Hz. Fatıma Hakk’a nasıl yürüdü?

Ali Demirel

Ali Demirel

18 Oca 2019 01:36
  • Kainatın Sultanı’nın (sallallahu aleyhi ve sellem) ruhunun ufkuna yürümesinin ardından yalnızca altı ay kadar bir vakit geçmişti. Ne Mekke, ne Medine, ne de insanlık O’nu unutamıyor, O’nsuzluğa alışamıyordu. Hasret doruğa ulaşmıştı. Gözler O’nu arıyor, kalpler O’nu arzuluyordu.
    İnsanlığın İftihar Tablosu’nun ciğerparesi Hz. Fatıma, bundan tam altı ay kadar önce almıştı vuslat muştusunu. Hasretle bekliyordu kavuşma gününü. Allah Rasulü’nün son hastalığı sırasında verilmişti müjde. Çağrı pusulasının yola çıktığını o gün öğrenmişti. Önce tebessüm etmiş, ardından şükürle buluşturmuştu tüm benliğini.
    Rasulullah hastaydı. Hz. Fatıma, aynı babası gibi yürüyerek ve babası gibi vakarlı bir şekilde girmişti odaya. Allah Rasulü, onu görünce, “Merhaba kızım!” diyerek alnından öptü ve sağ tarafına oturttu. Hz. Fatıma da babasını öptü. Rasulullah, Hz. Fatıma’ya yaklaşmasını söyledi. Hz. Fatıma yaklaşınca Allah Rasulü, onun kulağına bir şeyler fısıldadı.
    Hasta yatağında yatıyordu Nebiler Serveri. Durumu hiç de iyi görünmüyordu. Evde herkeste bir hüzün vardı. Babasının kulağına söylediklerinden sonra Hz. Fatıma başını kaldırdı ve ağlamaya başladı. Allah Rasulü de hüzünlenmişti. Tekrar eğilmesini söyledi sevgili kızına. Hz. Fatıma eğilince yine kulağına bir şeyler fısıldadı. Bu sefer yüzünde güller açılmıştı. Tebessüm ediyordu. Etrafındakiler buna bir anlam verememişti.

    “Allah Rasulü’nün sırrını sana açamam!”

    Hele Hz. Aişe annemiz. Neler duğunu ve Allah Rasulü’nün Hz. Fatıma’nın kulağına neler fısıldadığını öğrenmek istiyordu. Hz. Fatıma’ya sordu, “Hayır!” cevabı aldı, “Allah Rasulü’nün sırrını sana açamam!” dedi. O da üstelemedi zaten. Ama merakı da uzun süre geçmedi. Allah Rasulü vefat edince tekrar geldi Hz. Fatıma’nın yanına. Bu sefer yemin etti. “Artık söyleyebilirsin” dedi. Hz. Fatıma da kırmadı bu genç iffet ve ismet abidesini.
    - Allah Rasulü, önce bana kendisine her yıl Cebrail’in gelip Kur’an’ı baştan sona bir kere okuduğunu, bu yıl geldiğinde ise iki kez Kur’an okuduğunu ve bunun yakalandığı bu hastalık neticesinde öleceği anlamına geldiğini bildirdi. O zaman ağladım. Sonra ailesinden ilk önce benim kendisine kavuşacağımı bildirdi. O zaman da güldüm, dedi.
    Bu Hz. Fatıma’nın son gülüşüydü. Bir daha da onu gülerken gören olmadı. Sadece babasına kavuşma anında tebessüm ediyordu.
    Hastaydı ve hastalığı her geçen gün ağırlaşıyordu. Belli ki öteki aleme giden kutlu yolculuk başlamıştı. Hz. Fatıma durumunun farkındaydı. Bu günün müjdesini sevgili babasından tam altı ay önce almıştı. Yolculuğa çıkmaya hazırlıklıydı. Hastalığı sırasında kendisini hiç yalnız bırakmayan Hz. Ebu Bekir’in hanımı Esma binti Ümeys’e:
    - Ben kadınlara yapılan cenaze merasiminden hoşlanmıyorum. Kadınlar kefene sarılıp götürülüyorlar. Vücut hatları belli oluyor. İnsanlar onları görüyor. Yarın erkeklerin vücudumun yanı başında olacak olmasından haya ederim, dedi.
    Esma binti Ümeys, durumun nezaketini, Hz. Fatıma’nın da edeb ve hayasını çok iyi kavramıştı. Bir müddet sustuktan sonra:
    - Ey Allah Rasulü’nün kızı! Sana Habeşistan’da gördüğüm bir şeyi göstereyim mi?
    Sonra ayağa kalkıp hemen yaş hurma yaprakları getirtti. Onları sanduka haline getirtip elbiseleri içine koyarak Hz. Fatıma’ya Habeşlilerin ölülerini koydukları tabutu tarif etti.
    Hz. Fatıma bu defin şeklini çok beğenmişti. Haya ve edeb abidesi, Cennetliklerin hanımefendisinin gözleri parladı,
    - Bu ne kadar güzel bir şey! Bu şekilde yapıldığında kadınlar, erkeklerin bakışından kurtulur. Sen beni örttüğün gibi Allah da senin günahlarını örtsün. Ben ölürsem beni Ali ve sen yıkayın! Hiç kimseyi içeri sokmayın, diyerek Esma binti Ümeys’e vasiyette bulundu.

