Kur’an zalimlerin sonunu nasıl anlatıyor?

Ali Demirel

Ali Demirel

09 Eki 2019 12:22
  • Pazartesi günkü yazımızda Cengiz Bey’in “Allah zalime niçin mühlet veriyor?” sorusunu cevaplandırmaya çalışıyorduk. 

    Kaldığımız yerden devam edelim. 

    Zalimler yapıp ettikleriyle mi kalacaklar? 

    Rabbimiz zalimlere nasıl bir son hazırladığını hangi ifadelerle anlatıyor?

     

    Kur’an, ruhunu ve vicdanını hasede teslim etmiş mücrimlerin, mazlumları inim inim inleten zalimlerin kendilerine verilen mühleti yanlış anladıklarını, pişmanlık duyup geri adım atacaklarına zulümlerinde daha da azgınlaşacaklarını ve neticede hissedemeyecekleri bir şekilde yavaş yavaş elim akıbetlerine doğru sürüklendiklerini anlatır.

     

    Neticede hiç ummadıkları bir anda hak ettikleri bela ve musibetler, onları çepeçevre sarar ve finali, çok feci, zelil ve perişan edici bir azapla yaparlar.

     

    Ne etraflarındaki dalkavuklar, ne böbürlenmelerine sebep olan imkanlar, ne saklandıkları korunaklı mekanlar, ne de sırtlarını dayadıkları düzenbazlar kendileri için hiçbir şey yapamazlar. (Bkz. Hac Sûresi 22/48; Ra’d Sûresi 13/32)

     

    Kur’an,zalimlerin akıbeti adına bize pek çok örnekler verir. Bunlardan en ibretlisi şüphesiz firavun ve taraftarlarıdır.

     

    Allah, Hz. Musa’ya peygamberlik görevi verir ve O’ndan ilk olarak Mısır’a gitmesini, iyice azgınlaşıp dengesini ve vicdanını kaybeden, erkek çocukları öldürüp kızları istismar eden, ülkede fesat çıkaran Firavun’u ve onunla beraber zulme batan halkını uyarmasını talep eder.

     

    Yaptığı onca zulme rağmen Cenâb-ı Hak, Firavun’u hemen cezalandırmaz. Mucizelerle donattığı ve konuşma üslubuna varıncaya kadar nasıl hareket etmesi gerektiğini tarif ettiği peygamberini onun yanına gönderir. 

     

    Firavun’nun sarayına gelen Hz. Musa, onu ve halkını, yalnız Allah’a kulluğa davet eder. Benî İsrail’e yaptığı zulme son verip onları serbest bırakmasını ister. Hak dini yalan sayıp yüz çevirenleri bekleyen azabı ve Allah’ın o güne kadar ona ihsan ettiği nimetleri hatırlatır ve Allah’a karşı saygılı olmaya çağırır. (Bkz. Bakara Sûresi 2/49; Tâ Hâ Sûresi 20/24; Şuarâ Sûresi 26/16, 17; Nâziât Sûresi 79/19)

     

    Hz. Musa’nın bu daveti karşısında daha bir despotlaşan Firavun, onu yalanlar. Hz. Musa’yı zindana atmakla tehdit eder. İnsanları yerinden yurdundan edip memlekette bozgunculuk yapmakla ve atalarından onlara miras kalan dinden onları çıkarıp yeni bir yapılanmayla ülkeyi ele geçirmekle suçlar ve sarayında koltuk vermekle cesaretlendirdiği sihirbazları karşısına diker. (Yunus Sûresi 10/79)

     

    Sarayındaki danışmanların da kışkırtmasıyla bütün mesaisini, Hz. Musa’yı bitirmeye ayırır. Gördükleri manzaradan etkilenip iman eden sihirbazları, ellerini, ayaklarını çaprazlama kesip darağacına asmakla tehdit eder. 

