Diyanet ve hutbeler

Cuma Karaman

Cuma Karaman

28 Haz 2022 09:55
  • Şunu peşinen belirtelim ki, Diyanet her yönüyle çağın ve toplumun ekseriyetinin çok gerisinde kalmış bir kurumdur. Dini konularda çağın ruhuna uygun olmayan söylem ve eylemlerin odağı haline gelen bu teşkilat, tamamen siyasi iktidarın vesayeti altında ve aldıkları talimatları halka din olarak pazarlamaktan başka bir iş yapmamaktadır. Bu uğurda en gayr-ı meşru ve gayr-ı ahlaki icraatları bile yayınladığı fetvalarla dini kılıflara sokmaktadır. Diyanet’in kontrolündeki tüm camilerde okunan hutbelerin içeriği genelde savaş, kahramanlık, gazilik, şehitlik gibi konularda abartılı metih ve senalarla dolu hamaset, hikâye ve üsturelerden ibarettir. Sadece Diyanet’in bu hutbelerine bakanlar İslam’ın sanki hayattan ziyade ölümü, barıştan ziyade savaşı kutsadığı zehabına bile kapılabilir. 


    Belirli bir ajanda ve strateji çerçevesinde merkezi bir heyet tarafından hazırlanan bu hutbeler, hak ve hukuktan, evrensel insani değerlerden uzak, belirli etnik kimlikleri yücelten ırkçı ve milliyetçi motiflerle doludur. Bu hutbeler, devlete hâkim ideolojik tercihler doğrultusunda Cuma cemaatini endoktrine ederek uyutmakta bire birdir. Aksi bir durum olsa devlet neden ikinci en büyük personele sahip olan böyle bir teşkilata devasa bir bütçe ayırsın. Ama sanılmaya ki, Diyanet’in tek mali kaynağı bütçeden aldığı bu büyük paydır. Bu teşkilat, kendisine ayrılan bütçenin belki birkaç katını vakıf ve dernek çalışmaları, hac organizasyonu ve namaz çıkışları topladığı bağışlardan elde eden belki de en zengin kurumdur. Gayri menkuller bakımından da Türkiye’nin en zengin teşkilatı olan Diyanet’in ülke genelinde kontrol ettiği cami dernekleri ve vakıflar aracılığıyla sahibi olduğu ve işlettiği pasajların, iş merkezlerinin, çarşıların ve dükkanların haddi hesabı yoktur. Bu zenginlikten tek istifade edenler Diyanet imamları değil elbet. Neticede dönem dönem pekçok emekli subayın maaş aldığı bir çeşit arpalıktan bahsediyoruz.
     

    Öte yandan, hutbe ve vaazlarında cemaatlerine sürekli israf yapmayın, lüks ve şatafata girmeyin diye salık veren Diyanet mensupları tam tersi bir hayat yaşamaktan çekinmezler. Yurtiçi ve yurtdışında en lüks otellerde ağırlanmaktan tutun da yolluk, harcırah adı altında döviz cinsinden yüklü ödenekler almakta herhangi bir beis görmezler. Gerek teşkilatın imkanlarıyla gerekse kontrolü altında tuttuğu dernek ve vakıfların imkanlarıyla burs ya da yardım söz konusu olduğunda ise doğal olarak(!) öncelik her zaman Diyanet personelinin yakınlarındadır.  
     

    Sultanların iradesine ve her türlü tasarrufuna dini kılıf uydurma fonksiyonunu ifa eden Şeyhülislamlığın yerini alan Diyanet, günümüzün sorunlarına ve ihtiyaçlarına cevap vermekten çok uzak olduğu gibi tam tersine bizzat kendisi pekçok sorunun kaynağı haline gelmiştir. Üstlendiği bu rolle de bırakın dini duygu ve düşünceyi topluma yaymak dini olan her şeyi bir nefret unsuru haline getirmiştir. Özellikle, son iki başkanının dini nasları muktedirin keyfine göre evirip çevirmeleri; israfları, lüks ve şatafatlarıyla sürekli gündem olmaları Diyanet’in içine düştüğü duruma dair fazla söze hacet bırakmıyor.
     