    Anneciğim, ben ölüyorum!

    Efendimiz’in pak zevcelerinden Ümmü Seleme validemiz de sık sık Hz. Fatıma’yı ziyarete gidiyordu. Hastalığı nedeniyle iyice solup sararan bu nazenin çiçeğe baktıkça Allah Rasulü’nü hatırlıyor, O’nun emaneti olan kızına hizmette kusur etmemeye çalışıyordu.
    Bir sabah Hz. Fatıma’nın yanına geldiğinde onu her zamankinden farklı bir halde buldu. Ağrıları daha da artmış, yüzü solmuştu. Belli ki ötelere yolculuğun ilk hazırlıkları yapılıyordu. O sırada Hz. Ali de bir iş için dışarı çıkmıştı. Ümmü Seleme ile Hz. Fatıma yalnız kalmışlardı.
    Hz. Fatıma, Ümmü Seleme’ye baktı ve,
    - Ey Anneciğim! Bana su dök de gusül abdesti alayım, dedi.
    Ümmü Seleme validemiz hemen ayağa kalkıp gerekli hazırlıkları yaptıktan sonra Hz. Fatıma’ya gusül abdesti aldırdı. Sonra Hz. Fatıma, sanki gelin olmaya hazırlanıyormuş gibi yeni elbiselerini istedi:
    - Bana yeni elbiselerimi ver de giyeyim!
    Bu hazırlık nereye idi? Neden bu kadar özenli hazırlık yapılıyordu? Tüm bunları sadece ve sadece kendisi biliyordu. Hz. Ümmü Seleme’ye düşen ise bu hazırlığında ona yardımcı olmaktı. Hz. Fatıma, bedenen solmak üzereydi. Ama gönlünde babasına kavuşmanın sevinci olduğundan kimsenin kuşkusu yoktu.
    Yeni elbiselerini giydikten sonra, “Beni yatağıma götürür müsün!” diye rica etti Ümmü Seleme validemizden. Hz. Ümmü Seleme, Hz. Fatımayı büyük bir ihtimamla yatağına götürdü. Yüzünü kıbleye çevirdi, ellerini yanaklarının altına koydu. Uykuya dalmadan önce son bir kez baktı Hz. Ümmü Seleme’ye.

    - Anneciğim! diye seslendi.
    - Buyur canım kızım!
    - Anneciğim, ben ölüyorum. Temizlendim. Artık kimse beni açmasın.
    Zaten tertemiz bir çiçekti Hz. Fatıma. “Ama temizlendim, beni kimse açmasın!” diye tembihte bulunmuştu. Babasına gidiyordu. Dudaklarının kenarında hafif bir tebessüm, ihtimal ki aradığına, beklediğine, özlediğine, sevgili babasına kavuşmuştu. Gözlerini bu aleme usulca kapattı.
    Hicretin 11. yılıydı. Ramazan ayına girmeye üç gün kalmıştı. Günlerden Pazartesiydi. Henüz 28-29 yaşlarındaydı.
    Rasulullah, “Ailemden, yanıma ilk gelecek olan sensin.” demişti.
    Sevgili’nin en sevgilisiydi. Habibullah’ın canı cananı, Hasan ile Hüseyin’in anası.
    Beyaz, parlak, aydınlık yüzlü kadın, Zehra!
    İffet ve namus timsali Betül!
    Rasulullah’ın biricik gülü, Cennetliklerin hanımefendisi; Masmavi gök kadar derin, uçsuz bucaksız sema kadar ince Fâtıma!
    İffet abidesinin bu hassasiyeti ayrı bir şerefle taçlanacak, kıyamet gününde bir çağırıcı perde arkasından şöyle seslenecekti: “Ey insanlar gözlerinizi yumunuz ve başlarınızı eğiniz. Muhammed kızı Hz. Fatıma sırattan geçip Cennete gidecek!” (Ebu Nu’aym, Hilyetü’l-Evliya, 6/108)

