Ya hep, ya hiç!...

Samanyoluhaber.com yazarı Abdullah Aymaz, 'Ya hep, ya hiç!..' başlıklı yeni yazısında muhterem hocalarımızın hatıralarından ders ve ibret alınacak noktalara dikkat çekiyor.

SHABER3.COM

Ya hep, ya hiç!..

1943’te açılan Denizli Mahkemesine, Üstad Hazretleriyle beraber Gönenli Mehmed Efendi ve Şemseddin Yeşil Efendi gibi meşhur zatları da  celbetmişlerdi. Soyadı Öğütçü olan Gönenli Mehmed Efendi, Hafız, Alim ve gayret-i diniye sahibi mübarek bir zattı. Sultan Ahmed Camii Baş İmamı idi ama pek camide vaaz eder ve dersler verirdi… Bütün hayır işlerine koşar ve bilhassa Kur’an Kursu, İmam-Hatip ve İlahiyat talebelerine elinden gelen destek ve yardımları yapardı. 

Sultan Ahmed Camiine Baş İmam olunca, şuurlu bir mümin ve gayretli bir hocaefendi olduğu için hemen bir heyet kurup, çevrelerindeki fakir-fukara, öksüz-yetim, sakat-muhtaç kimler varsa onları tesbit edip imkân sahiplerinin, zekat, sadaka ve teberru gibi yardımlarını onlara yönlendirmeye başlıyor. 

Bir gün camiye yakın âmâ bir kişinin kapısını çalıyorlar. Âmâ zat, bunları içeri alıp buyur ediyor. Mehmed Hocamız şöyle söze başlıyor: “Ben bu Sultan Camiinin hocasıyım… Mahallemizde fakir-muhtaçları tesbit edip onlara yardım etmek istiyoruz…” Hemen âmâ zat, lâfı ağzından alıp “A başı kırılası, ayağı yarılası, kolu yamulası hoca!... Sen nasıl hocasın? Allah kulunun rızkına kefil değil mi? Sen kim oluyorsun da, bizim rızkımızı vermeye kalkışıyorsun?”  Ve bir sürü benzer sözlerle Gönenli Hocamızı yerden yere vurmuş. Hocamız da arkadaşlarıyla kalkıp gitmiş. Öbür gün Hocamız âmâ zatın kapısını tek başına tekrar çalmış… İçeriden “Kim o?” sesini duyunca Hocamız “Ben dün geleni başı kırılası, ayağı yarılası, kolu yamulası hocayım!..” diyerek yanına varmış. Âmâ zât “Geç bakalım şöyle!” deyip yanına oturtmuş. Sonra da “Bak, ben erkenden teheccüd namazına kalkarım. Namazı kıldıktan sonra sabah ezanlarını beklerim. Ezanlar okununca, sabah namazını eda ederim. Tesbihlerimi çektikten sonra dualarımı okur  ve güneşin doğup mekruh vaktin çıkmasına kadar durur ve hemen İşrak namazımı kılarım. Bu sırada seccademin sağ tarafına benim günlük istihkakımı bırakırlar. Bugün bana ‘Sol tarafına da dün gelen hoca için para bıraktık; gelince kendisine verirsin’ dediler. İşte al! Bu da senin istihkakın!” demiş. 

Hocamız, Üstad Hazretleriyle Denizli Hapsine girmiş. Beraattan sonra bir müddet Denizli’de kalmış… Camilerde vaaz  verip  Mevlid-i Şerif tilavet etmiş… 

Hapishane hatıralarından bahsederken diyor ki: “Hapishanede Üstad’ın yanına gidince, bana ‘Hoş geldin Muhammed Efendi, hoş geldin. Sen burada lâzımdın. Korkma! Korkma!’ dedi. ‘Korkum yok efendim’ dedim. Hapisaneye girenlere sorarlar mı bilmiyorum ama bana ‘Neresini istiyorsun?’ diye sordular. ‘İdamlıklar nerede ise, orasını’ diye cevap verdim. Katillerin arasında yaşadık. Üstad’la görüştük. Mahkemeye gidip geldik, beraber kelepçelendik. Bazen Üstad’ Kur’an okudum. İşte böyle, Elhamdülillah, tatlandık, lezzetlendik.”

“Üstad, Gençlik Rehberi dâvâsı için İstanbul’a gelmişti. Bayram günü, ‘Yâ Rabbi! Bu Zâtın bende hiç KISMETİ yok mu?’ diye düşünüyordum. Evime davet etmiştim, gelmedi. 

Devamlı olarak da tedbir düşüncesiyle Üstad bana ‘Söyleyin Hafız Mehmed’e… Sakın, sakın yanıma gelmesin’ diye haber gönderiyordu… Kapım çalındı. ‘Muhammed Kardaşım! Muhammed kardaşım!’ diye bir ses çağırıyordu. Kapıya çıktım. Baktım ki, Üstad!.. Boynuma sarıldı: ‘Sen Kur’an’a çok hizmet ediyorsun. Benim yanıma gelenleri çok tâciz ediyorlar. Onun için yanıma gelme, diye haber gönderdim. İstanbul’da kimsenin evine gitmemeye karar verdim. Ya hep, ya hiç diyorum. Herkesin evine gidemeyeceğime göre, hiç kimseye de gidemem. Bir Müslüman beldede bayram olsa, oranın din büyüğünü ziyaret etmek vaciptir. Madem ki, sen Hz. Kur’an’a hizmet ediyorsun, ben de seni bu beldenin Şeyhülislamı kabul ederek, kapına geldim. Al şu kabı da KISMETİMİ ver.’ dedi. Keramete bakınız, hani ben ‘Bu zâtın KISMETİ yok mu?’ demiştim ya. KISMETİNİ almaya gelmişti. Evde yumurta tatlısı vardı. Ondan verdim. Ona çok şey borçluyum. Cesaret ve kuvveti kendisinden aldım. Bizim eskiden edebiyat ve Arabiyat hocamız  İhsan Bey vardı. Ona, ‘Nasıl bir zâttır?’  diye Üstad’ı sormuştur. ‘Vallahi kardeşim, benim anlayabildiğim kadarıyla bu zât İbnü’l-Vahittir.’ demişti.”

Bu muhterem hocalarımızın hatıralarında bizler için dersler ve ibretler var. Bizler de bunlardan KISMETİMİZİ  almaya bakalım. Kıssa, hisse içindir…

Abdullah Aymaz 
 

<< Önceki Haber Ya hep, ya hiç!... Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER