Devlet ve temellük

Cuma Karaman

Cuma Karaman

25 Eki 2021 10:46
  • Mülk edinmek veya sahiplenmek anlamına gelen “temellük” insanlarda doğuştan gelen duygulardan birine karşılık gelir. Her insani duyguda olduğu gibi bu duygunun da ifrat, tefrit ve vasat noktaları vardır. Aşırı temellük düşüncesi insanı başkalarının hakkını gaspa kadar götürebileceği gibi bu duygunun yokluğu da sefalete düşürür. Kararında ya da vasat miktardaki temellük duygusu ise oldukça yararlıdır. Hem bireysel hem de toplumsal planda dayanışma ve yardımlaşma zeminini güçlendirir. 

    İnsan için geçerli olan eğilimler devlet gibi toplumsal ve sosyo-politik organizmalar için de geçerlidir. Özgürlükçü filozofların “gerekli şer (necessary evil)” şeklinde tanımladıkları devlet, sosyalleşen insanların teşkil ettiği toplumun idaresinin gerektirdiği bir zaruret olarak ortaya çıkmıştır. İnsanların fıtratında (doğasında) iyilik (yapmak) olduğu kadar kötülük (yapmak) meyli de olduğundan, adil olma hissi kadar zalim olma temayülü de bulunduğundan, sevgisi kadar nefreti, ıslahı kadar tahribi de olan bir varlık olduğundan bir nizam ve düzen kurucuya ihtiyacı tartışılmazdır. Tüm bunların yanında insanın insanlığının alamet-i farikası fıtraten sosyal bir varlık olmasıdır. Bu sebepledir ki, her fert içinde sosyalleşebileceği bir topluma ihtiyaç duyar. Toplumsal hayatın düzeni ve idamesi ise bir otoriteyi gerekli kılar. İlkesel olarak insanların barış ve huzurunu, güvenlik ve selametini amaçlayan, onları baskı ve zulümlerden koruyan otoritenin adıdır devlet. Devlet, insanın insan olmaktan kaynaklanan sosyal ihtiyaçlarının karşılığı olan toplumsal hayatının doğal bir sonucudur da diyebiliriz. 

    Ama devlet dediğimiz organizma her zaman ilkesel tanımının çerçevesi içerisinde kalmaz. İlk kuruluş aşamasından başlayarak kutsallaştırma ve ilahlaştırma temayüllerine muhatap olan devletin zamanla yozlaşarak ceberrutlaştığının, her türlü eleştiri kanalını kapayarak yapıp ettiği her şeyi doğru ve meşru gördüğünün ve böylece yıkılışının kaçınılmazlığının taşlarını döşediğinin örnekleriyle doludur tarih. Kendisine kutsallık atfeden devletin bu iddiasına meze yaptığı en temel sarf malzemesi ise inanca, milli kültüre dair değerlerdir. 

    Doğaldır ki, gelişen, güçlenen devletler halklarının güvenlikve savunmasını temin için orduya ve sair güvenlik birimlerine ihtiyaç duyar. Savunma ve güvenlik pahalı ve istismara açık bir iştir. Bu işin (!) oluşturduğu maliyetleri karşılamak için halktan ağır vergiler toplanır. Bu vergiler adil ve tahammül edilir olmaktan uzaklaştıkça toplumdaki memnuniyetsizlik de artar. Genelde artan vergilere bu vergilerle oluşturulan kamu kaynaklarının muktedirler tarafından yandaşlarına peşkeş çekilmesi eşlik eder. Ordu ve güvenlik birimleri de artık sadece muktedirlerin yandaşlarından oluşur hale gelmiştir. Bu durum da doğal olarak farklı kesimlerde rahatsızlıklar meydana getirir. Bu aşamada halkın güvenliği ve ülkenin savunması için aktarılan kaynaklarla beslenen, donatılan asker ve polis, dışarıdaki tehditlerden ziyade içerideki muhaliflere karşı kullanılır. Hoşnutsuz halk kesimlerini bastırmak için katliamlara girişmekten bile geri durulmaz. Muhaliflerin payına artık sadece hapis, işkence, ölüm ve sürgün düşer olmuştur. Muktedirler için yükselen saraylara muhalifleri kapatmak için yükselen hapishaneler eşlik etmeye başlar. Muktedirlerin saltanatlarının şatafatı yükseldikçe muhalifler için de meydanlarda maddi/manevi dar ağaçları yükselir.

    Gücün ve ihtirasın baş döndürücülüğünden olsa gerek iktidar sahipleri genelde güçlerini paylaşmaktan hoşlanmaz. Fakat zamanla bu temayül iyice aşırıya kaçar ve ele geçirdikleri siyasi iktidarla yetinmez, işi halkın malına mülküne göz dikmeye, güya adalet ve kamu yararı adına el koymaya, yağmaya, talana kadar vardırırlar. Kendilerinin iç ettiklerinin yanı sıra saltanatlarını pekiştirme, yandaşlarını kendilerine daha da bağlama adına servet transferlerine girişirler. Yağmaladıkları varlıkları yakın çevrelerine peşkeş çekerler. İşin buralara varması er ya da geç halkın hoşnutsuzluğuna yol açar, bu hoşnutsuzluk gerek inanç gerekse sınıfsal veya etnik farklıklar üzerinden kendisine yollar açar. İşin sonu boykota, isyana ve devrimci hareketlere kadar varır. 

    Tarih büyük ölçüde farklı ölçeklerdeki haklı veya haksız paylaşım mücadelelerinin hikayesinden ibarettir. Mücadele ve kavgaların çoğunun düğümlendiği yerdir marazî temellük sevdası. Bu sevda sadece devletler arasındaki pek çok kavga ve nizayı açıklayan bir etmen olmakla kalmaz. Aynı zamanda devletlerin üzerlerinde tahakküm kurdukları kendi halklarının tüm varlıklarına el koyacak kadar despotlaşarak zıvanadan çıkmalarına da yol açar. Bu durumun tetiklediği öfke ve nefret despotlaşan rejimin adım adım sonunu getirirken, yerlerine gelenler de intikam duygusuyla çoğunlukla (farklı bir şekil veya tonda da olsa) tarihin çöplüğüne savurdukları eski muktedirlerin hatalarını tekrarlamaktan uzak duramaz. Toplumda adaleti, ülkede huzuru ve güvenliği tesis için ortaya çıkan devlet, yozlaşmış güç sarhoşu muktedirlerin elinde öyle bir hale gelir ki, kendisi artık adaletsizliğin en büyük faili olur, halkın huzur ve güvenliğine en büyük tehdit haline gelir. Devam edip duran bu fasit daire ideal ve adil devlet mefkuresinin nesiller boyunca Kaf Dağı’nın arkasındaki bir ütopya olarak kalmasını netice verir.
    25 Eki 2021 10:46
    YAZARIN SON YAZILARI