Görmeyen bir insan için karanlık, alışılmış bir dosttur; ama görebildiğini sanan birinin fark edemediği hakikatler, en kesif karanlıktan bile daha derindir. İnsan gözleriyle değil, zihniyle görür. Fakat zihnin kendi hapishanesi varsa, orada ışık neye yarar?
Bazı gerçekler göz önündedir ama fark edilmez. Tıpkı yıllardır duvarda asılı duran bir resmin zamanla görünmez hale gelmesi gibi. İnsan, alışkanlığının içinde kaybolduğunda, gözü olan da kör olur. Bu yüzden düşünce körlüğü, fiziksel körlükten çok daha tehlikelidir. Çünkü gözleri gören ama zihni karanlıkta kalan bir insan, hakikati inkâr etmeye en yatkın kişidir.
Zihin, çoğu zaman görmek istediğini görür. İnsan, duydukları arasından hoşuna gideni seçer, bildiklerine benzeyenleri kabul eder. Kendi inancına uymayan bir gerçeği kabullenmek, kimileri için bir uçuruma bakmak gibidir. Çünkü yeni bir gerçeği kabul etmek, eski dünyasını yıkmayı gerektirir. Ve kaç kişi, kendi dünyasını yıkıp yeniden inşa etmeye cesaret edebilir?
Düşünce körlüğü, sadece bireyin değil, toplumun da hastalığıdır. Bir topluluk, tek bir düşüncenin etrafında ne kadar sıkı kenetlenirse, o kadar az soru sorar. Farklı bir ses duyulmaz, farklı bir gözle bakmaz, farklı bir el dokunmaz. Zihinler aynı kelimelerle örülmüş duvarların ardına hapsolur ve orada sessizlik, bilgelikten değil, korkudan doğar.
Oysa hakikat, ancak sorgulayan zihinlere görünür. Kendi düşüncesini bile sorgulamayan biri, gerçekleri değil, yalnızca kendi yankısını duyar. Düşünce körlüğünü aşmak, bakmakla değil, görmekle mümkündür. Ve görmek için gözlerden çok, zihnin özgür olması gerekir.
Şimdi bu körlüğün katmanlarına bir göz atalım.
Körlük, yalnızca gözlerin işlevini yitirmesi değildir. İnsan, bakıp da görmediğinde, duyup da anlamadığında, dokunup da hissetmediğinde de kördür. Körlük, bazen bir gerçeğin tam karşısında durup onu fark edememek, bazen de gözlerinin önündekini bilerek görmezden gelmektir.
Zihinsel körlük, insanın zihnini çerçeveleyen görünmez bir duvar gibidir. Kendi düşüncelerine hapsolmuş bir zihin, dış dünyayı sadece kendine uygun şekliyle algılar. Yeni bilgileri süzgeçten geçirir, yalnızca kendi inançlarına uyanları kabul eder ve gerisini reddeder. Bir insan, yıllarca yanlış bir bilgiyle yaşamış olabilir ama gerçeği duyduğu an onu reddetme eğilimindedir. Çünkü yeni bir gerçeği kabul etmek, eski kimliğini sorgulamayı gerektirir. Ve kim benliğinin temellerini sarsmaya cesaret edebilir?
Duygusal körlük, insanın sadece görmek istediklerine odaklanmasıdır. Birine karşı beslenen sevgi ya da nefret, onun hatalarını ya da doğrularını fark etmemizi engeller. Aşırı sevgi insanı gerçeklerden uzaklaştırdığı gibi, nefret de insanın başkalarının içindeki iyiliği görmesini engeller. Bu yüzden bazı insanlar, kendilerini incitenleri bile savunur, bazıları ise en doğru sözleri söyleyenleri düşman ilan eder.
Toplumsal körlük, insanın içinde doğduğu kültüre ve çevreye sorgusuz sualsiz boyun eğmesidir. Bir toplum, tek bir düşünceyi kutsal hale getirdiğinde, ona karşı çıkan her şey tehdit olarak algılanır. Çoğunluğun inandığı yanlışlar, zamanla değiştirilemez doğrulara dönüşür. İnsanlar, kalabalığın içinde kaybolur, farklı düşünceleri dile getirmeye korkar. Bu körlük, yalnızca bireyleri değil, koca uygarlıkları felakete sürükleyebilir. Tarihte nice savaşlar, nice zulümler, toplumların kendi körlüklerini kutsaması yüzünden yaşanmıştır.
Teknolojik körlük, modern çağın en sinsi körlüklerinden biridir. İnsanlar, bilgiyi hiç olmadığı kadar hızlı tüketirken, aslında daha az sorgulamaya başlamışlardır. Sosyal medyada gördükleri her haberin doğru olduğuna inanır, algoritmaların sunduğu içerikleri gerçeğin tamamı sanırlar. Zihinleri, kendilerine sunulan dar bir bilgi evreninin içinde hapsolur ve dış dünyayı bu sınırlı çerçeveden görmeye başlarlar. Böylece gerçeklik, giderek kişiselleştirilmiş bir illüzyona dönüşür.
Ama körlük bir kader değildir. İnsan, gözleriyle değil, zihniyle gördüğünde özgürleşir. Şüphe etmek, sorgulamak, farklı bakış açılarını dinlemek, körlüğün panzehiridir. Gerçekleri görmek cesaret ister; çünkü bazen en karanlık hakikatler, insanın en parlak yalanlarından daha korkutucudur. Ama karanlığı reddetmek onu yok etmez. Yalnızca görenler, ışığı gerçekten bulabilir.