Siyasal İslamcının Büyük Saplantısı

Ahmet Yılmaz

Ahmet Yılmaz

29 Nis 2019 10:49
  • Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron geçenlerde Le Point dergisine bir röportaj verdi. Takip edenleriniz olmuştur. Macron’a keskin sorular yöneltmişti muhabir, o röportajda. Mesela “küresel alanda yeni havalı çocuk olmaya çalışıp çalışmadığını” sormuştu. 
    Macron: “Biliyorsunuz” demişti, “Küresel sahne aslında o kadar da havalı bir yer değil.” Bu sözleriyle ne demek istediği sorulan Fransa Cumhurbaşkanı, şu örneği verivermişti: “Her on günde bir Erdoğan’la konuşmak zorunda olan benim!” 

    Aynı Macron, iki üç gün önce “siyasal islamcıyı” merkeze alan bazı söylemlerde bulundu. “Siyasal İslam, Fransız Cumhuriyeti’ni bölmeye yönelik bir tehdit” dedi. “Aslında” dedi, “Laiklikten bahsederken gerçekten laiklikten değil ama cumhuriyetin bazı bölgelerine yerleşmiş olan gettolaşmadan bahsediyoruz. Din adına politik amaçlar güden insanlardan bahsediyoruz, Cumhuriyetimizden kopmak isteyen siyasi bir İslam’dan bahsediyoruz.” Konuşmasının kelimesi kelimesine tercümesi doğru yapılmış mıdır bilmiyorum. Fransız tipi laiklik anlayışının çıkmazlarına da girmeyeceğim. Farklı açılardan ele alındığında konuşmasının, Fransız egosantrik ve oryantalist yaklaşımından kaynaklanan problemler içerebileceğini de öngörüyorum. Mesela gerçekten “din adına politik amaçlar güden” dediyse bu son derece problemli. Doğrusu “politik amaçları adına dini kullanan” olmalıydı.

    İlginç bir şekilde Macron’un o cümlelerine Ömer Çelik’den cevap geldi. Partisinin genel başkan yardımcısı ve sözcüsü Ömer Çelik. Değerlendirmesi şu şekilde: “Fransa Devlet Başkanı siyasal islam diye bir tehditten bahsederek bir yorum getirdi. Bu siyasal islam sözünün öteden beri bir karartma olduğunu söylüyoruz. Birisi siyasal islam diye bir karartmadan bahsedince farkında değiller siyasal hristiyanlık gibi doğru olmayan bir kavramdan bahsetmiş oluyorlar. Yeni Zelanda başbakanının tavrını herkesin örnek alması gerekir.” 

    Ömer Çelik’in Yeni Zelanda Başbakanı Jacinda Ardern ile ilgili cümlesiyle neyi kastettiğini gerçekten anlamadım. Siyasal islamcılar, kendileri hakkında yapılan bu tanımlamadan oldum olası hazzetmezler. Bunu biliyorum. Çünkü ikircikli tutumları açık olsun istemezler. Bir de bünyelerine yerleşmiş büyüklük saplantıları anında devreye girer. Dini hamaset onlardan sorulur zira. Çelik, dinle ilintili olan fanatizm ile dini siyasi amaçlar için kullanan siyasal dincilik arasındaki farkı görmedi, göremedi, belki de görmek istemedi. Radikal İslam elbette olmaz, çünkü hiçbir din radikalliği onaylamaz ama radikal islamcı veya siyasal islamcı pekâlâ olunabilir. İslam dünyasının arka bahçesi maalesef siyasal islamcı enkazıyla dolu. Bu arada, Jacinda Ardern tarihe geçecek bir insanlık sergilerken, siyasal İslamcı refleksin çocukların da bulunduğu meydanlarda o katliamın görüntülerini izletmesini de hayretler içinde izlemişti bütün dünya. Ömer Çelik’inki yaman bir çelişki velhasıl.  

    Siyasal islamcı denilince; halka dindarlık izhar eden ve dinden geçinen kimse akla gelir. O, bir takım dinsel söylemleri, kelime ve kavramları, siyasi ajandası doğrultusunda kullanmayı fevkalâde iyi bilir. Dini vecibelerini fıtri bağlamından koparır ve neredeyse insanların gözlerine sokar. Dini ve milli kavramlardan beslenen son derece abartılı ve uçuk bir hamaset dili geliştirmiştir. Bir taraftan da mağdur kalmanın yolunu her defasında bulur. Sonuç olarak gemisinin yelkenine rüzgâr devşirmeyi her zaman ve zeminde başarır.

    ***

    Siyasal islamcılığın ülkemiz açısından bakıldığında Erdoğan, ailesi ve oligarşik çevresiyle özdeşleşen önemli bir parametresi vardır ki o da tekebbürdür. Aslında Arapça kaynaklı olmakla birlikte, dini sahada yaygın kullanıma sahip olması sebebiyle kültür havzamıza intikali zor olmamış önemli bir kavram, kibir. Temel anlamı “büyüklük” demek. Kişinin kendini dev aynasında görmesini, şahsını büyük, üstün, ayrıcalıklı kabul etmesini ve bunu değişik vesilelerle dışa yansıtmasını, böylelikle başkalarını aşağılamasını kibir olarak tanımlamak mümkün. Daha çok duygusal sahada gelişen büyüklük tahayyülü kibir iken, bunun bir davranış modeli haline gelmesi, eyleme ve zamanla bir çeşit karaktere dönüşmesi ise “tekebbür” olarak tanımlanabilir.