    BİR SORU-BİR CEVAP
    Kur’an-ı Kerim’deki “mele'” ifadesi bize ne anlatıyor?
    Bu soruyu bize Almanya’dan yazan okurumuz Mehmet Bey sormuş.
    Bu kelime, aynı görüş ve maksatla bir araya gelip şekil ve görünüşleri, kıymet ve önemleri ile göz dolduran heyet, seçkinler zümresi ve küçük grup anlamına geliyor.
     yet-i kerimelerde mele’ tabiri, genellikle iman karşısında yerini alan ve inkârı bir yol olarak benimseyip kabullenen toplumların önde gelenleri için kullanılıyor. (Bkz.: A’raf, 7/60, 66, 75, 90; Hûd, 11/27; Mü’minûn, 23/24) Aynı zamanda inancı ne olursa olsun bir hükümdarın çevresinde, kendileriyle sürekli istişare ettiği ve vereceği hükümlerde etkin bir zümreyi ifade için de bu kelimenin tercih edildiğine şahit oluyoruz.
    Mesela Firavun’un, etrafında kendileriyle fikir alışverişinde bulunduğu ileri gelen kimseler içinde, Hz. Süleyman’ın yakınında kendileriyle istişare ettiği seçkin grup ve Belkıs’ın danışmanları için de mele’ tabiri kullanılıyor. Bir farkla ki, Firavun’un mele’i, makam ve mala dayalı zalim Mısır aristokrasisinden oluşurken Hz. Süleyman’ın mele’i, ilim sahibi mü’minlerden oluşuyor.
    Muhataplarını küçük görürler
    İşin ilginç tarafı, kendileri bu azınlığı teşkil ettikleri hâlde, düşman olarak niteledikleri ve bu açıdan da varlıklarından rahatsızlık duyarak tacize başladıkları kesimleri azınlık olarak tavsif etmeleri bunların ortak davranışları olarak karşımıza çıkıyor.
    Mesela Firavun, bir taraftan Hz. Musa ve ona inananları tehdit ederken, diğer yandan da etrafında, “Esasen bunlar, çok küçük, sefil bir gruptur. Fakat bize karşı kızgın olup diş bilemektedirler. Biz de elbette uyanık, tedbirli bir topluluğuz.” (Şuara, 26/54) diyerek kendi adına propaganda yapıyor.
    Kur’an’da bahsi geçen bu zümrenin başlıca özellikleri şunlar: Zulmün her türlüsü onlara göre mubahtır. Muhataplarını küçük görüp aşağılama ortak tavırlarıdır. Karalama kampanyaları düzenleyip sözle başaramadıkları yerde tehdit ve akabinde de akla-hayale gelmedik şiddete başvurur ve her hâlükârda attıkları adımı neticelendirmek isterler.
    Kendilerinin haklılıkları konusunda her fırsatı değerlendirip sürekli propaganda yapar ve etraflarından da hep alkış beklerler. Hoşlanmadıkları bir gelişme zuhur edip işler keyiflerine göre seyretmediğinde küplere biner ve etraflarına savaş açarlar; bu savaş, sadece yeni gelişen ve bir yönüyle insanların ümidi hâline gelen düşünceyi temsil edenlere karşı değil aynı zamanda bu düşüncelere sıcak bakıp ümit besleyen veya zulümsüz de bir dünyanın özlemini duyan herkese karşıdır. Aynı zamanda bunlar, fikirleri sabit, oldukça dogmatik ve sürekli hırçındırlar.
    Herkes kendini yeniden sorgulamalı
    Saymaya çalıştığımız özelliklerin hemen her biri, Yüce Kitabımızın ifadelerinden birer seçme ve iktibastır. Biraz daha derince üzerinde durulup ciddi bir değerlendirme yapılsa daha söylenecek nice vasıf ortaya çıkacaktır.
    Mele’ tabiri ve ortak özellikleri ile ilgili olarak bütüncül bir bakış için Bakara sûresi, 2/247; A’raf sûresi, 7/60, 66, 75, 88, 90, 103, 109, 127; Hud sûresi, 11/27, 38; Mü’minun sûresi, 23/24, 33, 46; Şuara sûresi, 26/34; Kasas sûresi, 28/20, 38; Sad sûresi, 38/6 ayetlerine bakabilirsiniz. Ayrıca Dr. Reşit Haylamaz Hoca’nın kaleme aldığı Güller ve Dikenler isimli kitabı da okumanızı tavsiye ederim.
    Önemli olan herkesin, bu vasıflardan hareketle yeniden kendini sorgulaması ve nerede durduğunu şöyle bir gözden geçirmesidir. Hz. Musa’nın arkasında hakka talipken Firavun’a yem olmamak, Hz. İsa’ya gönül vermişken çarmıhta can çekişmemek için bu muhasebenin yapılmasında mutlak zaruret vardır.

    18 Oca 2019 01:36
    YAZARIN SON YAZILARI