    Kuruluş amacı ve yapısı baştan sorunlu olan, farklı din ve inanç mensupları arasında adaleti tesis etmek yerine adaletsizliğin kaynağı olan bu teşkilat, zamanla gerçek bir dini kurum olmaktan iyice çıkmış siyaset ve hamasetin at oynattığı bir odak haline gelmiştir. Öyle ki, bugün bu teşkilatın mensubu olup da siyasetin kuklası olmayan imam enderi nadirattandır. Ellerindeki muazzam imkanlara rağmen Ahmet Naim Bey’in 1928’de yayınladığı Tecrid-i Sahih Tercümesi benzeri bir eseri ortaya koymaktan aciz olan Diyanet, dini konularda çağın ihtiyaçlarına göre akademik çalışmalar yapmak yerine asırlardır tekrarlana gelen dini hamuleyi tekrarlamayı maharet bilmektedir. Tıpkı bazı cemaat ve tarikatların yaptığı gibi hala gusül abdestine dair yayınlar yapmayı işten saymakta, dönüp dolaşıp kadınlara uygun etek boyu ve başörtüsüne dair ahkam kesmektedir. Diyanet’e tünemiş bazılarınınsa gündemleri insanların apış arasının üstüne bir türlü çıkamamış, cinsellikle yatıp cinsellikle kalkar olmuşlardır. Öte yandan, köyünden dışarı adımını atmamış bir köylünün vizyonuyla güya insanlığı tedavi etmeye, alem şümul sorunları çözmeye yeltenenlerin ise haddi hesabı bulunmuyor Diyanet’te. Bazıları da var ki her konuya maydanoz olmayı görev sayıyor. Bu durum, sadece Diyanet’in hal-i pür melalini ortaya koymakla kalmıyor, temsil ettiklerini savundukları dinin imajını da mahvı perişan ediyor.
     

    Sözü özüne uymayan mevcut Diyanet idaresinin sosyoloji, psikoloji ve pedagojiyi göz önünde bulundurmaksızın irat ettiği hutbeler dini gerçekliği yansıtmaktan çok uzak bulunurken, siyasi iktidarın çıkarları doğrultusunda bol hamasetle bezeli vaaz ve hutbeleri toplumda sadece daha fazla ayrışmayı, ötekileştirmeyi ve karşılıklı nefreti beslemeye yarıyor.  Yüz bini aşkın cami, mescit ve çok daha fazla personelle (beş vakit namazı saymazsak) her hafta on milyonlara hitap etme imkânı olan Diyanet şayet görevini hakikaten samimiyetle yapmış olsaydı bugün ülkeyi kasıp kavuran kötülüklerin belki de esamisi hiç okunmayacaktı. 
     

    Bu teşkilatı çok yakından tanıyan biri olarak Diyanet’in kendisine değil, yanlış icraatlarına karşı olduğumun altını özellikle çizmek isterim. Tıpkı hangi grup, cemaat veya tarikatta olursa olsun yapılan yanlışlara prensip olarak karşı olduğum gibi… Müslümanların yanlışlarına karşı olmak, hele bir de bu yanlışlar din adına yapılıyorsa, asla dine karşı olmak değildir. Bu, dini din adına yapılan yanlışlardan koruma çabasıdır. “Halka verir talkını, kendi götürür salkımı” deyişinde olduğu gibi sözleriyle özleri farklı olan, verdikleri nasihatlerle kendi eylemleri çelişen, siyasi gündemleri din kılıfına sokup insanlara empoze etmeye kalkan, halkı bilinçlendirip uyandırmak yerine uyutmaya yeltenen bir kadronun süslü hamasetlerle bezedikleri vaaz ve hutbelerinde dile getirdikleri nasihatlerin toplumda sıfır etkisi olmasına şaşırmamak lazım. 

    28 Haz 2022 09:55
    YAZARIN SON YAZILARI