    Kibir veya tekebbür dinde ve kültürde genel itibariyle mezmûm kabul edilmiş yani makbul görülmemiş, olumsuz karşılanmış bir vasıf. Onun karşılığında tevazu gibi kıymetli bir kavram önerilmiş, tavsiye edilmiş. Tekebbürün olumsuz bir vasıf kabul edilmesiyle ilgili “genelde” kaydı düştüm, zira A‘râf suresinin 146. ayetinde “yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayanlardan” bahsediliyor. 

    Ayette “bi ğayri hakkın” yani “haksız yere” kaydı düşülerek; insanın kötü niyetli olması, kibir ve gurura kapılarak yanlış inançlarını ve kötü gidişatını inatla sürdürme gafletini göstermesi halinde Allah’ın da onu ilahi hakikatlerden uzaklaştıracağı vurgulanmış oluyor. Demek ki, “bi hakkın” yani “yeri gelen”, “muktezâ-yı hâlin gerektirdiği” durumlar da söz konusu olabiliyor. Mesela kişinin içselleştirmeyi başardığı meziyetleri, bilgece tutumları ve faziletli davranışları ölçüsünde kendi değerini hissetmesinde ve bunu ifade etmesinde bir sakınca görülmemiş. “et-Tekebbürü ale’l-mütekebbiri sadakatün” yani “kibri karakter haline getirmiş (mütekebbir) kimseye karşı kibir ile mukabelede bulunmak sadakadır” sözünü de bu çerçevede ele almak mümkün. Kimi yerlerde hadis diye geçse de öyle değil, bir kelâm-ı kibâr yani büyük sözü. “Büyüklerin sözleri, sözlerin büyükleridir” derler, mademki bir büyük sözü, onun da bir mahmili olsa gerek. Siyasal islamcı güruhun çoğu defa bu sözü de yanlış anladığını ve uyguladığını düşünenlerdenim. 

    Kibir veya tekebbür ile ilintili o kadar kavram var ki dini-ahlaki arka planımızda. Ucb yani kendini beğenme, böbürlenme; fahr veya tefâhür yani mal ve mevki gibi sonradan elde edilmiş kazanımlarla ve imkânlarla övünüp durma; tahkîr yani başkalarını küçük görüp aşağılama; tuğyan veya tağy yani azgınlık göstererek haddi aşma gibi terimler ilk akla gelenler.
    Neyse.

    Büyüklük takıntısı diyebileceğimiz tekebbürün önemli göstergeleri var. Örneğin ortalama bir siyasal islamcı, “büyük” kelimesine fena halde meftundur. Zihin arka planında bu kelimeyle saplantılı bir aşk yaşar. Sık sık diline düşer büyüklük fantezileri, ham softa düşünceleri.

    “Büyük” cami der mesela. Sembolleri öne çıkartarak konuşmaktan eşsiz bir haz duyar, böylelikle büyüklük takıntısını pekiştirir. “Dünyanın en büyük alemi” der. “Avizesi, minberi, mihrabı ve müezzin mahfeli Süleymaniye Camii’nden bile büyük” der. Tek özelliği büyüklüğü değildir tabi, bir o kadar da pahalıdır.

    “Büyük” havalimanı der. “Ülkemizin yüz akı, dünyada da örnek olacak bir projedir” diye de eklemekten geri durmaz. Gücünü ve iktidarını herkese göstermek ister.

    “Büyük” saray der mesela, binden fazla odası olan saray. Rivayet olunur ki sadece mutfağı 650 metrekaredir. Gideri asgari ücretle çalışan 34 bin 210 işçinin maaşına ve 136 bin 840 kişinin de mutfak giderine denk olan bir mutfak. Sonra da havuza “Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda sade ve doğal hayat” diye haber yaptırılır itinayla. Mesela Rize’nin beyaz çayı içilmektedir o sade mutfakta. Kilosu 4.500 TL’den satılan beyaz çay.

    “İtibardan israf olmaz” der. Muteber olmayı ihtişam, gösteriş ve alayişle özdeşleştirir. Bir giydiğini bir daha giymez. Emine Erdoğan’ın Hermes marka çantası konuşulmuştu mesela yakın zamanda. Çantanın fiyatı için 49 bin 995 dolar diyenler de vardı, 51 bin dolar olduğunu söyleyenler de. Türkiye’nin bilmem kaç katı büyüklükte bir coğrafyaya hükmettiği dönemde üzerindeki elbisede on iki tane yama bulunan Hz. Ömer radiyallâhu anh’a bin selam olsun!

    “Büyük” kelimesi o kadar çok yarayışlıdır ki! Yeri gelir “büyük” miting olur, yeri gelir “büyük” devlet olur, yeri gelir “büyük” temel atma töreni olur, yeri gelir “büyük” hastane olur, yeri gelir “büyük” adliye sarayı olur, yeri gelir “büyük” millet olur…

    Tabi ki bir de “büyük” buluşma var. Siyasal İslamcı, başta İstanbul olmak üzere büyükşehir mitinglerini kasteder onunla. Bolca atıp tuttuğu mitingleri. Mahkeme-i kübrânın kurulacağı hesap günü pek de aklına gelmez. 

    Ne diyelim, bir taraftan disko dansı yaparken diğer taraftan “ver mehteriiii” diye höyküren amigolar bu ülkede rağbet gördükçe, güdümlü kütlelerde siyasal islamcı fanatizm konusunda bir farkındalık uyanmadıkça biz bunları daha çok tekrar ederiz nitekim…      
    29 Nis 2019 10:49
    YAZARIN SON YAZILARI