     

    Bütün bunlara karşılık Cenâb-ı Hak, onu hemen cezalandırmaz ve kendisine zulüm ve cürümlerini anlaması için vakit tanır. Üstelik yaptığı hataların farkına varması için bu süre zarfında zaman zaman ülkeye kuraklık, kıtlık ve ekonomik kriz gibi musibetler gönderir. 

     

    Ancak ülkedeki bolluğu kendinden bilen Firavun, bu musibetleri Hz. Musa ve etrafındakilerin uğursuzluğu olarak yorumlar. (Bkz. A’râf Sûresi 7/130, 131)

     

    Yaptığı onca kötülüğe ve isyana rağmen şahsına bir bela ve musibet gelmediğini gören Firavun, halkını da hatasına ortak eder. 

     

    Nihayet verilen müddet dolar. Allah, o güne kadar sabredip yardım dileyen Hz. Musa ve yanındakileri, denizi yarıp karşıya geçirerek kurtarır. Allah’ın hükmünden kaçamayan Firavun ve taraftarları ise boğulup gider. 

     

    Neticede Allah, hiç beklemedikleri bir zamanda onları saraylarından çıkartır; bahçelerini, pınarlarını, hazinelerini, servetlerini ve kendilerince çok değerli makam ve mevkilerini ellerinden alır ve onları hiç akıllarına getirmedikleri bir anda ebedi azaba mahkum eder. (Bkz. Âl-i İmrân 3/11; Şuarâ Sûresi 26/57, 58, 63-66; Nâziât Sûresi 79/22; Bürûc Sûresi 85/17-20)

     

    Evet, netice itibariyle şunu ifade edelim:

     Cenâb-ı Hakk’ın kullarını hemen cezalandırmayıp mühlet vermesi bir sünnetullahtır. Bu ilahi ahlak, peygamberler için de değiştirilmemiştir. Ve mühlet, en başta, bütün kullar için bir merhamettir: 

     

    “Eğer Allah insanları işledikleri günahlar yüzünden hemen cezalandıracak olsaydı, dünyada tek bir insan bile bırakmazdı; ama Allah onların cezasını belirlenmiş bir vâdeye kadar erteler. O vâdeleri geldiği vakit hükmünü yerine getirip onları cezalandırır. Çünkü Allah kullarını tamamen görmektedir.” (Fâtır Sûresi 35/45)

     

    Nitekim bu nimetin ve imkanın farkına varanlar, hemen istiğfara yönelmiş, tevbeye koşmuş ve üzerlerindeki haktan hukuktan kurtulmaya çalışmışlardır.

     

    Fakat mühlet aynı zamanda kullar için ayrı bir imtihandır. Zalimler, bunu fark edememiş ve bu süre zarfında başlarına bir şey gelmemesiyle daha bir azgınlaşmışlardır. Cenâb-ı Hak da kapısını açmakla onları nimetler ile şaşırtmış, şımartmış ve yavaş yavaş kendilerini bekleyen elim azaba yaklaştırmıştır. 

     

    Mühletleri dolunca hiç beklemedikleri bir anda onları helak etmiş ve hiç kimse de onları kurtaramamıştır. 

     

    Yazımızı Yücel Men Hoca’nın şu final cümleleriyle bitirmiş olalım:

     

    Müminlere düşen sünnetullaha saygılı olmak, kendilerine verilen mühlette arınma kurnalarına koşmak, kendilerine zulmeden zalimlere verilen mühlette de sabredip yollarına devam etmektir. Zira yukarda da görüldüğü üzere Allah, imhal etmekte (mühlet vermekte) ama asla ve asla ihmal etmemektedir. (Bkz.Yusuf Sûresi 12/110)

     

    Rabbimizin zalimlere verdiği mühleti bir an önce nihayetlendirmesi ve mazlumların yüzlerini güldürmesi duasıyla...


    09 Eki 2019 12:22
    YAZARIN SON YAZILARI