten geçer.
Oysa, nutuk düzeyinde çağdaşlık mangalında kül bırakmayanların kararlarının azımsanmayacak bir bölümü
AİHM tarafından
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne aykırı bulunmakta yani yüksek yargımızın kararları çağdaşlık sınavında çakmaktadır.
Bir “sözde çağdaş” yüksek yargı düşünün ki, çağdaşlık adına 367 kararını üretiyor, 27
Nisan muhtırası karşısında ağzını açmıyor, gayrimüslim vatandaşlarımıza yabancı diyor, Oran ve Kaboğlu (Azınlık Hakları Raporu) kararında tuhaf, hukuk dışı ifadeler kullanıyor,” her şehit için beş kürt politikacı öldürün” diyen
Bolu Express gazetesini görmüyor ama Türkiye AİHM’de en çok mahkum olan ülke oluyor.
Sevsinler bu çağdaşları ve çağdaşlık anlayışlarını. Gelelim basına ve üniversiteye.
Günümüzde çağdaşlık
yaşam tarzından değil hukuk devletine bağlılıktan geçer.
Yaşam tarzının çağdaşlık ya da hukukla yegane ilişkisi başkasına
baskı yapmamaktır, o kadar.
Bir basın düşünün ki, 2002’den beri sözde çağdaşlık nutkunu
türban üzerinden götürmektedir. Türban takmamayı yegane sözde çağdaşlık kriteri olarak gören basınımızın sözde
amiral gemileri
seçim sonuçlarına yani demokrasiye saygı göstermemişler, “göbeğini kaşıyan adam” teranesiyle gerçek çağdaşlığa yani demokrasiye ne kadar yabancı olduklarını göstermişlerdir.
Aynı sözde amiral gemileri
27 Nisan muhtırasında zil takıp oynayarak hukuk devleti kavramında da ne kadar zavallı olduklarını, çağdaşlığın (hukuk devleti) ne kadar uzağına düştüklerini kanıtlamışlardır.
Ve daha da beteri büyük oranda bu saygısızlığı hatta anayasal suçu işleyen köşe yazarlarını “
ifade özgürlüğü” kisvesi altında korumak istemişlerdir; üstelik demokrasi ve hukuk devleti karşıtı söylemlerin bırakın çağdaşlığı legalite içinde bile yerinin olamayacağını anlamamazlıktan gelerek.
Üniversiteler hem çağdaşlık nutku atmış hem de hangi meçhul mahfilden geldiği belirsiz demokrasi ve hukuk devleti karşıtı kağıt parçalarını
senato kararlarına dönüştürerek üniversite kavramı üzerine senelerce silinemeyecek kara lekeler atmışlardır.
Sözde çağdaş muhalefet partileri demokrasinin kabesi TBMM’yi boykot etmişler ve utanmadan, sıkılmadan halkın karşısına çıkıp oy istemişlerdir, istemektedirler ve isteyeceklerdir de; ve işin en gırgır yani bu boykotu bile sözde çağdaş Türkiye adına yapabilmişlerdir.
Başkasının yaşam tarzına müdahale etmediği ölçüde her yaşam tarzı saygın ve hukukun koruması altındadır; saygın, hukuksal ve çağdaş olamayacak olan demokrasi ve hukuk devletine karşıtlıktır.
En büyük gericilik, çağdışılık vatandaşına yabancı demektir,
27 Nisan muhtırasını savunmaktır, Avrupa hukukuyla karşı karşıya gelmektir.