Dizdeki el


Son zamanlarda gördüğüm en etkili fotoğraftı. Ne sırta saplanmış bir bıçak görüntüsüydü, ne bir doğum mucizesi... Her zaman, her yerde rastlayabileceğiniz türden bir sahne... Bir dağ başında, alçakça bir taşın üstüne oturmuş gencecik bir delikanlı. Yaşı 18 ya var ya yok. Yaşadığı stresten kaskatı kesilmiş, bir tespih böceği gibi içe kapanmış ince bir bedeni var. Gözleriyle karşısındaki adamın gözbebeğinden girip içini okumaya çalışıyor; endişeyle, bilinmezden duyulan korkuyla... Omuzlarına alaca bulaca bir komando parkası koymuş birisi, üşümesin diye... Ve dizinde bir el... Karşısında duran yine komando giysili bir rütbelinin eli... Hani, doğumhane kapısında içeriden haber bekleyen babanın kankasının yaptığı gibi, çocuğunu sınav kapısına getiren annenin yaptığı gibi atmış elini delikanlının dizine, farkında bile olmadan, kendiliğinden bir şekilde... Bu ele güvenebilirsin, bu elden güç alabilirsin, bu el hep senin üzerinde olacak, seni o bilinmez çukurlardan çıkaracak demek ister gibi tutuyor delikanlının dizini. Adımını attığı yeni hayatta ona güven vermek, "her şey güzel olacak" inancı aşılamak istiyor. Delikanlı, biraz önce saklandığı mağaradan -muhtemelen taranma korkusuyla- çıkıp güvenlik güçlerine teslim olmuş bir PKK'lı... Elini dizine koyan ise onu teslim alan komutan... Bu fotoğrafı görünce, ılık ılık bir şeyler doldu yüreğime. İşte ihtiyacımız olan bu fotoğraf diye düşündüm. Onları soğuktan ve açlıktan kıvrandıkları o deliklerden çıkarıp bize getirecek olan şey bu... İki ateş arasında Dün size şu anda Almanya'da yaşayan eski PKK'lı bir kadın militanın Bekaa Vadisi'nde yaşadıklarını onun ağzından aktarmıştım. Selma, Bekaa Vadisi'nde yaşadıkları hayatın Diyarbakır Cezaevi'ni mumla arattığını anlatıyordu. Onun anlattıklarını okuyunca, şu anda PKK kamplarında zulüm ve işkence altında yaşayan onca militanın teslim olmayı bir kurtuluş gibi algılamakta olduklarını tahmin etmek zor değil. Ama yine de o adımı atamıyorlar; silahlarını bırakıp aramıza katılamıyorlar. Çünkü "bu tarafta" kendilerini neyin beklediğine güvenemiyorlar. Aldatılmaktan, bir kez daha oyuna getirilmekten korkuyorlar. Aslında 1990'lardan bu yana yaşanan bir dram bu. Mağaradaki o Kürt gençleri otuz yıldır kendilerini iki ateş arasında kalmış hissediyor. Bir tarafta PKK'lı ağababaların, bir tarafta devletin zulmü... Bu iki zulüm arasında sıkışmış ve çaresiz bir halde güç dengelerini kestirmeye çalışıyorlar: Hangi taraf güçlü? Yarın hangisi galip gelip tepeme çökecek? Yanlış tarafta yer almanın bedelini biliyor ve korkuyorlar. Devlet "gel benim şefkatli kucağıma sığın" diyor demesine ama bunca yıldan sonra kolay mı inanmak? Devletin her çağrısında, çağırıldığı karakoldan bir daha asla çıkamayan babaları, ağabeyleri geliyor akıllarına. Ayakları felç oluyor, mağaradan bir türlü dışarı atamıyor adımını. JİTEM devletinin çöktüğüne inandırmak PKK çöküyor. O gençler önlerinde ölümden başka gidecek yol kalmadığını artık biliyor ve ölmek istemiyor. Şimdi bizim ihtiyacımız onlara bekledikleri güveni vermek. Devletin artık o eski "JİTEM devleti" olmadığına inandırmak. İşte o komutanın eli, devlette yaşandığı söylenen zihniyet değişikliğini binlerce siyasi demeçten, devlet adına verilen bütün teminatlardan daha iyi veriyor. Keşke o fotoğrafı on binlerce çoğaltıp dağlara taşlara atsak. Şu anda buz kesen dağlarda, ortasında çıtır çıtır yanan bir sobanın ılıttığı evinde olmayı, annesinin o sobanın üstüne pişirdiği mis gibi tarhana çorbasını kaşıklamayı düşleyen o gençlerin hepsi o fotoğraftaki müşfik eli görse. Hepsi o eli dizinde hissetse. Silahını bırakıp o mağaradan çıktığında dışarıda elinde sıcacık muflonlu bir parkayla birilerinin onu beklediğini umut edebilse. On binlercesini kurtaramadık bari hâlâ yaşayanları kurtarabilsek. Ellerimizde kalın battaniyelerle karşılasak onları, karanlıktan gözleri kamaşmış bir halde çıktıklarında koşup sarıp sarmalasak, "Tamam, kabus bitti çocuğum" diyebilsek...

Haber Etiketleri:  
ÖNE ÇIKAN HABERLER